Etiket: basamak

  • Arafta Bir Kimlik: Kendimi Konumlandıramıyorum

    Yazan : Özcan ATAR

    Her insan bir evren. Nice hazineler saklı içlerinde. Bu evrenler milyarlarca yıldır yıldız gibi ışık verip sönüyor. Her evreni (insanı) bir araya getirsek hayatları duyguları düşüncelerini bir birine çaprazlasak Yaradan’ın muhteşem ışığı…

    26-27yıl önce yazdığım bir günlüğümü aktarmak istiyorum. Elbette bu günlüğün yazılmasının üstünden çok dereler aktı şimdi bambaşka bir düşünce, kişilik, olgunluk ve bambaşka bir hayat tarzım var. Ancak o yıllarda yaşadığım olayların yarattığı ruh halimle kendimi sorgulamışım. Günlükler gerçekten önemli yazılardır kişiler için. Evet samimiyetimle yazmış olduğum günlüğüm: 26 yl önceydi:

    Arafta Bir Kimlik: Kendimi Konumlandıramıyorum

    Kendimi bir türlü bir yere konumlandıramıyorum. Bu bir eksiklik midir, yoksa bir arayış mı, emin değilim. Kendimi eleştirirken narsisizme düşmekten, bilmezden gelirken “bilgiçlik” taslama tuzağına yakalanmaktan korkuyorum. Hatta bazen bu “bilgiçlik” çukuruna düşmemek adına bildiğim sözcükleri kağıda dökmekten bile çekiniyorum.

    Siz benim yerimde olsaydınız kendinizi nasıl tanımlardınız? Başarılı ve ilerleyen biri miyim, yoksa yerinde sayan donuk bir figür mü? Mutlu muyum, yoksa hüzne mi ram oldum? Bazen hangi ruh halinde olduğumu bile teşhis edemiyorum. Kendi çapımda, sebepler dairesinde üzerime düşeni yapmaya çabalayan bir kulum. Belki bu çabam başkalarına göre yetersiz, belki de bendeki potansiyel henüz irademle buluşamadı. Tembel miyim yoksa sadece yolunu bulamamış bir yolcu mu, kestiremiyorum.

    Yarım Kalan Hikâyeler: Ne İmam, Ne İlim Adamı Dini eğitimim, ne yazık ki bir Kur’an kursu hocasının sert metotlarıyla, dayakla başladı. Bu durum beni Yaradan’dan uzaklaştırabilirdi ama ben O’nu sevmiştim bir kere. Yolum İmam Hatip teknesine düştüğünde menzil belliydi: İmam olacaktım. Ancak tekne alabora oldu, nehre düştük; imamlık hayal oldu. Ardından ilim adamlığına meyleden bir kültürle, kitaplarla ve dergilerle beslendim; fakat o hedef de ulaşılamaz kaldı. Belki de fıtratım bu derin ilimlere uygun değildi. Neticede; din ilimleri konusunda bir çobandan daha bilgiliyim ama bir Mustafa İslamoğlu karşısında sıfırım. Yine o meşhur boşluktayım; konumum belirsiz.

    Edebiyatın Kıyısında, Hayatın İçinde Üniversitede Türk Dili ve Edebiyatı okurken, bir gün KPSS adlı canavarın bizi yutacağını öngöremedim. Henüz ne öğretmen olabildim ne de mesleğimle ilgili bir kariyer edinebildim. Şimdi mobilya sektöründe, hizmet sektörünün bir parçası olarak çalışıyorum. Biz ideallerimiz için debelenirken, başkaları “Üsküdar’ı çoktan geçtiği” için, dışarıdan bakanlar beni bir garabet gibi görüyor. “Hoca desen değil, öğretmen desen değil, esnaf desen hiç değil…” diyorlar sanki. Vasıflı mıyım? Belgelerime bakılırsa evet. Vasıfsız mıyım? Mevcut işime bakılırsa belki.

    Yazıyorum, Öyleyse Var mıyım? Bir kitabım yok, dolayısıyla resmiyette yazar değilim. Ama liseden beri her gün yazıyorum. Çevremdeki insanlara kıyasla gerçek bir yazarım, ancak bir Peyami Safa ile yan yana gelmem imkânsız. Peki, ben şimdi yazar mıyım, değil miyim?

    Resmi evraklara göre başarılıyım ama hayata göre yerim bile belli değil. Cümle aleme  göre KPSS’yi kazanamadığım için “akılsız”, matematiksel verilere göre üniversite kazandığım için “akıllıyım”. Dışarıdan bakınca kariyerim sıfır, iç dünyama bakınca tecrübe katsayım zirvede. Giyimim ve dış görünüşüm içimdeki birikimi asla yansıtmıyor. İnsanların “Sen mi edebiyatçısın?” şeklindeki şaşkınlıklarına alışığım. Oysa ben, Şeyh Galip’in “Hoşça bak zatına ki zübde-i alemsin sen” düsturuna inanırım. Kimseyi küçük görmem; hamallık da yaptım, temizlikçilik de… Ama asla ümitsiz ve şükürsüz olmadım.

    Cemil Meriçlerin, Enis Baturların olduğu bir dünyada, kendi okumuşluğumu derin bir kuyuya düşmüş gibi hissediyorum. Ne tam cahilim, ne tam alim. Ne tam işçiyim, ne tam öğretmen.

    Sahi, ben neredeyim?