Yazan : Özcan ATAR
Öleceğini bilen varlık olarak ne kadar da neşeliyim. Hem bu ayrılış ne zaman olacak belirsiz hem vuslat yeri belirsiz. Belirsizlikler girdabına doğru yol almak… insan ürperiyor.
Her ne kadar kutsal kitaplar çok bilgiler veriyorsa da nasıl desem gidenlerin hiçbiri de dönmüyor ya geriye. Acabalar, acabalar ? Bazıları da ölümü hiç düşünmeden yaşayarak mutluluğa ulaşabileceğini zannediyor. Olmuyor işte! Bu gerçeklikten kurtuluş mümkün olmuyor. Deve kuşu gibi başımızı kuma gömünce de maalesef korkumuzdan bir türlü sıyrılamıyoruz.
Ne kadar çok bağlanırsak çoluğumuza çcuğumuza, paraya pula o denli zorlaşıyor ayrılmak. Ama yok o da pek mümkün değil. Yanınızda güzel çocuklarınız ve bakışları…ya eşleriniz, dostlarınız… güzel sıcak evlerinizden soğuk toprağın içine girmek…düşününce insan bir garip oluyor. Duygu helezonlarının içinde kaybolan insan!
Küskün, kızgın, üzgün, mutlu, kibirli insan! Zaman seni yürütüyor, zaman seni koşturtuyor, zaman seni ezip yıpratıyor, zaman seni telaşlandırıyor, zaman…zaman…seni öğütüp topraklara serpiyor.
Kuruyan yaprakla, ölen kediyle aynı kaderi yaşamak…
İnsanoğlu gidenlerden bir defa haber alıverseydi…
Ölürken korku, ümit ve heyecan içinde kalbimiz ağzımızdan çıkacakmış gibi mi olacağız! Nafile bunu da bilemiyoruz. Ölürken yalnız mı olacağız ya da ıslak gözlerle bize bakan bir çocuğumuz mu olacak. Kim bilir! Ya da biz mi onlara ıslak gözlerle bakıyor olacağız. Kim bilir belki kalanlar ölüdür de gidenler dirilmiştir.





