Çeviri: Özcan ATAR
Yılkıcı[1] bugün de Bozbaytal’ı Toru aygırdan zor ayırabildi. Kısrak evin yanına geldikten sonra biraz kendine geldi. Yılkıcı:”haram olsun inatçı! Ne o Torunu beğenmedin mi? O Çabdar’a benzemiyor mu? Ona zaten benzeyemezdi ki… Çabdar aygırın gülü idi. Şimdi o yok artık. Ebediyen yok…eh! bugünlerde Toruyu beğenmezsen o seni çiğneyip ezecek.” diye homurdanarak Toru aygırın ısırdığı ve ayaklarıyla teperek yaraladığı yerlerine ilaç sürüyordu.
“Çabdar” sözünü duyan Bozbaytal’ın, sevgili aygırı hayalinde canlandı. Birden göz yaşları boncuk boncuk dökülmeye başladı. İçi kederle doldu. Burnuna Çabdar’ın kokusu gelmiş gibi titredi ve bir şimşek çakması gibi onunla geçirdiği anları hatırladı.
Bozbaytal o zamanlar daha 3 yaşında bir taydı. Yaz ayının bütün güzelliği ile gözler önüne serildiği zamandı. Yayla akşamında her yer çiçeklerle kaplanmıştı, hayvanlar otluyordu. Çabdar işte böyle bir günde geldi komşu sürüden. Yelesi ve kuyruğu altın gibi sapsarı idi. Yürüdüğünde yeleleri dalga dalga savrulur, kuyruğu koştuğunda bayrak gibi dalgalanırdı. Bu görünümü doğrusu ona pek yakışırdı. Bir sürü kısrak arasında hemen göze çarpardı. O bir “akan altın yıldıza” benzerdi. Kısraklara hiç kaba davranmazdı. Her kısrak ona yaklaşmak ve hep onunla olmak isterdi. Onun kişnemesi bile bir başka güzeldi…heybetli bir sesi vardı. Kısrakların çok hoşuna giden bu heybetli sesi Bozbaytal henüz duymamıştı. Çabdar korkusuzdu ve sürüsünü başka aygırlardan korumasını bilirdi. Hele bir yaklaşsın ısırır, teperdi başka aygırları.
Bozbaytal Çabdar’ı ne zaman görmüştü… bir yaz günüydü Bozbaytal Çabdar’ın gök gürlemesi gibi gür sesini işitti. Bu sesi duyunca güzel gözleriyle ona bakıp kaldı Bozbaytal. Sonra tekrar otlanmaya başladı. Az sonra bu güzel sesi tekrar işitti. Sesi duyan Bozbaytal’ın vücudu tir tir titremeye başladı. Bozbaytal batmakta olan güneşe uzun uzun baktı. Bozbaytal bu kadar güzel sesi daha önce hiç duymamıştı.
İçini titreten bu sesi Bozbaytal artık günün belli vakitlerinde duymaya başladı. Sanki bu ses onu bir yerlere davet ediyordu. Bütün vücudunu bir heyecan sarmıştı. Yavaş yavaş sürüsünden ayrılmaya başladı Bozbaytal. Bir gün tepeye çıkmıştı ve onu çağıran sese bakarken sürünün içinde altın gibi parlayan bir aygır göründü. Tam o anda aygır kişneyiverdi. Bu, son günlerde Bozbaytal’ı heyecanlandıran içini titreten “akan yıldızın” sesiydi.
Bozbaytal bundan böyle, aygırın bulunduğu sürü tarafına bakar oldu. Ne zaman aygırın bulunduğu sürüye kaçsa sahibi onu alıp tekrar sürüsüne geri getiriyordu. Bozbaytal’ın ilk gördüğü güzel görüntü onun göz önünden hiç gitmedi. Dağın öbür tarafından “akan yıldızın” sesini duysa onun hayali canlanırdı.
Yılkıcı Bozbaytal’ın her kaçışında peşini bırakmıyor onu tekrar sürüsüne getiriyordu.Bir gün Bozbaytal kendi sürüsünden akan yıldız’ın sürüsüne kaçıp gitti. Dağdan aşağıya inen yamaç yolda gelirken Çabdar onu uzaktan görmüştü. Şaşkın ve ilgiyle ona bakıyordu. Sonra Baytal’a doğru yöneldi. İkisi yamacın bittiği yerde buluştular. Çabdar gözlerinden nur saçan bu güzel tayın etrafında bir defa dönüp onu koklamıştı. Baytal’ın kokusu tertemizdi. Çabdar gök gürlemesi gibi sesiyle kişnedi ve Baytal’ı sürüsüne doğru sürmeye başladı.
Sürüdeki kısrakların hepsi birden onlara bakıyorlardı. Çabdar Baytal’ı sürüye kattıktan sonra yayılan kısrakları geri çevirmek için gitti.
Sürüdeki kısraklar Baytal’a şaşkınlık, kıskançlık ve nefretle bakıyorlar bazıları ısırıp bazıları teperek yanlarına yaklaştırmıyorlardı. Böylece onlar Baytal’ı kenara itmeye çalışıyorlardı. Yayılan sürüyü geri toplayan Çabdar burnunu havaya çevirmiş bir halde Bozbaytal’ın yanına geldi: “ Bir kere daha kokladığı Baytal’ın tertemiz kokusu aygırın kafasını döndürdü. O anda aygırlık, kıskançlık ve bencilliği uyanıverdi ve heybetli sesiyle bir daha kişnedi. Ama o sırada sopasını eline alan Bozbaytal’ın sahibi gelip onu kendi sürüsüne kovaladı. Baytal acele etmeden arkasına bakarak yürüyordu. Kendisine ilgiyle bakan akan yıldıza dönüp tekrar baktı.
Aygırın ipek gibi yelesi ve kuyruğu yere dökülmüştü. Sağ ayağıyla yeri eşiyor ve Baytal’a bakıp kişniyordu. “Akan Yıldız” kendi sürüsünde bir yıldız gibi göz kamaştırıyordu.
Baytal her gün boynuna bağlanmış bir iple aygırın bulunduğu sürüye kaçıyordu.Yılkıcı, Baytal’ı her gün kendi sürüsüne geri getirmekten bıkıp usandı ve diğer sürünün yılkıcısına ‘Bozbaytal nedense sizin sürüye kaçıyor. Onun peşinden gelmekten bıktım artık. Eğer rahatsız olmazsan o burada kalsın. Kurtlardan ve yırtıcı hayvanlardan korunsun yeter’ diye rica etti. Böylece Bozbaytal “Akan Yıldızın” sürüsünde kaldı. Şimdi artık Bozbaytal akan yıldızı istediği kadar görebiliyordu. İlk günlerde aygır Bozbaytal’ın kokusuyla semirdi güçlendi Gök gürlemesi gibi kişniyor, nazlanıyor, zıplıyor, şımarıyordu. Doğrusu yılkıcıya çok zahmet verdiriyordu.
Bazen Baytal’ın yelesini ısırıyor bazen kafasını Bozbaytal’ın boynuna koyuyordu. Bütün bunlar Baytal’ın en güzel duygularını uyandıran sevgisini arttıran en mutlu anlardı.
Bu yaz Baytal çok keyifliydi. Vücudu çabuk etlendi, renklendi. Güzel bir endam ortaya çıktı. Çabdar her zaman onun yanında bulunuyordu. Birlikte otlar, su içer, oynarlardı. Eğer aygır biraz uzaklaşsa bile Baytal hemen yanına gelirdi.
Geceleyin çimenlere kırağı indi, sonbahar geldi. Yayladaki otlar kışlağa çekilmeye başlandı. Bozbaytal’ın sahibi de gelip onu kendi sürüsüne getirdi. Bir günden sonra Bozbaytal yılkıcılarıyla birlikte batıya doğru göç etti. Bozbaytal korkunç bir sessizliğe gömüldü. Etrafındaki atlara rağmen kendini yalnız hissediyordu. Aklına her an akan yıldızı ve onun gök gürlemesi sesi, nazik davranışları geliyordu. Bozbaytal hayatının en zor bir dönemlerini yaşıyordu. akan yıldızın hasreti onu günden güne eritiyordu. Parlayan yünleri buruştu. Kunan Baytal beş yaşına geldiği halde hâlâ bir tay gibiydi. Onun için kimsenin dikkatini çekmiyordu. Yılkıcı için de onun sağ olması yeterliydi.
Sonbahar geçti ve kış ayları tekrar geldi. Günler ilerledikçe Bozbaytal’ın hasreti daha bir arttı, gözlerinden durmadan boncuk boncuk yaş akıyordu. Akan yıldızın hayali, sesi Bozbaytal’ın yelesinden ısırıp oynadığı zamanlar, birlikte otladığı, su içtiği anlar hep göz önüne geldi. İşte böyle zamanlarda Bozbaytal rahatsız oluyor, sürüsünde sevgilisini bulamayınca acı acı kişniyordu.
Fakat bu hüzünlü sese bir karşılık kim karşılık verecekti . Baytal akan yıldızın hasretini kış ayında da çekti.Bu hasret Baytal’ı o kadar ezdi ki hiçbir şey yemediği günler olurdu. Vücudu o kadar zayıflamıştı ki ayakları onu götüremiyordu. Bu haldeyken bile o akan yıldızını hiç unutamıyordu. Bilkis onu daha çok görmek istiyor hasreti gittikçe alevleniyordu. İlkbaharın çimenleri yetişmeye başladı. Mavi gökyüzü pamuk gibi beyaz bulutlarla kaplanmış, yeryüzü kırmızı çiçeklerle bezenmiş, dağlar da çimenlerle bürünmüştü. Bozbaytal biraz kuvvetlendi etlendi bıştıya[2] benzemeye başladı. Yılkıcıları sürüyü dışarıya çıkardığı zaman Bozbaytal sürünün aygırına boyun eğmiyordu.
Yılkıcılar üç günde zorla Akşam yaylasına ulaşabildiler. Akşam yaylası çimenlerle ve rengarenk çiçeklerle bürünmüş, bütün güzelliği ile serilmişti. Bozbaytal Gökyüzüne çiçeklere bakıp köknarın kokusunu alınca aklına geçen yaz geldi. Akan yıldızını çok özlemişti. Bu yaz Baytal başka aygıra verilecekti. Bu yüzden yılkıcının sıkı kontrolü altındaydı. Bu sürünün aygırı Ker Kaşka güzeldi güzel olmasına ama on yaşına gelmişti ve biraz da ihtiyarlamıştı. Hâlâ genç aygırlara yol vermeyen heybetli bir duruşu vardı. Aygır Bozbaytal’ı keşfetmiş sürü içerisinde takip eder olmuştu. Fakat Bozbaytal’ın cinsî isteği yoktu.
Bu sene dağın öbür tarafındaki sürüye akan yıldız nedense geç gelmişti ama Bozbaytal onu ilk geldiği gün hemen hissetmişti. Onun sesini işitince Bozbaytal başını dağın o tarafına çevirmiş uzun süre o tarafa bakıp kalmıştı. İşte akan yıldızın sesini bir kere daha işitti. Bozbaytal bir anda heyecanlandı. Kalbi atıyor ve o tarafa devamlı bakıyordu. Oraya mıhlanmış gibi hissediyordu kendisini. Fakat Ker Kaşka ve yılkıcıdan dolayı o tarafa gidemiyordu. Ker Kaşka yayılan kısrakları toplamaya çalışırken yılkıcısı ise atının ayaklarını tuşaklayıp otlatmaya çalışıyordu. At tepede yatıp kalmıştı. Bozbaytal akan yıldızın sesini her duyduğunda rahatsızlanıyor olduğu yerde duramıyor sürünün bir başına bir sonuna gidip geliyordu. Bozbaytal buradan kaçmayı düşünüyor ama bir türlü fırsat bulamıyordu. Böylece bu gün de yarın da uygun bir zaman bulamadı.
Bir gün bir şafak vaktinde sinsice sürüden ayrıldı ve dağların öbür tarafına Akan Yıldızına kaçtı Bozbaytal. Dağın diğer tarafında akan yıldızın sürüsü geçen yazdaki yerde kaygısızca otluyorlardı. Dağdan aşağıya inen yamaç yolda başka bir atın ayak sesini duyan Çabdar kulaklarını dikti. Hemen o yöne baktı Bozbaytal’ı görünce ne zaman nerede onu gördüğünü hatırlamaya çalışıyormuş gibi dişlerini gösterip kişnemeye başladı. Sonra Baytal’ın yanına geldi. Böylece ikisi yine geçen sene buluştukları yerde karşılaştılar. Çabdar Bozbaytal’ı tanıdı onun büyüdüğünün farkına vardı. Çabdar Bozbaytal’ı koklayıp kişnedi gür sesi dağlarda yankılandı. Bozbaytal’ın gözleri parladı ve aygırını doyasıya kokladı.
Çabdar’ın kokusu Bozbaytal’ın tüm vücudunu eriyen kurşuna döndürdü .
“ Bu sene oğlumu evlendireceğim dedi” bir gün Bozbaytal’ın yılkıcısı. Başka sürünün yılkıcısına “Boz Baytal’ın kemikleri daha iyi. Eğer istersen başka bir ata onu değiştirebilirsin. Akıllı bir kısraktır o. Ama nedense geçen seneden beri hep senin sürüne kaçıyor. Artık peşinde koşmaktan bıktım. Bu sene de senin aygırına kaçmış. Hadi bakalım onu beğenirsen yerine düğün için başka bir kısrak ver” dedi. Onun söylediklerini diğer yılkıcısı da uygun gördü. Çünkü ona hangi at olursa olsun sağ olması önemliydi. Böylece Bozbaytal Akan yıldızın sürüsünde kalmıştı.
Bozbaytal etlenmiş ve yünleri parlamaya başlamıştı. Her zaman akan yıldızın yanındaydı. Birlikte göle giderler göl kenarlarında çalının arasında aylı gecelerde yan yana gezerlerdi. Böylece hayatın en tatlı günlerini yaşıyorlardı. Şafakla batan günle gündüzle geceyle hiç ilgilenmiyorlardı. Sarı yaprak saçan altın mevsim sonbahar gelip çatmıştı. Bütün kısrakların istekleri dinmişti. Bozbaytal Çabdar’ın sürüsüyle birlikte hiç tanımadığı yerlere Narın ırmağının kenarıyla kısraklara katıldı.
Bu sene kış oldukça hafif geçti. Arkasından hemen ilkbahar geldi. Bozbaytal ilk tayını bu baharda doğurdu. Kuluncağızı çok güzeldi. Çabdar gibiydi.
Bir süre sonra atlar Köl-tör’e geldiler. Geçen sene olduğu gibi Bozbaytal’ın mutlu hayatı gene başladı. Bu sene de ikinci yavrusu oldu. Birinci doğurduğunda Bozbaytal’ın sütü azdı ve yavrusunu zor doyuruyordu. İkinci senede sütü çoğaldı. Kulunu celege[3] bağlandı kendisi de sağılacak atların arasına girdi. Bozbaytal’da annelik sevgisi çok güçlüydü. Önceden Çabdar’ı seviyor nasıl yakın buluyorsa sonra da tüm bu sevgisini kulununa verdi. Başka kısraklar gibi olsa bile Bozbaytal akan yıldızı unutmadı. O istediği zaman Çabdar’ın yanında bulunabilirdi.
Felâketin nereden geleceği belli olmaz ki!
O sene kış daha sert oldu. Hayvanlara kurtlar saldırır oldu. Birinin atlarına kurt gelmiş,bu kadar kısrağını yemiş, böyle yapmış şöyle olmuş gibi dedi kodular çoğalmıştı.
Fırtınalı bir gecede sürü bürküt Uya dağının kuytusunda duruyorlardı. Birden yan taraftaki atlar ürktüler ve ön tarafa doğru kaçmaya başladılar. Kurtlar! Çabdar kurtlara doğru koştu ve atlara saldıran kurdun üstüne doğru koşup şahlanarak heybetli sesiyle kişnedi. Atların peşine düşen kurtlar biraz durakladı ve Çabdar’ın etrafını sardılar. Kurtlar gittikçe çoğalıyordu. Kaçan sürü kendi barınağına girmişti. Evinde oturmakta olan yılkıcı aceleyle giyinip tüfeğini aldı ve atına binerek dağa doğru yöneldi.
Çabdar, kurtların içinden çıkarak şaşkın bir hâlde koşmaya başlamıştı. Arkasında birçok kurt koşarak onu takip ediyordu. Öylesine şiddetli esen fırtınadan hiçbir şey görünmüyordu. Aygır koşa koşa hiç tanımadığı bir tepeye çıkmıştı. Kurtlar da aygırın ayaklarına sarılmıştı. Kalın tuyağı[4] ile kurtları tepiyor, onları kendine yaklaştırmıyordu. Aniden bir kurt Çabdar’ın sol tarafından yaklaştı. Çabdar ondan kaçmaya çalışırken taşlara ayağını vurdu. Bu fırsatı iyi değerlendiren arkasındaki kurtlar ona yetişti.Birisi aygırın boğazını ısırdı. Aygır durmadı daha var gücüyle koşmaya başladı. Yarasından akan sıcak kanın kokusu aç kurtları delirtti. Etrafını kuşatan kurtlar bir türlü aygıra yetişemiyorlardı. Aygır da delirmiş gibiydi. Çok hızlı koşuyordu. Kanı da hiç durmadan akıyordu. Fakat aygır gittikçe gücünü kaybetmeye başladı. Tuyakları yerin üzerinde değil adeta havada koşuyormuş gibiydi. Sanki aygıra kanat takılmış da uçuyor gibiydi.
Sabah aygırın vücudu Kızıl Yerde bulundu. Aygır yüksek bir kayadan uçmuştu. Bu olaydan sonra Bozbaytal akan yıldızın ölümüne çok üzüldü. Sürüye sığmıyormuş gibi kendini kötü hissetti. Sanki akan yıldız o dağların bir tepesinde sanki akan yıldız kendini bekliyormuş gibi sanki akan yıldız otluyor, sanki oralarda geziyormuş gibi onu aramak istiyor, sürüden ayrılıp dağlarda gezdiği günler oldu. Baytal’ın gittiği yerlerden yılkıcı onu tekrar buluyordu. Bazen uyurken akan yıldızı görür rüyalarında. İkisi dağlarda su kaynaklarında eskisi gibi birlikte gezerlerdi. Fakat uyanınca akan yıldızın hayali göz önünden kaybolur gider kendini kısraklar içerisinde yalnız hissederdi. Sonra gözlerinden damla damla yaşlar aşağı doğru yuvarlanırken o kadar çok ağlardı ki göz yaşlarının izi yüzünde kara bir leke oluşturmuştu. Akan yıldıza olan hasreti Bozbaytal’ı bütün kış boyunca ezdi.Ona olan hasreti doğurduğunda bile dinmedi, tersine alevlendi . Baytal hiç otlamıyor giderek gücünü yitiriyordu. Onun bu hasretine bir de Toru aygırın zorluğu eklendi.
Çabdar kayalıktan uçtuktan sonra yılkıcı bu sürünün başına hangi aygırı koyacağını bilemedi. Yeni aygır Çabdar gibi olmalıydı. Ondan olacak kulun da iyi olmalıydı. Fakat Çabdar gibi aygır bulamadı. Sonunda Toru aygırı satın aldılar. Toru aygır büyük ve kabaydı. İşte Bozbaytal onun bu kabalığını hiç sevmedi. Bu aygırın ne sesi ne de görünümü Çabdar’a hiç benzemiyordu. Bozbaytal onu yanına hiç yaklaştırmıyordu.
Hayat böyle işte…
Kısrakların hepsi bu sene doğurdu. Ama Toru aygırı istemeyen sadece Bozbaytal’dı. Böylece Toru aygır da ona bir düşman gibi davranmaya başladı. Bazen aygır Bozbaytal’ı çiğneyecek olduğunda yılkıcı gelir onları ayırırdı. Toru aygırın eziyetinden usandığında Bozbaytal dağları aşıp tayıyla birlikte önceki sürüsüne kaçtı. Fakat yılkıcısı onun arkasından haykıra haykıra geri kovalayıp geldi. Böylece ne kadar kaçarsa kaçsın ne bu sürüden ne bu aygırdan kurtulamadı. Bugün de her nefes alışında kaburgaları ağrıyor, Toru’nun ısırdığı yerler de canını acıtıyordu.
Bozbaytal sallanarak yürüyüp çadırın arkasında akmakta olan kaynaktan su içti. Kaynak da sanki ona bir şeyler anlatarak ağlıyormuş gibi göründü. Çabdar’la birlikte buraya gelerek su içtiği anları hatırladı. Gözlerinden yaşlar boncuk boncuk akıyor, kafasını eğmiş duruyordu. Fakat Toru’nun arkadan yaklaşan sesi bu sessizliği bozdu. Toru her zamanki gibi kabaca yaralı ve zayıf Bozbaytal’ın etrafında dönüyordu. Bozbaytal birden kaçtı. O zaman sinirlenen Toru aygır Bozbaytal’ın yelesinden ısırarak onu kendine doğru çekti. Kısrak yere düştü. Kalkmaya dahi gayret göstermedi. Sadece boynunu çevirerek aygıra yelesini ısırtmamaya çalıştı. O anda evden çıkan yılkıcının karısı Bozbaytal’ı kalın tırnaklarıyla vurarak kaldırmaya çalışan aygırı gördüğünde eline bir sopa alıp onlara doğru koştu. Yılkıcının ailesi Bozbaytal’ı korumaya başladı. Yazın en sıcak zamanıydı. Bozbaytal’ın koşma zamanı geldiğinde onun kokusu Toru atı hareketlendiriyordu. Onun istediği sadece Baytal’dı.
Yılkıcı Baytal’ı ne kadar korumak istese de su içmeye geldiğinde Bozbaytal Toru’ya yakalanıyordu. Üç defadır yılkıcı onları zorla ayırmıştı. ‘Bulaşan hastalık sonunda alır’ denildiği gibi bu kaygılı olay kışlaya göç edeceğiz derken meydana geldi. Uzun zamandır yağmur yağıyordu ve batıdan gelen rüzgar yağmuru kara dönüştürmüştü. Yaylanın bir tarafındaki atlara bu gece kurtlar bastı. Onların ulumaları bütün sessizliği bozdu. Rahat yatmakta olan sürü birden ürktü. Biraz sonra uluyan kurt sesleri daha da çoğaldı. Sürüdeki atlar yılkıcıya da bakmadan aşağı doğru koşmaya başladılar. Bu sürüyü koruması gereken Toru aygır kendi sürüsünü korumak aklına bile gelmedi. Kendi canını kurtarmaya çalışarak ürken atların en önünde koşuyordu.
Hayvan hayvandır. Ne kadar akıllı olursa olsun böyle bir durumda bir hayvanın yapacağı ilk hareket kaçmaktır. Kurtların korkunç sesi Bozbaytal’ı da korkuttu. Bozbaytal yaralı olmasına rağmen sürüyle birlikte kaçmaya çalışıyordu. Bu korku onun hastalığında da güçlüydü. Hatta koşarken hastalığı bile aklına gelmedi.
O zaman Sarala atını koşturarak gelen yılkıcının en büyük oğlu atların önüne geçmeye çalıştı. Yılkıcı ise kurtları tüfeği ile ateş açarak kokutmaya çalışıyordu. Bu yukarı dönen atların arasında Toru da vardı. Kurtlardan korkusu giden Toru şimdi de yayla tarafına doğru yönelmişti. O anda yukarıdan aşağı doğru esen rüzgar Bozbaytal’ın kokusunu ona ulaştırdı.
Burnuna kısrağın kokusu gelen Toru aygır bütün vücudunu döndürüp yukarı doğru bakmaya başladı. Toru aygır Bozbaytal’ın sürü içerisinde olduğunu anladı ve hemen atların arasından yürüyerek Bozbaytal’ı aramaya başladı.
Bozbaytal su kenarındaki yoldan yukarı doğru yavaşça gidiyordu. O anda Toru aygırın ayak seslerini duydu ama halsiz ve zayıf Bozbaytal hiçbir yere kaçamadan Toru arkasından geldi. Bozbaytal canı acıdığı için acıyla kişnedi. Sürünün içinden kulununun sesini duydu. Tayı o kargaşalıkta kaybolmuştu. Bozbaytal koruyacak birisi bulunmuş gibi bir daha kişnedi. Kendine doğru gelen kulununun sesini işitti. Toru Bozbaytal’a tam şu yolda yakalayacaktı. Kısrak kaçmaya çalıştı ama kaçamadı. Uzun süre çiftleştiler. Bozbaytal artık kan içinde kaldı, gözleri hiçbir şey görmüyor, başı dönüyordu. Halsiz bacakları birden yere çöktü. Aygır şimdi ayaklarıyla ona vurmaya başladı. Tırnakları kısrağın kaburgalarına batıyordu. Bozbaytal kendini kaybetti. Sinirlenen aygır Baytal’ı kaldırmak için yelesinden ısırıp aşağı yukarı çekiyordu. Kısrak hiç kalkmadı. Tırnaklarıyla başına gözüne vuruyordu. Zavallı kısrak. Etrafında koşan kulununun sesini bile duyamadı. Bozbaytal başka bir dünyaya gidiyormuş gibi hissetti kendini.
Bütün gece kurtları kovalamaya çalışan yılkıcı yıldızlar sönmeye, şafak ağarmaya başladığında sürüsüne geldi ve bu hazin olayı gördü. Yılkıcı bugüne kadar Toru’ya kendini vermiyor diye Bozbaytal’ı suçlamışsa da bu olayı gördükten sonra gözü açılmış gerçeği gözmüş ve Bozbaytal’a hak vermişti. Bozbaytal’ın yapısını, iç alemini ancak anlamıştı. İhtiyar yılkıcının gözlerinden yaşlar boşalmaya başladı. Çizgili yüzü yaşlarla doldu. Bel ki o da yıllar önce ölen karısın hatırladı. Karınsın ona yadigar kalan şu büyük oğluydu. Artık çocuklarına sevgi sunamadan son yıllarını büyük maddi sıkıntılar içerisinde yaşıyordu yılkıcı.
Niye bu kadar ağlıyordu bilinmez. Babasının bu halini görence oğlu da bir o kadar üzülmüştü.
Bozbaytal ölecekti. Baba oğul anladılar onun öleceğini.
-Baba haram murdar olmadan keselim Bozbaytal’ı dedi oğlan.
– Hayır! Diyerek kesti oğlunun sözünü. Sıcak göz yaşlarını eliyle silerek:
– Bunu ben yapamam, dedi.
O ana kadar sessiz sessiz ağlayan yılkıcı hıçkırıklarına hakim olamadı. Hem ağlıyor hem konuşuyordu.
– Zavallı Bozbaytalım. Sen insandan daha akıllı bir yaratıkmışsın. Bunu kesmeyeceğim oğlum. Bu ata bir insan gibi saygı göstereceğiz. Bozbaytal’ın önünde her ikimiz de insanlık farzımızı yerine getirmeliyiz!
Oğlu da ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Sürülerin içindeki Toru ata büyük bir nefretle dik dik bakıyordu.
Şafak sökmek üzereydi. Gök yüzündeki bulutlar dağılmaya başlamıştı. Rüzgar yukarı bayırlardan esiyordu. Kesif bir süt kokusu geldi Bozbaytal’ın burnuna. Biraz dirilir gibi oldu Baytal. Dağlar, tepeler, yaylalar, akşam vakti Köl-För yaylasının muhteşem manzarası canlandı hayalinde. Hele Çabdar’la geçirdiği anları hatırlayınca var gücüyle yerinden kalkmak için çaba gösteriyordu fakat nafile, bir türlü kımıldayamıyordu.
Son bir gayretle başını kaldırdı. Sevdiği yaylalara baktı. Sanki Çabdar’ın sesini duyuyordu. Çabdarı’nın hayali, onun gür sesi onu çok uzaklara çağırıyordu. Yavaşça ölürken kuyruğunu rüzgarlarda savuran “kayan yıldızını” gördü Bozbaytal.
[1] At bakıcısı
[2] Dört yaşına basan at
[3] atların bağlandığı yer
[4]atın tırnağı