1999 yılında yazdığım günlüklerden bazıları. 1993’ten bu yana günlük tutuyorum. Bu günlükleri ara ara siteme taşıyacağım. Biliyorum bu günlükler okuyanları sıkabilir. Ama ben bu günlüklerde başkalarına yararlı olmaktan ziyade kendi dünyamla hesaplaşmalarımı anlatıyorum.
Oldum olası başkalarının günlüklerine değer veririm. Onları daha gerçekçi bulurum. İçtendir. Süslü laflar yerine kalpten çıkan hislerdir günlükler. Kendimizle hesaplaşma niteliği taşıdığından yalan yoktur içlerinde. Yanlışlar saçmalıklar vardır ama yalan yoktur.
Belki içlerinde kendinizden de bir şeyler bulursunuz. Belki mutlu olursunuz.belki de eeeh ne saçmalık der pas geçersiniz.
30 Temmuz 1999
Her şey aptalca ! Ve her şey aptalca. Her şey yalamayla başladı ve bitti.yaladı. Anladıysa yalamanın benim söylediklerimi haklı çıkardığını.ama nerede insanlarda o anlayış. Bekle ki bulasın. Daha dün yazmıştım içimde bir alev topu var diye. Alev topum dün patladı.
Şimdi boşum. Bomboş. Ne yapacağımı ne edeceğimi bilmiyorum.Plânım yok.öylesine oturuyorum. Çay da hazırlamadım kendime. Dolapta yemek namına hiçbir şey yok. Öylesine yazıyorum. Yazmak isteğim de yok ki. Parmaklarım klavyenin üzerindeki harfleri zorlukla bulabiliyor.
Sinirliyim.çok sinirli…..her şey berbat. Ev aramalıyım. Değişiklik olsun. Bıktım. Her şeyden bıktım.
09 Ağustos 1999
Her şey bir toz bulutunun yükselmesi gibi oluverdi. Bir şimşeğin çakması gibi. Hayatımın geri kalan kısmında neler olacak merak ediyorum.
30 Temmuzdaki yazımda işten ayrıldığımı yazmıştım. Fakat 09 Ağustos öğlesinde yeniden işe başladım. Yel gibiyim. Esiyorum. Mızrak gibiyim.Deliyorum. Deliriyor muyum? Uzun zaman oldu çalışıyorum. Aptallarla ayyaşlar dengesizler cinsi sapıklar karı hastaları küfürbazlar ile Rusların Kırgızların ve Türklerin bulunduğu bir iş yerinde çalışıyorum. Aylığım 80 dolar. Ağlasam mı gülsem mi bilemiyorum.
Fabrikada arkadaşla konuşurken yatay ve dikey hararetlilikten bahsettik. Biz hiçbir zaman dikey hareketliliği gerçekleştiremedik. Nasipsizlik işte. Hayatımın sonraki devreleri nasıl olacak acaba . Geleceği çok mu düşünüyorum. Hay aksi şeytan. Düşünce egzersizliğinden hep aynı şeyleri yazmaktan bıkıyorum!
Şuan yazıları yeni taşındığım evde yazıyorum. Hayatımı ev taşımakla geçiriyorum. Türkiye’de kirada yaşadığımızdan hep ev değiştirdik. Bunun dışında parti binası vakıf binaları ve arkadaşlarımızın evleri vs. Ben ev taşımakta oldukça başarılıyım artık. Hem de ben gerçek bir hamalım. Bilincindeyim her şeyin ve ben bir hamal olarak doğdum ve hamal olarak öleceğim. Takdiri ilahi bu. Bana Allah’tan bir ceza bu. Bir çok günahlarımın karşılığı olarak. Keşke bununla bitse cezam.
Bişkek’e geldim taşımacılık hala devam ediyor. Hem arkadaşların hem de kendi evimin taşınması. Evimde sadece kendi eşyalarım olsa iyi diğer arkadaşların da eşyaları vardı. Çok zor oldu taşınma çok zor.
Taşınma zor olsa da yeni evim bir harika. Manzarası çok güzel. Ev yeni tamirattan çıkmış. Oda ve mutfak ve koridoru kağıt kaplamalı. Beyaz kağıt kaplama olduğundan odanın içerisi oldukça aydınlık. Balkonu hele mutfağı bir cennet. İşyerinde zor duruyorum eve gelmek için. Önceki evim kerpiçtendi ve eski bir evdi. Camları yoktu. İyi ki o evi bıraktım.
Dünya gerçekten ağırdır. Mutluluktan uçurduğunda bile size ağır gelir. Belki bir saat belki beş gün sonra hüznün girdaplarında gezinmeye başlarsınız. Ya da dünya olanca ağırlığı ile üstünüze çöktümüştür. İnsanlar üzmüştür seni, fakirlik ağlatmıştır seni, iş yeri sıkmıştır ruhunu. Belki beş dakika belki beş yıl sonra yüzünüzde mutluluk meltemleri esebilir tekrar. İşte dünya böyle oyalar bizi. Milyarlarca insanı oyaladı milyarlarca insanı oyalıyor henüz görevi bitmedi milyarlarca insanı meşgul etmeye devam edecek. Geçmiş unutulabilir gelecekten korkulabilir, belki şuan en mutlu ya da mutsuz sizsinizdir. Ama bu dalgalı, fırtınalı dağdağalı gecede nereye yapışalım da bizi oyalayan bu oyundan kurtulalım. Çok basit. Allahın ipi. İnanmak ve onun ipine sımsıkı sarılmakla esrarensiz karmaşık zor oyundan kolaylıkla kurtulabiliriz. İnanç önemli. İnançsızlık bataklığın yutması gibi insanı yutabilir. Siz yutulurken kimse yardım elini uzatamaz size. Kurtuluş iman ipine sarılmakta.
Tanrı : “ İnançsızların dostu tağutlardır. Tağutlar onları inancın ışığından mahrum bırakıp inançsızlığın karanlıklarına sürükler.”der.
Şayet üniversiteyi niçin kazanamadım diye kahrolmak istemiyorsak, işsizlik korkusuyla tutuşmak istemiyorsak, sevdiğim insan niçin öldü diye sorgulamak istemiyorsak, neden benim de evim malım yok diye dert küpü olmak istemiyorsak, başkan oldum kral oldum diye böbürlenerek gezmek istemiyorsak kariyer kariyer diye diye bağırırken asıl kariyer yapılacak yer için çalışmıyorsak, beni beğensinler diye çatlamak istemiyorsak yapacağımız tek şey var o da Allaha inanmak onun ipine sımsıkı sarılmak.
Paul Lafarque “Tembellik Hakkı” adlı eserinde “hala anlamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ve ücretli işlerden kurtaracak olan azat eden boş zaman ve özgürlük veren tanrı olduğunu”
Makineleşme ve teknoloji ilerliyorken insanların daha özgür olmaları gerekiyordu ve bu oluyor çünkü makineleşme işsizliği doğuruyor. Peki Paul’un dediği gibi işsizlik bizim anladığımızın tersine güzel bir durum mudur. Bugüne kadar pek çoğumuz işsizliğin insanı bunalıma sürüklediğini, gençleri mutsuz yaptığını, işsizliğin insan fıtratına aykırı olduğunu söyledik ve yazdık. Psikologlar işsiz insanın halini her yönüyle incelediler. İşsizliğin ülkelerin gelişmişlik düzeylerini de belirlediğini biliyordu. Kendimiz de bizzat işsizliğin sıkıntılarını yaşadık. Ama bugün ben işsizliği Paul’un açısından bakacağım.
Karınca gibi çalışıyor insanlar özellikle büyük şehirlerde insanların çalışma tempoları en yüksek düzeye çıkmış bulunmakta. Sabah sokaklarda telaşla işe yetişmek için koşuşturan insanlar, akşam otobüslerde balık gibi üst üste eve dönen yorgun bedenler, yorgunluktan kızarmış gözler, düşünceli yüzler görürsünüz. Bu çalışma temposuyla ne zamana kadar yaşarlar acaba dersiniz. Herkes bir telaş bir koşuşturma içinde. “kahretsin!” Dersiniz. Günde 12-13-14 saat çalışan (tabi devlet işçi ve memurları için değil) insanları görünce üzülmekten kendinizi alamazsınız. Kimi kariyer için kimi geçimini sağlayabilmek için kimi karın tokluğuna kimi bir hırs uğruna çok çalışmakta çok. Halbuki insanlar çalışmak için dünyaya gelmediler. Sırf Allahın mükemmelliğini görmek için, kul olduğumuzun bilincine varmak için gönderildik.
Kimileri dinin 13-14 saat çalışmayı iyi gördüğünü düşünüyor olabilir. Ama ben asla böyle düşünmüyorum. Din bize sadece geçiminizi idame ettirmek için çalışın diyor. Yoksa saatlerce hiç durmadan çalışın demiyor.
Yüksek tempoda uzun zaman çalışan kendine vakit ayıramayan bir insanın ben mutlu olacağına kesinlikle inanmıyorum. Bu tip bir çalışma şekli ne dine ne de insan fıtratına uygundur.
O halde biz çalışmanın zararları diye maddeler sıralayabiliriz pekala:
1. Allah’tan ayırır
2. Dostlardan ayırır.
3. Komşuluğu yok eder.
4. Vücut sağlığını bozar.
5. Sanattan ayırır.
6. Akıl sağlığını bozar.
7. Kalbi çürütür
8. Beynin kapasitesini düşürür.
9. Öğrenmeye engel olur.
10. Ahlaki bayağılığa götürür.
11. Çocuk ve anne arasını bozar.
12. Asabi çekilmez insanlar topluluğu doğar.
13. Hırs ve çekemezlik hastalığı çıkar,
14. Süründürür.
Şimdi ey işsizler! Mutluluk sizin hayat sizindir. Tiyatroya sinemaya gidin, kitap okuyun, ailenizle güzel bir kahvaltı yapın.
Niçin üzülüp hasta oluyorsunuz sevinin nasıl olsa çalışmak zorunda kalacaksınız.
(Ölümünden kısa bir süre önce küçük bir çocuk tarafından yazılmış bir şiir.)
Yıllar önce henüz evlerimizde tv nin elektriğin olmadığı yıllardı. O yıllarda köyümüzde henüz elektrik yoktu, adam gibi bir yol yoktu, tv yoktu. Almanya’dan biri gelmişti köyümüze de o bir video getirmişti yanında. Videonun enerji kaynağı da arabanın aküsüydü. Her akşam bir Türk filmi koyardı ve bütün köylüler kahvehaneye doluşurduk o filmleri izlerdik. Sezercik falan. Kadınlar da gelirdi onlar kahvehanenin çatısına otururlar oradan seyrederlerdi. Bizim için o filmler apayrı bir dünyaydı. Akşam film seyredeceğiz diye heyecanlanırdık.
Evlerde ışık da yoktu. Kadınlar erkekler hep beraber bir odanın içinde bir gaz lambasının önünde otururduk. Kadınların ellerinde oyaları olurdu. Hem konuşurlardı hem o lambanın önünde el işi yaparlardı. Çocuk yaşımda insanların gölgelerine bakardım da hayallere dalardım. Şimdi düşünüyorum da ne güzel günlermiş o günler.
Elektrik yoktu o zamanlar ancak o dönemlerde lambanın önünde yazdığım okuduğum her şey büyüleyici bir şekilde aklımda kalmış. Bence ışıklı ortamlarda okunan kitaplar akılda kalmıyor. Biz kitabı okurken aslında en sağımızı en solumuzu da görüyoruz. Bu da dikkat dağınıklığına sebep oluyor. Halbuki gaz lambanın önünde kitap okuduğumuzda dikkatimiz sadece okuduğumuz objede toplanır. Onun için Osmanlılar zamanında dikkat ettiyseniz ders çalışma ortamları hafif ışıklıdır. Öğrenciler ders çalışırken düz duvarları karşılarına alarak çalışırlarmış.
Köyden kasabaya geldiğimizde bir akşamüstü kasabaya sinema gelmiş diye duyunca kız kardeşimle beraber sinema seyretmeye gittik. Dışarıda bir on kişi vardı oturduk beyaz perdenin önünde bir film seyrettik. Film galiba Cüneyt Arkının oynadığı bir filmdi. Gece saat 1 olmuş da farkına varamamışız. Babam geldi ikimizi aldı eve götürdü. İlk sinemayı böyle seyretmiştim.
Babam eve televizyon aldığında yıl 1980’di. Her akşam komşuların pencerelerinden TV seyretmekten kurtulmuştuk. Televizyon geldi kurduk (mu?) ama görüntü yok. Belki gelir diye ailecek sabaha kadar oturduk. Ama nafile. Televizyon ITT Schauplorenz (yazılışı yanlış olabilir) idi. Sabah oldu babam onu değiştirdi Philip marka tv. Aldı. Siyah beyaz tabi. O tv bozulmak bilmedi de ondan bir türlü kurtulamadık. Yıllarca renkli tv al diye babama yalvardık da nihayet renkli TV aldık.
Tüm bu anlattıklarım öyle 60 yıl önce değil sadece 45 yıl öncesine ait. Şimdi ışıl var sokaklar ışıl ışıl evlerimiz ışıl ışıl ama ama hayallerimiz de öyle ışıltılı mı bilmem. Hiç olmazsa şöyle bir haftalığına elektrikler olmasa da şöyle ruh dünyamıza odaklansak. Beynimizin derinliklerinde beyaz hayaller kursak diyorum.
Artık anlaşıldı ki bu ülkede her gelen hükümet Milletine illallah çektirmeye yemin etmiş. Önemli olan mutluluk değil mi? Evet. Bu mutluluk nasıl elde edilir. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanmasıyla. Nedir bu ihtiyaçlar:
1.Sağlık
2.Ekonomik istikrar
3.Sosyal düzen
4.Sorunları gideren her şey.
Bu dört madde genel anlamda iki “şey” üzerine varlık buluyor.
1.Bireyin kişisel özelliklerinin, donanımının seviyesine göre gösterdiği eylem ve duygular
2.Tüm bireylerin, düzen ve istikrarı için geliştirdikleri sistem olan devlet.
Birey başattır. Devlet, bireyin mutluluğu için oluşturulmuş bir mekanizmadır. Mekanizma (devlet) düşünce ve eylemlerin etkisiyle hareket kabiliyeti kazanır. Her bir birey sistemin kendisini yemesini asla istemez fakat mekanizma hoyratça bireye saldırırsa o zaman sonuçların nerelere evrileceği nerede başlayıp nerede duracağı kestirilemez.
Şimdi AKP maalesef mekanizmayı doğru kullanamıyor. Sistemi (devleti) koruma güdüsüyle halbuki bireyler artık usanmış durumda. Halk şimdi tam bir sıkışmışlık yaşıyor. Zenginler ile devlet arasında. Devlet içinde birileri insanların sinir uçlarına dokunuyor. Yazık!
İki örnek :
I. Araba
II. Yurt dışı Alışveriş
I.Araba: Almak mümkün değil alınsa da çok çok fahiş fiyatlara alınıyor. Ne basiretsizlik. Zorbaca. Biz içerideki üreticiden araba almaya zorlanıyoruz. Alabiliyor muyuz? Hayır. Neden çünkü patenti dışarıdan üretimi içeriden oluyor ve bu arabayı alırken
A.Üretici
B.Devlet (yani hükümet)
Aralarında anlaşmışlar , anlaşma da aşağıdaki gibi:
Araba üreticisi Türkiye de üretecek ve satacak. Satınca :
Patent hakkı masrafını
Diğer tüm giderleri arabaya yansıtacak
Kar elde edecek.
Karından devlete ödeyecek. Zaten tüm giderlerin içinde devlete vergi veriyordu. Tekrar ve tekrar vergiler ödeyecek. KDV vergi, ÖTV vergisi vs. vs.
Devlet üreticiye sen üretmeye karından bana vermeye devam et ben de Türk halkının sadece senden alması için yasalar çıkarayım.
Dışarıdan araba almak yasak değil ama alırsan aldığın araba kadar da ben alacağım diyor devlet. İnsanlar duruyor. Ya da İtalya’da 10 bin birimse Türkiye’de 30 bin birime araba alıyor. O da en düşük paketten.Bazı araba çeşitlerini biz bilmiyoruz.
Devlet kar ediyor.
Her iki durumda da kar etmeyen sadece “millet” oluyor. İlginçtir ki devlet kendini türeten bireye zorbalık yapıyor. Yıllardan beri hiçbir hükümet bu sistemi düzeltemiyor ya da düzeltmiyor.
II. Alışveriş
Dijital alışveriş siteleri çıkalıdan beri online hareketlilik arttı ve gerçekten de insanlar bu durumdan mutluydu. Araba alamasalar da basit ihtiyaçlarını alarak mutlu oluyorlardı. Ancak 1 Mayıs 2022 tarihinden sonra artık gümrüklerden geçen bireysel alışverişlerden %60 vergi alınmasına karar verdi devlet. İnanılmaz. Vergi büyük ticaret yapan ticari işletmeler için değil sadece bireysel 100-200-300 dolarlık eşya alanlar için geçerli. Artık Türkiyede bilgisayar almak çok pahalı. Telefonlar hakeza. Firma toptan bilgisayarları getirmiş istediği fiyata satıyor. Fiyat ortalama10000-30000 tl civarımda. Birey kendisi Amazon ya da Aliexpressten almak istese 3 bin-5 bin tl. Oradan alıyordu. Hatta öyle sitede her gördüğünüzü de alamazsınız vergisini verseniz de alamazsınız. Mesela telefon alamazsınız. Evet artık dışarıdan bir eşya almanızın esprisi kalmadı çünkü ZENGİN ile DEVLET gene anlaştı. Al gülüm ver gülüm.
İlginç olan 10 binlerce çeşit üründen Türkiye de hep en eski olanı Firmalarca içeriye girdiriliyor aynı arabada olduğu gibi. Türk insanı her tarafından çevrelenmiş durumda maalesef. Aşağıya insanların yorumlarını alıntılıyorum. İnsanlar tek kelimeyle “mutsuz”lar. Aynı benim gibi.
Öyle Urfa’ya bedava elektrik vereceğim, Selo’yu salacağım diyeceğine muhalefet çıkıp “imei kayıt ücreti denen fahiş zorbalığı sonlandıracağız” dese iyi olmaz mı?
“Gençlerin ve gelir grubu düşük vatandaşların yurt dışından uygun fiyata bir kaç dolara aldığı ürünlere getirilen bu zorba vergi saçmalığını kaldıracağız” dese daha çok hoşunuza gitmez mi?
Tüm Fetö tutuklularını salsa mı yoksa bireysel kullanıcının temel ihtiyacını giderecek kadar teknolojik ürünü almasına vergi almaması mı daha çok hoşunuza gider?
Anlamıyorum bu muhalefeti ben. Şu anda garibanın, öğrencinin, yoksulun sırtına kırbaç vuran bir iktidar var. Muhalefet Pkk’lı haklarından, Pyd’lilerin uğradığı haksızlıklardan, kaçak elektrik kullananlara bedava elektrik gibi abudik gubidik şeylerden konu açıyor. Bizim sorunumuz bu değil. Bizi kırbaçlayan bir iktidar var. Varı yoğu kendi burjuvası ile amuduyla götüren bir iktidar var. Ama muhalefet lideri çıkıp alakasız ve garip şeyleri vaat ediyor.
İsteklerimiz basit.
1- İSS hizmeti veren şirketler alt yapı yatırımı yapmaz zorundadır. Bu şirketlerin yapmadığı yerlere bizzati kamu kendi yatırım yaparak tüm ülkeye en az 100 mbit sağlıklı interneti sağlayacak alt yapıyı kuracaktır.
2- 2 senede 1 kere insanların aldığı telefon (çıkar göster diyen dayılara en çok) vergiden muaf tutularak en temel ihtiyaçlardan biri olan telefona ulaşım kolaylaştırılacak.
3- İnternet hizmeti fahiş fiyatlara değil herkesin makul şekilde ulaşacağı fiyatlara sağlanacak.
4- Yurt dışından 100 dolar (bu fiyat tartışılabilir) altına verilen siparişlerden gümrük vergisi, gümrüğe sunum ücreti gibi garip adlar altında ya da başka hiçbir ad altında ücret talep edilmeyecek.
5- İmei kayıt ücreti denen saçmalık anında son bulacak. İmei kaydı güvenlik için zorunlu olabilir lakin bir ücrete tabi olmayacak.
6- GSS gönüllü olacak. 5 milyon genç erkek zorla borçlandırıldı, hepsi silinecek ve sadece isteyenler bu hizmeti almaya devam edecek.
7- Her sene bedava kitap saçmalığı son bulacak. Emanet kitap verilecek. Sene başı verilen kitap teminatla teslim edilecek ailelere. Sene sonunda bir zarara uğramadan ve yeniden kullanıma uygun şekilde geri alınacak, bir tahribat varsa kitap ücreti veliden tahsil edilecek.
8- Özellikle meslek lisesi öğrencilerine devletin staj bulma zorunluluğu olacak. Gerekirse yasa ile her şirketin kendi alanında stajyer çalıştırma zorunluluğu olacak. Öyle göstermelik 1 2 tane değil, her öğrenci stajını düzgünce tamamlamak zorundaysa bu zorunluluğu devlet sağlayacak.
9- Kayıp kaçak bedeli denen saçmalık, hanelerde elektrik, su, telefon gibi temel ihtiyaçlardan alınan KDV, ÖTV vs gibi tüm vergiler kaldırılacak. Kaçak kullananlara “biz iktidar olursak size artık hep bedava olacak” değil, “biz iktidar olursak kaçak kullananlara hapis cezası vereceğiz” denecek.
10- X parti gençlik kollarından değil Türkiye’nin hiçbir siyasi partiyle işi olmayan gençlerinden taleplerini iletebilecekleri platformlar kurulacak. Bu platformlar göstermelik değil gerçekten işe yarayan yerler olacak.
Şu maddeler ile Z kuşağı muşağı değil tüm gençlerin gönlüne girersin. Ama bizimkiler ne yapıyor? Selo’ya özgürlük vereceğim (yeniden yargılanacak, bağımsız yargı falan değil direkt ben dedim olur kafası devam edecek yani), Fetöcüleri salacağım, kaçak elektrik kullananlara elektriği bedava vereceğim (babasının malı ya, verir tabi) gibi garip açıklamalar yapıyor. Ölümü gördük sıtmaya razıyız diye kendini “tercih edilen” sanıyor. Bilmiyor ki millet öyle bir sıkışmış durumda ki Akp’den karşısında tuvalet terliği, sarı olan, plastik, bir tarafı kompuştur hani, ayak dışarı çıkar, basamazsın yahu, yani giyemezsin de ayağını sürürsün üstüne basarak, işte o derece pis, çirkin tuvalet terliği aday olsa ona oy verme kıvamına geldi. Yok mu şu ülkede bir tane Allah’ın kulu çıkıp şu vaatleri versin. Yoksa aynı tas aynı hamam devam edecek mi demek istiyorlar? Nedir bu gençliğin çektiği?
Lee-on!(Levent)4 hf.
Yillar oldu, eskiden ebay ile sipariş geçerdim. Paypal a rest cekilmesinden sonra ebay bitti. Sonra AliExpress den devam ettim. Simdi onu da bitirdiler. Sanki ulkede bi b.k uretiliyor da, bir de vergi aliyorlar disardan alacagin seye. Ha al yine ama bir adabı mantigi olur. Kafasına estiklerinde 10 10 vergi iteliyorlar… Ali babanin çiftliği oldu ülke..
Bella Ciao(Cemal Yazgan)4 hf.
Milletine bu kadar düşman bir hükümet görülmemiştir..yüzde 30 nedir..Allah ıslah etsin .
kadirsu(abdulkadir mahmut su)4 hf.
yazık bize vallahi çok yazık bize.araba alamıyoruz,yakıt alamıyoruz,telefon alamıyoruz,ev alamıyoruz,tatile gidemiyoruz,ailenle hafta sonu bile bi yere gidemiyoruz,giyim kuşam gibi ihtiyaçlarımızı zar zor karşılar olduk,yurt dışına gidemediğimiz gibi artık yurt dışından bi şeyde getiremiyoruz.niye,yönetenlerimiz böyle uygun gördüğü için.iğrenç mobilyalı evlerinde daha da lüks içinde oturmaları için…1 sene daha sıkalım bakalım dişimizi
StaatSanWalt(FFF)4 hf.
Vallahi sırf dışarıdan ucuza tek birşey alıyorduk ilk önce parayı hiç ettiler şimdi vergi üstüne vergi koydular yahu sizin derdiniz ne bu Türk milleti ile ya? Vay arkadaş dünya tarihinde eşi benzeri yoktur kendi milletine bu kadar düşman olup bu kadar destek gören tek iktidar yoktur
MMiu(miu)4 hf.
El süpürgesi aldım xiaomi, hepa filtresi ülkede yok. Aliexpress den almıştım, bu tarz basit ihtiyaçlar için neden soyulmalı vatandaş, aliexpress de şöyle bir gezinince görüyorsunki Türkiye ve diğer ülkeler diye artık ayrım var, ya yollamıyorlar, ya da bazı koşulları var ya da kol gibi vergi. Eskiden ucuz ürünler kargosuz vergisiz eve kadar gelirdi, ucuz dediğim en az 100$, düştüğümüz hallere bak. Birde vergi toplayıp çar çur etmeseler helal olsun diyeceğim de durum ortada, vergi konusunda bu kadar saçmalık çaresizlik göstergesi, ülkece okeye dönüyoruz, yakında piston aşağı oluruz…