Günümüz insanının Kuranı okumamasının sebepleri üzerinde kafa yormuş pek çok insan var ancak Dücane Cündioğlu “ Kuran ve Dile Dair” adlı kitabında çok farklı açılardan ele almış konuyu.
Öncelikle Kuranı bizim anlamamızdan çok Kuran-ı çevirenin anlaması önemli. Tercüman anlayamıyorsa bize nasıl anlatacak. Özellikle Türkler ve dili Arapça olmayan halkların Kuranla arasına maalesef tercümanlar giriyor. Tabi bu da Kuranın saflığını anlam yoğunluğu ve bütünlüğünü allak bullak ediyor. Yani Kuranı en iyi anlamanın yolu Arapçayı bilmek oluyor.
Eskiden herhangi bir konu düz yazı ile değil şiir yolu ile anlatılıyordu. Tabi şiirde düz yazı gibi bütünsel anlamdan ziyade parça anlam vardı. Divan edebiyatında her beytin kendi içinde anlamı olması gibi. Dolayısıyla kitabı elinize aldığınızda beyitlerle dörtlüklerle karşılaşıyordunuz. Bu elbette çoğunlukla sözlü geleneğe sahip insanların ezberlemek ve hatırlamayı kolaylaştırmak maksadıyla uyguladıkları bir yöntemdi. Böyle düşündüğümüzde günümüz modern yazınına alışmış bizler için oldukça zahmetli bir teknik şiir tekniği. Bugün anlatmak istediklerimizi şiirsel anlatmaya kalktığımızda nasıl bir tepki göreceğimiz aşikar. İşte bu sebepten Kuranın yazım tekniği biz modern insanlara uzak kalmış olabiliyor.
Bireylerin sağlıklı düşünebilmesinin tek kaynağı Kurandır. Bu kaynaktan mahrum insan halleri gözümüzün önünde serili durmuyor mu?
İnsanın makamı mevkisi ve bilgi birikimi vs. bir anlam ifade etmez. Ta ki sağlam bir ipe tutunmuş olmasın. Osağlam ip Allahtır ancak çarpık zihniyetlerin ortaya çıkardığı derme çatma bir Allah değil. O Allah ki eşi benzeri yoktur EHAD dir O Allah ki İsanın babası değildir tek kelimeyle SAMED dir. O nun bize hatırlattığı gibi ne kadar az düşünüyoruz. O’nun bize aşikar bildirdiği gibi her yanımız şaytanlanlarla sarılı düşüncelerimiz onun nefesiyle efsunlu midelerimizde o da çalkalınıyor ve kalplerimize musallat olup Allahın mührünü kazımakla meşgul. Böyle şeytanla sarmalanmış bireylerin çoğunluk oluşturduğu bir millet düşünün ki bu dünyanın varacağı nokta ortaya çıksın.
Böyle toplumlar malesef çarpık zihniyetli liderleri peydahlıyor ve bu toplumlarda kan gözyaşı zulüm eksik olmuyor. Zalimlik sadece kanla olmuyor manevi buhranlar da bir nevi zulüm oluyor. Esadı görüyoruz bunun gibi nicelerini gördük. Kendi halkının üzerine uçak salan vampir zihniyet. Bu vampir tanındı göründü daha ne vampirler var gizli. Bazıları kuyruğuna basınca ciyaklıyorlar Putin gibi. Neden neden bu insanların gözleri dönük kalpleri hınçla dolu beyinleri neden arızalı: Allah yok hücrelerinde.
Dünyayı savaşlara sürüklüyorlar. Batılın batırları bu adamlar. Hak topuzu kafalarına inecek adalet kılıcı elbette kellelerini uçuracak ancak tüm bunlar olurken ben sen biz hangi safın askeri olacağız. Hakkı üstün tutanların beyni kalbi aydınlanmışların mı yoksa zifiri karanlıklar dünyasının aktörü batıl yolun temsilcilerinin mi ordusunda mücadele (cihad) edeceğiz.
Bazı yazılarımda “bilgi toplumu” nun nasıl olması gerektiğini “Bilgi toplumu” olmanın yararlı sonuçlara götürdğünü vs. yazmıştım hatta “bilgi toplumu” olmak değil de “bilge toplum” olmak gerektiğini açıklamaya çalışmıştım. Ancak ben tüm bu kavramların yerine “Kuran toplumu” kavramının en doğru kavram olacağına ulaştım. Kuran toplumu kavramı daha kapsamlı. Bazı kesimlerce bu kavram “belli bir dini” yansıttığı için daha sığ kalacağını söyleyeceklerdir. Tabi hangi pencereden nereye nasıl baktığınız önemli. Ben İslam penceresinden bakıyorum. Buradan bakınca en küçük zerrede en büyük eserde Allah izi görüyorum. Ama bu Allah, yukarıda da belirttiğim gibi Yahudinin, Hristiyanın veya Budistin hayalindeki bir Tanrı olgusu değil. Kuran Allahı evreni dünyayı yaratılmışları ve onların doğrularını zaaflarını öyle anlatıyor ki “gerçek” kendini tam anlamıyla hissettiriyor. İşte diyor insan “doğru olan Allah sistem kavram özümseyiş algılayış” bu. Kuran öğretisini çözen insanlık istiyorum. özcan atar
Pek çoğumuz dünyada yaşarken game ower denildiğinde ne olacağımızın endişesini merakını yaşarız. Kaygılanan da olur hiç tasa duymayan da. Ancak pek çok insan dünyadaki yaşamdan sonraki sahnelerin neler olacağını hocalara sormaktan yorulmazlar.
“Farkındalığa” ulaşabilsek… Kuran önümüzde dururken , Kuran tüm insanlığın kurtuluşunu vaat ederken ve dünyadan sonra neler olacağını apaçık anlatıyorken “bu gaflet niye” demekten insan kendini alamıyor.
Allah bazı ayetleri diyalogları detaylı anlatmazken öldükten sonra dirilmeyi o zaman diliminde geçen diyalogları enfes bir şekilde sunuyor. Kabirden sonraki aşamalar ilginçtir Tevrat ve İncil’de zikredilmez. Kur’an bu yönüyle iki kitaptan net ayrışır.Keşke dünya insanlarına duyurabilseydik.Fakat…
Biz Kurandaki insanlığın diriliş hadisesini bir film gibi seyredelim.
Öncelikle bir şekilde her şey yıkılıp dökülecek yok olacak insanlar hayvanlar ölecek. Sadece Allahın yok etmedikleri istisna. Yani kıyamet dediğimiz hadise vuku bulacak. “Sûr’a üfürülünce, Allah’ın dilediğinden başka, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi çarpılıp cansız yere düş(er)”ecek. (ez-Zümer, 39/68).
Batılılar Amerikalılar zaten bu konuda oldukça iyi filmler yaptıkları için günümüz insanının hayal etmek için fazla sıkıntı çekeceğini zannetmiyorum. İlginç olan Batılıların “zombileri” nereden kopyaladıkları. Her ne kadar Kurandaki “kabirden kalkışlar” zombilerle alakasız olsa da zombilerin kabirlerden çıkması insanın ilk dirilişle ilgili hayal gücünü geniş tutmasına olanak veriyor.
Aman Allah’ım ne muazzam bir sahne. Çocuğunla eşinle milyar yıl önceki dedelerinle belki milyarlarca yıl sonraki torunlarınla ananla babanla dünyada belki göremediğin minik kardeşinle ve her şeyden önemlisi bu zamanlar için seni uyarmaya çalışan PEYGAMBERLERİNLE yaratıcının huzurunda çırılçıplağız. Allahtan gelmiştik tekrar ona döndük. Kabirlerden kalktık teker teker…işte o kalkış anı buyurun Kuran: “…o gün yerden (kabirlerden) çıkarak hızla koşmaya başlarlar… sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler .Başları boyunları üstüne kaskatı dikilmiş, göz kapakları kıpırdamaksızın korkudan dolayı zihinleri bomboş bir halde koşuşurlar….O gün, en ufak bir sapma göstermeden çağırıcıya uyarlar. Sesler Rahman’ın huzurunda kısılmıştır; fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.” İlk kalkışta ağzımızdan dökülen söz şu olur: “elhamdülillah!” saf, şaşkın, korku dolu bir halde iken kendi aramızda fısıldaşarak şöyle konuşuruz : “ on gün kadar bile kalmadık (dünyada)…yalnızca bir gün kaldık…” Allah bunun üzerine şöyle der: “… bir saat kadar kalmış gibidirler….halbuki Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!”
O gün belli bir yöne doğru gayri ihtiyari hızla koşarken insan halleri farklı olacak. Dünyada iken Allah’a inananlar, mütevazı hayat yaşayanlar, Allaha teslim olanlar, erdemli yaşayanlar, yalansız dolansız yaşayanlar, kabirlerinden çıkıp hızla koşarken nasıl olacaklar? İşte Kuran: “O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, ışıltıları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk budur.( (Hadid Suresi, 12)… Onların yüzlerinde ne bir karartı ne de sararma, ne de bir zillet (görülmeyecek), işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.( Yunus Suresi, 26-27)… … O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: “Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin.” (Tahrim Suresi, 8)
Peki hızla koşarken Allaha inanmayan ve berbat bir hayat yaşayanlar,zalimler, haksız yere öldürenler, fitne fesat çıkaranlar vs.onlar nasıl olacaklar? İşte Kuran:” … O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: ” (Ne olur) Bize bir bakın, sizin ışıltınızdan birazcık alıp-yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayıp-bulmaya çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 13)… Gözleri ‘zillet ve dehşetten düşmüş olarak’, sanki ‘yayılan’ çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)… Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: “Bu, zorlu bir gün.” (Kamer Suresi, 8)… Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 43)
Tabi herkes kendi derdine düştüğünden eşim, çocuklarım, annem, babam kardeşlerim vs. düşünecek hal yok. Dümdüz her şey…tek tek ,fert fert…bağlar yok.. kendim ve Allah!! Ancak akrabam tanıdığım eşim babam çocuğum değil ; inananlar ve inanmayanlar var! İki taraf o hengamede o telaşta birbirini görüyor! Biri gayet emin, güvenli, mütebessim, diğeri sararmış, korkulu, tedirgin. ben hangi tarafta isem… işte Kuran : “…kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar, Annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından, O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 33-37)
Diriliş gününde zelil duruma düşmüş olanlarla kurtuluşa ermiş olanların kendi aralarında yapacakları konuşmalar da Kuranda anlatılır. Ancak Kuran o diriliş gününün geleceğini dünyada iken inançsızlara haber verir. Ve bu anlatış muazzam bir şekilde SAFFAT suresinde resmedilir. Öylesine ihtişamlı bir giriş yapılır ki Kuranda; bu harikuledelikleri anlatanın anca “deli” olabileceği dillendirilir. Peygamber saçmalıyor artık iyice deli divane olmuştur kafirlerin gözünde. Nasıl olurdu?Bu garip sözler ondan nasıl sadır olurdu? Halbuki o Muhammet ,bildikleri Muhammet! şehirdeki en “güvenilir” insan değil miydi?
Allah mezardan çıkınca bana geleceksiniz o zamanların geleceğine inanın diyor Saffat’ta. Çünkü sen basit bir insan olduğunun farkına var. Bileşenlerinde balçık olan basit bir maddeden yaratıldın. Bil ki senden başka uçsuz bucaksız kainatlar, sıra sıra dizilmiş görevli melekler, ateşlerden yapılmış şeytanlar, o hırsız şeytanları delip geçen ışınlar var. Ateş topu yıldızlar, insanları tehlikelerden koruyan sema var. Uzaylarda dönen gezegenler, farklı boyutlarda insanların asla bilmediği nice durumlar var! Bunları yaratmak mı zordur yoksa küçücük insanı yaratmak mı? Sen küçücük bir dünyada küçücük bir insan olduğunu bil! Haddini bilerek yaşa ki tekrar dirilince hakir duruma düşme! Ne var ki tüm bunları öğrenen Hz.Muhammet hayranlık içinde şaşırmışken onlar : “bunlar sihirbaz sözleri” diyerek alay ettiler ve “ne yani öldükten sonra tekrar mı dirilecekmişiz (!) “ dediler. Halbuki inansalardı ne kaybederlerdi ?…
İşte o an gelip çattı insanlar tek bir çığlık ile mezarlardan çıktılar ve bakındılar!
Ve sonra İnançsızlar yan yana geldiler ve başladılar fısıltı ile konuşmaya : “ eyvah! Bugün yargı günü..” bir taraf (iyi gibi görünüp) bizi siz ayarttınız dedi; suçlanan taraf ise hayır biz sizi zorlamadık zaten siz azgındınız(bizim dediğimizi yapmaya meyilliydiniz)dediler ancak; suçlanan taraf ikna olmayınca, “doğru! biz sizi yoldan çıkardık ; çünkü biz gerçekten çok sapkındık” dediler. Sonra kendi aralarında Allah’ın vaadi yerine geldi hep beraber boyun büküp “azabı tadacağız çare yok” dediler.
Ve sonra kendini Allaha adamış olan inançlılar yan yana geldiler ve başladılar fısıltı ile konuşmaya : biri diğerine; “dünyadayken benim bir arkadaşım vardı bana sen de mi öldükten sonra dirileceğine inanıyorsun…ölüp toprak olduktan sonra bir de dirilip hesap mı vereceğiz derdi” dedi ve yanındakilere; işte ben o kişinin cehennemdeki son halini gördüm. dünyadayken az kalsın beni de kendine çekecekti ben şimdi onun gibi cehennemin ortasında kalacaktım. Allah korudu da ben ona uymadım.” Dedi. Sonra kendi aralarında birbirilerine “biz bir daha ölmeyecek miyiz” diye (belki şaşkınlık ve sevinçle )sordular. (belki içlerinden biri) “hayır bir daha ölmeyeceğiz (kardeşlerim)” dedi. Hep beraber “işte en büyük saadet,kurtuluş” bu dediler.
Bu diyaloglar bu şekilde oluyorken Allah dünyada biz yaşayan insanlara bu örnekler üzerinden şöyle diyor: “(artık dünyada yaşayanlar) Böyle ebedî bir saadet için çalışsınlar..”
Sorgulamalar bittikten sonra inançsızlar Cehenneme inançlılar ise ebedi kalacakları Cennete gönderilirler.
Yazan : Özcan ATAR (2012 yılından yazdığım günlüğümden)
Hayır, şu 2012 felaket çığırtkanlığı neden ayyuka çıktı. Ölen kuşlar çekilen sular vs. yılın ilk filmi “2012”.Geçen yıl şeyh Nazım Kıbrıs de savaş çıkacak büyük felaketler olacak diyordu. Hayır, niçin felaket sevdası bu kadar pohpohlanıyor. Geçen yıl Japonya’daki tsunami çok büyük bir afetti. Bu yılda da olabilir. Felaket bekleyip yapacağımızdan da geri kalmayacaksak Allahlın bildirdiği gibi: ” Yapmayacaklarınızı niçin dillendiriyorsunuz?”.
Kıyamet beklemeye de gerek yok. Kim ne derse desin kıyametin zamanını sadece Allah biliyor. Bunun üzerinde kafa yormanın bununla ilgili bilgiler içerisinde boğulmanın lüzumu yok. Önemli olan bizim ruhlarımızdaki sarsıntılardır. Aslında kendi gözyaşlarımızın tsunamisinde boğulmalıydık. Allah “az güler çok ağlarlardı” demiyor muydu? Ama biz çılgınlar gibi gülmeye başladık. “Hayır mı? “dediniz. Ben “evet” diyorum. Televizyondaki reklamlarda insanlar hep gülüyor, gülüyor. Tamam, onlar gülüyor ama halk ağlıyor denilebilir. Doğrudur. Ağlamak da fayda etmez. Kimin için ve niçin ağlıyor halk. Kpss’ yi kazanamadım, param az, zengin değilim diye ağlanır mı Allah aşkına. Ağlamalar sadece Allah için ve Allaha götüren yollar içindir ve hatta gülmeler de onun içindir. Bir adet sucuk için gülmenin ne anlamı olabilir ama hiç gülmeyelim mi! Hediyelere, eşyalara, sevinmeyelim mi ! Sevinelim ama o eşyayı bize sunan ilahı unutmadan. Peki, onu unutmamak nasıl olmalıdır. Bence güne “bismillah” diyerek başlamakla. Böylece o gün ağlamalar ve sevinmeler Allah merkezli olmuş olur mesela çok harika bir yemek sizi mutlu etmek üzere değil mi! Tam o esnada Allah beyne ve kalbe otomatik gelecek ve biz Allahlım sana teşekkür ederim diyeceğiz ve önce senin adın deyip “Allah’ın ADIYLA” deyip afiyetle yiyecek ve mutlu olacağız. Yedimiz o yiyecek büyük bir hazla vücudumuzla birleşecek damarlarda ilerleyecek.
Sevmekten ağlamak vardır ya. Allahlı sevmekten ağlamak istiyorum. onun azameti karşısında secdelere kapanmak istiyorum. En yakınlarımızı severken onları da Allahlın yarattığının bilinciyle onları daha çok sevdiğimde Allahlı da çok sevmiş olacağımı biliyorum. Hani diyor ya insanın mükemmel örneği: “siz birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız…” Allah için sevmek. Sevdikçe sevmek eşini çocuğunu ana babanı kardeşini arkadaşlarını. Hani diyor ya insanı kâmil “…ne kadar seversen sev sevdiğinden ayrılacaksın…” bu ayrılık dünyada bedenlerin ayrılığı olacak muhakkak ama ruhlar birbirine Allah bağıyla bağlıysa ayrılık olmayacak. Onun için Allah’ı içselleştirmiş bir insan olarak sevmek lazım. Arada Allah olacak şekilde ağlamak lazım. Yoksa ayrılıklar isyana, isyan haddi aşmaya sürükler insanı. Ölen insanın ardından “çırpınan yasçı kadınlar “olamaz Allah için ağlayan. Bilir ki ruhlar Allaha dönmede.
Felaket felaket deyip durmayalım lütfen. Felaketler olmasa Allah’a nasıl ulaşırdık. Ölüm bizi topluyor. Ölümü gülerek karşılayacak imana sahip değilim ancak ölüme sabredecek inançtayım. Gülelim gülelim ağlayalım hepsinin içine Allah koyalım. Bir gülüyorsak bile iki ağlayalım. Lüks yaşamlar içinde kendimizden geçmeyelim velev ki lüksler içindeyiz, gece karanlığı çöktüğünde lüks dairelerimizin lüks ışıklarını kapatıp kalp köşkümüzün içinde Allah’ın ışığını yakalım ki dünyanın süsleri bizi bizden almasın. Neymiş en son kural lüks yaşa ama Allahsız da yaşama.
Mustafa İslamoğlu’na ait İnsanın yaratılışına dair en tatmin edici makalelerden birini alıntılıyorum.
Baki olan sadece Allah’tır. Ruhun ölümsüzlüğü akidesi, hem ‘Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğu’, hem de ‘Allah’tan başka her şeyin fani olduğu’ kur’ani ilkelerine aykırıdır.