Kategori: Makaleler

  • Siyer Kaynakları

    Yazan : Özcan ATAR

    Siyer Kaynak Sorunları

    “İslam dininin Kur’an-ı Kerim’den sonraki temel referansı olması hasebiyle hadisin önemi tartışmasızdır. Öyle ki hadis, dinin bizzat kendisi olarak görülmüştür. Nitekim İmam Malik’in şöyle dediği nakledilir: “Bu ilim yani İlm-i Hadis, dindir. Artık dininizi kimlerden aldığınıza dikkat ediniz.” (1) diyor Doç.Dr.Hüseyin Güneş. Hatta siyer çalışmalarında Hadis biliminin kullanılmamasının da noksanlık olacağını vurguluyor.

    Elbette Siyer çalışması yapılırken Hadisleri göz ardı etmek Siyer çalışmaları için bir eksikliktir. Ancak ben teknik olarak bu durumun doğruluğunu düşünüyorsam da benim asıl üzerinde durmak istediğim bu iki kaynağın “güveninirlik” problemleri.

    Yıllardan beri bu kaynaklar üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiğini düşünür, yazarım. Kaldı ki bugün artık yapay zekâ programlarıyla bu kaynakların daha derin incelemeleri yapılarak en “doğru” ya biraz daha yaklaşılabilir.

    Ben İslam kaynaklarının ve metodolojisinin uygulanış sistemlerinin zamanın ruhuna göre oldukça gelişmiş ve sistematik olduğuna inanırım. Bu, sistemin bir övgüsü olur; fakat sistemin içindeki konuların bir övgüsü olamaz. En azından birçoğu için olamaz. Bilgilerin doğruluklarının üzerinde çalışılması, ayıklamalarının yapılması, en doğruya ulaşmak için yoğun bir çalışmanın gerekliliği bilim insanlarımızın üstünde bir zorunluluk ve hatta sorumluluk olarak duruyor.

    Kadim bilim insanlarımız, bilgiyi alırken bilginin sağlam olmadığını mutlaka biliyorlar fakat kitaplarında bu bilgileri açıklama bile yapmadan almakta bir beis görmüyorlar. Hatta bu bilgilerin alınmasını “objektiflik” olarak bile düşünebiliyorlar. “İslâm tarih yazım yöntemine bakıldığında genellikle hadise ve olguları gerçekçi ve yalın bir şekilde olabildiğince nesnel nakletmek, sağlam ve doğru görünen nakli esas almakla birlikte zayıf görünen rivâyetleri de kayda alarak bunların kaybolmasını önlemek maksadıyla bir anlamda koruma altına alınmasının amaçlandığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Bu bağlamda İslâm tarihçilerinin hedefleri arasında kendilerinden sonrakiler için bilgi toplamak olduğu da anlaşılmaktadır. Bu tarihçileri, duyduklarını araştırıp elde ettiklerini toplayan ve bunları asla değiştirmeden aynen kaydeden bilgi koleksiyoncuları olarak kabul edebiliriz. Bu geleneğin son temsilcisi Asım Köksal’ın seleflerinden farklı olarak yaptığı şey ise, benzer rivâyetleri tekrar olmaması için ve okuyucuyu yormamak adına eserine almamasıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere o, yalnızca farklı olan tüm rivâyetleri derleyerek tekrardan kaçınmıştır.” (2)  Bu kadim eserleri okuyan eleştirmenler de zamanın ruhu içinde bu bilgilerin olmasının doğal olduğunu belirtiyorlar onlar da tıpkı kitabın yazarları gibi her bilgiye yer verilmesini Bilimsel bir çalışma olarak görebiliyor. “Öyle ki hadis, dinin bizzat kendisi olarak görülmüştür” diyen bilim insanımız da buna inanmaktadır. Bu bakış açısıyla bilgiyi yorumlayan zihniyetlerden çıkan sonuçlar ülkemiz adına insanı ümitsizliğe gark etmiyor da değil. “Yaklaşık bir asır öncesinden itibaren Türkiye’de yenilikçilerin şikâyet ettiği hususların hâlâ küçümsenmeyecek ölçüde varlığını muhafaza ettiği bir gerçektir. Nitekim geleneksel kültürümüzde var olan Siyer malzemesi, geçmişin tenkit birikiminden de yararlanmak suretiyle, modern tarihçiliğin metodolojisi kullanılarak ve analitik/kritik bir yaklaşımla henüz süzgeçten geçirilmediği belirtilmelidir. Ülkemizde hadis alanında belli bir mesafenin kat edildiğini söyleyebiliyorsak da Siyer çalışmaları için aynı şey söz konusu değildir. (3)

    Bu eserlerin(hadisler) ihtiva ettiği Siyer malzemesi, rivayetler bir araya getirilip uygun bir metotla işlendiğinde karşımıza hacimli bir siyer kitabı çıkaracak kadar boldur.” Siyer çalışmalarında diğer disiplinlerden de yararlanmanın HACİMLİ bir siyer ortaya çıkaracağını söyleyen bilim insanlarımız Asım Köksal’ın HACİMLİ Siyer Kitabına bakabilirler ki baktıklarında akıllara durgunluk verecek uydurma bilgileri göreceklerdir. Doğrusu “HACİMLİ” bilgi değil “HAKİKİ” bilgi amacımız olmalı.

    Yukarıda da belirttiğim gibi “Geleneksel Bilgi Metodlarımız” saygıya değerdir. Bilginin taşınması noktasında Doğu Bilimi, Ravi zinciri ile kurulan bilgi ağı metodu sebebiyle Batı Biliminden  elbette daha sağlamdır. Ancak Batı skolastik düşünceden kurtulmanın bir yolunu bulmuşken Doğu maalesef 21. Yüzyılda bile kurtulamamıştır. Artık bu durumdan sonra metodun teknik olarak çok sağlam olmasının ne anlamı var. Bilgi çokluğu ile değil, doğruluğu ile değerlidir.

    Bahira Olayı : Bu olay için gelen haberlerde evet bu olay yaşanmıştır diyen rivayetler de var, yaşanmamıştır diyen rivayetler de var. Mesela İbn Hişam, İbn Sa’d ve Ebû Nuaym’ın naklettikleri rivayetlerin ya hiç senedi yoktur, ya da mürseldir(rivayet zincirinde kopukluk) demiştir. (4)

    Hz. Muhammet Şam’a ticaret yolculuğu yapmış olabilir hatta Rahip Bahira ile diyalog geçmiş de olabilir fakat bulutların gölgelemesi, ağaçların secdelere kapanması gibi abartılar maalesef İslam SİYER ve HADİS geleneğinde bolca kullanılmıştır. Kaldı ki Kuran bu olaydan hiç bahsetmez. Tam tersine “Kur’ân, Hz. Peygamber’in risâleti beklemediğini, iman ve kitap nedir bilmediğini belirterek, bu meyandaki anlatıları kesin bir şekilde reddetmektedir. Rasûlüllah’ın etrafında bulunan önemli kişiler hakkında bile ayrıntılı bilgi bulunmazken, konuşma esnasında Hz. Peygamber’i öldürmeye gelenlerin isimlerinin dahi belirtilmesi, hadisenin sağlam bir temelden ne kadar yoksun olduğunu ortaya koymaktadır” (5)

    Hadisler başlı başına bir sorunken Siyer konusunu ispatlamak için Hadisleri delil göstermek bambaşka bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Böyleyken bile Bahira olayı ile ilgili haber sadece Tirmizi ile teyit edilmiştir.

    Ayın ikiye bölünmesi :

    Ay’ın ikiye bölünmesi ile ilgili Siyer ve Hadis kitaplarında yoğun malumatlar var. Bilim insanlarından bir kısmı böyle bir olay yok derken bir kısmı böyle bir mucize var diyor. Ben böyle bir mucizenin gerçekleştiğine inanmıyorum. Ancak Allah’ın her şeye yapmaya güç sahibidir . Nehirleri bölebilir, Ayı ikiye bölebilir bunlar Allah için çok kolaydır. Allah mucizeler yaratabilir fakat dünyanın kendisi zaten bir mucize, Hz. Muhammed’e verilen Kuran mucize ve Tanrı Kuran mucizesinin yeterli olduğunu bildiriyorken (İsra/59;Ankebut/50-51) niçin zorlama ravi bilgilerine yaslanalım. Doğru bilgi kaynağı (Kuran) apaçık önümüzde dururken niçin İslam Kültürünün ürünü olan ve içinde İsrailiyyattan, bozulmuş Hıristiyanlıktan alınma pek çok uydurma bilgiler olan kaynaklara itibar edelim. Dğru ve yanlışı ayrıştırma ölçeği veya zihin jimnastiği olması babında elbette tüm kadim bilgiler okunup yazılabilir değerlendirilebilir  fakat dosdoğru bilgiymiş gibi ve bu bilgiler değiştirilemezmiş gibi bir inançla bilime ilime yaklaşırsak o zaman işte çıkmaz sokaklara giriliyor.    

    “O (son) Saat yaklaşmıştır ve (onun vakti geldiğinde yörüngesinden çıkarak herhangi bir gök cismi ile çarpışması neticesinde) ay da infilak edip parçalanmış (olacak)tır. Ve şayet onlar, bir ayet (ayın inşikakını, bölünmesini) görecek olsalar bile, (yine de) yüz çevirecek ve şöyle diyeceklerdir: “Sürüp giden bir büyüdür bu” diyeceklerdi.(6)   (54.sure /1-2.ayetler) bu ayeti Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesine delil getiren bilim insanları var. Ayetten Peygamberin Ayı ikiye böldü mucizeni çıkarmak ilmi olarak mümkün görünmüyor. Ayet kıyamet zamanında Ay’ın nasıl olacağını belirtiyor. Ayet “O saat yaklaşmıştır” derken zamanın uzunluk ve kısalık algısını kendi perspektifinden anlatıyor. Bir insan için Kıyamet belki milyar yıllar sonra vuku bulacaksa da uzay zaman diliminden bakıldığında bu zaman çok kısadır. Zamandan münezzeh Tanrı için bu anlatım oldukça normaldir. Ayet gelecekte olacak olandan bahsediyor ve her ne kadar şimdilik Ay’ın parçalanması gibi bir durum yoksa da (ki yok), velev ki parçalandı parçalandığını gördükleri halde gene de bana inanmazlardı diyor Tanrı. Bu ayet hakkında Erhan AKTAŞ “Gerçekler ortaya çıktı. “Ay yarıldı” bir deyimdir, bir şeyin gerçek yüzünün ortaya çıkması demektir. Ayette yer alan “inşikak/yarılma” sözcüğü bir şeyin iki parçaya ayrılması değil, bir şeyde meydana gelen çatlak anlamındadır. İnşikak, “şikak” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük, herhangi bir nedenden dolayı hayvan veya insan cildinde meydana gelen çatlama, yarılma veya bir şeyin açığa çıkması anlamına gelmektedir. (Örneğin, 2:74, 90, 37, 1) “Ayın yarılma mucizesi” olarak inanılan ve bunun üzerinde geniş bir rivayet oluşturulan bu ayette, bir mucizeden söz edilmemektedir. Bu tamamen Kur’an’ın anlatım diliyle ilgili bir konudur: Ahiret ve Kıyamet sahnelerinin yer aldığı ayetlerdeki fiiller, geçmiş zaman formundadır. Böylece olacak olan şeylerin, kesinlikle olacaklarına vurgu yapılmaktadır. Kur’an, Nebi efendimize mucize verilmediğini birçok ayette açık bir şekilde ifade etmektedir. (59,90-93; 5-6; 38; 50-51)” demektedir.

    Mustafa İslamoğlu bu ayet hakkında : “[ “Gerçekler ortaya çıktı”. Ya da: “Ay tutuldu”. Kur’an’da Son Saat haberleri, kesinliği ifade için geçmiş zaman kipiyle gelir. Bu âyet de onlardan biridir. Kıyamet 8, bu manayı teyit eder. Buna göre olay kozmik kıyamete bir atıftır (İbn Âşûr). Bir ihtimal âyet, kozmik sistemin oluşumu sırasında ayın yeryüzünden kopuşuna da yorulabilir. İlk alternatif anlam olan “Gerçekler ortaya çıktı”, “Ay yarıldı”nın mecazi karşılığıdır. Araplar bir işin gerçek yüzü ortaya çıktığında “Ay yarıldı” mecazını kullanırlar (Mâverdi).İkinci altenatif anlam olan “Ay tutuldu”nun açılımı şudur: ‘Tutulma sonucu Ay, parçalanmış gibi göründü’. İbn Abbas der ki: “O günlerde Ay tutulması yaşandı; bunu gören müşrikler “Muhammed sihir yaptı” dediler. Bunun üzerine Kamer sûresi indi.” 2. nesilden Hasan el-Basri ve Ata da, bu âyeti “ay tutulması” ile tefsir etmişlerdir. Anlaşılan o ki, o dönemde bir ay tutulması yaşanmış, tutulma sonucu ay ikiye yarılmış gibi görünmüştür. Hatta müşrikler, aya yapılan sihri bozmak için, çocuklarına sokakta tencere tava çaldırmışlardır. İlk nesil müfessirlerinin Kur’an’la birebir mutabık olan bu makul açıklamalarının yerini, sonraki müfessirlerin spekülasyona dayalı mucize rivayetleri almıştır. Oysa Kur’an İsra 59 ve Ankebut 50-51’de, Hz. Rasûl’e Kur’an dışında ayet/mucize verilmediğini tartışmaya mahal bırakmayacak netlikte ifade etmiştir.” demektedir.

    Yukarıda anlatılan siyer konularından sadece ikisine değindik işin karmaşıklığından çıkamadık. Fakat devir artık yapay zeka devri olduğundan bilginin işlenmesi saniyelere kadar inmiş durumda. Tüm İslam dünyasının çok işi var ama…

    1: SİYER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ SAYI: 3 • OCAK-HAZİRAN 2018

    2: Doç. Dr. Cafer ACAR , Arş Gör. Aygün YILMAZMUSTAFA ASIM KÖKSAL ve İLMÎ KİŞİLİĞİ, Emin Yayınları, syf:124, Bursa,2021

    3: Doç. Dr. Cafer ACAR , Arş Gör. Aygün YILMAZMUSTAFA ASIM KÖKSAL ve İLMÎ KİŞİLİĞİ, Emin Yayınları, syf:119, Bursa,2021

    4: İhsan ARSLAN, RTEÜ Sosyal Bilimler Dergisi 8, syf.322  (2018),

    5: İhsan ARSLAN, RTEÜ Sosyal Bilimler Dergisi 8, syf.338  (2018)

    6: Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK, MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi,2017

  • Fahreddîn Mubârekşâh’ın Şecere-i Ensâb adlı eseri

    “Hz. Âdem (A. S.)’dan bu yana hiç kimse Türkler kadar padişahların gönlünü kazanıp yüksek mevkilere yükselmemiştir.

     …Görevinde çok başarılı olan Türk padişahı Afrasiyab’a göre: Türk sedefteki bir İnci gibidir; Denizin dibinde olduğu müddetçe değersiz iken oradan çıkınca gerçek kıymeti fark edilir…

     Padişahların taçlarının süslenmesinde, güzel hanımların boyunlarında ve kulaklarında onların güzelliklerini artırır.

     Türkler İslam’a sahip olmalarından dolayı çok zengin sayılırlar. Türkistan’ın diğer milletlerden üstün olmalarının bir sebebi de zaten budur.  

    Türklerin diğer milletlerden üstün olmalarının başka bir sebebi de dünyadaki hiçbir vilayet Türkistan’ın sahip olduğu vus’ate (ulaşım ağı-yerleşke) sahip değildir. Doğuda Çin sınırlarına, batıda ise Rum’a kadar uzanmaktadır.  Kuzeyde Yecuc ve Mecuc sınırına ve güneyde ise Hindistan’ın karlı dağlarına kadar uzanan geniş bir coğrafyayı içermektedir.

    …Türklerin bölgelerinde üretilen ürünler ve acayip eşya, sürekli olarak diğer bölgelere nakledilip pahalı fiyatlara satılmaktadır.  Buna örnek Tatar ve Tibet ve Huten saksısı, Çin kumaşı, kıymetli Türk yakutu, Tilki, Samur, Sincap gibi hayvanların kürkü, ayrıca şahin gibi av kuşları ve çok kuvvetli ve genç develer ve atlar satılmaktaydı…

    …Türklerin vilayeti olan Tokuzguz’da padişah sarayının çatısında çeşitli mücevherlerden yapılmış bir kule vardır ki, kilometrelerce uzaktan bile görünmektedir.  Halk ona tapar.  Çin padişahları ona taparlar ve kendilerini Türkistanlı sayarlar…

    Halk Arapçadan sonra Türkçenin en heybetli dil olduğuna inanır. Çünkü dönemin en iyi emirleri ve komutanları Türklerdir. Dolayısıyla bunlar çok zengindirler ve bunların maiyetinde çok sayıda asilzâdeler hizmet etmekte olup bu sayede itibar kazanmaktadırlar. Okuma yazma bilip kitaplara aşina olan diğer Türkler sihir ve astronomi ile ilgilenirler…Çocuklara yazı eğitimi verilir. Yazıları iki çeşittir: biri Soğd (soğdî ve diğeri ise Toğozğuzi (Oğuz) yazısıdır.

    Türkler hakkında bu tuhaf ve acayip bilgilerin verilmesinin sebebi, onların sahip olduğu özelliklerin diğer toplumlara nazaran üstün olduklarını göstermektir.”

    Kaynaklar :

    1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Edward_Denison_Ross
    2. Mehmet Turgut BERBERCAN, Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 4(1): 061-076
    3.  (https://mimarsinan.academia.edu/AbdollahDodangeh/CurriculumVitae Abdollah DODANGEH, Türk Dünyası Araştırmaları, Sayı: 188, Ekim 2010
  • Latin Alfabesine Karşı Çıkan Aydınlar

    Yazan : Özcan ATAR

    Latin alfabesinin tartışıldığı süreçte elbette tüm Osmanlı aydınları Latin alfabesini topyekun kabul etmedi. Muhalif olanlar da vardı. Muhalif olanlar şu argümanları öne sürdüler :

    (daha…)
  • 19.YÜZYIL SONUNDAN 20. YÜZYILIN İLK ÇEYREĞİNDE TÜRKÇEMİZ ÜZERİNE YAZILIP KONUŞULANLAR- V  (Münif Paşa-1862)

    Yazım sorunu daha 19.yüzyılda tartışılıyordu. Atatürk’ün yapacağı radikal devrimlerin zemini 19.yüzyılda hazırlanmaya başlanmıştı ve Atatürk sarsılmaz iradesiyle son noktayı koyuyordu.

    Bugün bu güzel Türkçemizi anlaşılır şekilde konuşuyor yavaş da olsa dünyaya dilimizi yayıyorsak atalarımızın gayretlerini yad etmemiz çok önemli.

    Türk Cumhuriyeti sanki köksüz, bir anda ortaya çıkıvermiş gibi bir anlayış hala beyinlerde dolaşmaktadır. Medeniyet çalışmamız varsa elbette köklerimizden aldığımız ilhamımız olmalı.

    (daha…)
  • 19.YÜZYIL SONUNDAN 20. YÜZYILIN İLK ÇEYREĞİNDE TÜRKÇEMİZ ÜZERİNE YAZILIP KONUŞULANLAR- IV- (Mustafa Şekip Tunç )

    Harf inkılâbıdan 8 yıl sonra: “Arkadaşlar: On yedi yıl içinde büyük işler başardık, başarıyoruz.Bunların içinde Türk dili devrimine, geniş ölçüde belki de geç başladık.Fakat zamana göre alınan sonuç hepimizin hoşnutluğunu çekecek kadar yüksek sekiz yıl önce arabın karışık şekillerden ibaret yazısını atıp yerine arsıulusal yazıyı alırken pek de güçlük çektik, diyemeyiz. O,kanunla yapıldı gerçi bazı eski kafalılar, yeni yazı kabul edilince cahil kalacağımızı sandılarsa da bunun hiç de böyle olmadığını kendileri de kısa zamanda anladılar. Eski yazı zamanında ancak iki üç yüz bin şöyle böyle okur yazara sahip bulunan yurdumuz yeni yazıdan sonra iki buçuk milyon vatandaşı okuttu. Bu gün yediden yetmişe kadar milyonlarca vatandaş eline aldığı gazeteyi okuyor mektubunu kendisi yazıyor.” diye başlıyordu konuşmasına Sinop Halkevi Kültür Direktörü İbrahim Ertuğrul.(1)

    (daha…)