Etiket: dram

  • the undoing

    the undoing

    Yorum: Özcan ATAR

    Dizi adı: The Undoing (Geri Alma)

    Yıl: 2020

    YönetmenSusanna BierDavid E. Kelley

    Oyuncular: Nicole Kidman (Grace Fraser), Hugh Grant (Jonathan Fraser), Noah Jupe (Henry Fraser), Matilda De Angelis (Elena Alves), Edgar Ramirez (Dedektif Joe Mendoza), Donald Sutherland (Franklin Reinhardt), Noma Dumezweni (Haley Fitzgerald), Lily Rabe (Sylvia Steineitz), Edan Alexander (Miguel Alves), Ismael Cruz Cordova (Fernando Alves), Michael Devine (Dedektif Paul O’Rourke), Jeremy Shamos (Robert Connaver)

    Müzik: Evgueni Galperine, Sacha Galperine

     Tür: Drama-Gizem

    Konu: Aile

    Ana Fikir: Amerikan aile yapısındaki ve Amerikan sosyal yapıdaki bozuk ilişkiler


    Filmin Esin Kaynağı: İngilizceden çevrilmiştir-The Undoing, Jean HanffKorelitz‘in 2014 yılında You Should Have Known adlı romanından uyarlanan bir Amerikan gizem psikolojik gerilim televizyon mini dizisidir. Dizi karmaşık değil oldukça sade kurgusu da herkes tarafından hemen anlaşılabilir.

    Evet, mini dizi kategorisindeki bu dizi sürükleyici. Dizinin sonuna kadar ilerleyen süreçte katilin kim olduğunu seyirci olarak bulamıyorsunuz. Fakat birçok filmde olduğu gibi final sönüktü diyebilirim. İnsan finalde hep farklı bir tat almak istiyor. Ancak yapım ve senaryoların pek çoğu bu tadı vermekte zayıf kalıyor.

    Film karmaşık bir kurgu değil. Film Fraser ailesinin çatırdayıp çökmesini konu alıyor. Aile zengin. Baba Jonathan Onkolog anne meşhur bir psikolog. Ancak anne kocasından ilgi görmüyor fakat eşine ihanet de etmiyor. Baba Jonathan’ın ise dizinin içindeki ilerleyen diyaloglardan anlıyoruz ki başka kadınlarla ilişkileri var. Özellikle de hastalarıyla ya da hasta yakınlarıyla. Fakat Jonathan birçoğunu bir gecelik ilişki diye söylerken en son sevgilisine aşık olduğunu açıkça ifade ediyor ve  karısını sevse de diğerinden vazgeçemediğini söylüyor. Eşi Grace iyi eğitimli tanınan ünlü bir psikolog olup da eşinin kendisini aldattığını anlayamıyor olması da ilginç. Belki  anlasa da ailenin bozulmaması için yapılan bir fedakârlık olarak da düşünülebilir.

    Jonathan, hastasının annesine (Elena) kapılır. Ondan vaz geçemez. Kapıldığı kadın Elena, etkileyici ve kendi içinde psikolojik saplantıları olan biridir. Bir sanatçı olan Elena zengin değildir eşi ile de problemleri vardır. Okul aile birliğinin içine girerek sosyal statüsü yüksek ve zengin ailelere ayak uydurmaya çalışırken  Elena’ya Grace de kapılır. Hatta Grace eşcinsel tavırlar sergileyen Elena’nın atölyesine gider kendi resmini çizdirir. Aslında Grace de bulunduğu zenginler ortamından bunalmış olduğundan Elena’ya yapışır öyle ki gönlünü ona kaptırır. Böylece Elena’ya aynı aileden hem Grace’nin kocası Jonathan hem de Jonathan’ın karısı Grace gönlünü kaptırır. Birbirilerinden habersizlerken Jonathan işin kötüye gitmeye başladığını görür ve Elena’dan uzaklaşmak istese de Elena artık bu aileyi kafaya takmıştır ve ayrılmaz. Jonathan da Elena’yı öldürür. Elena’nın oğlu Elena’yı stüdyosunda başı parçalanmış yerde yatıyor olarak görür. Olay duyulunca kimin öldürdüğünü bulmaya çalışırlarken soruşturmalar genişler ve şüpheliler Elena’nın kocası, Grace, Jonathan’ın olabileceği düşünülür. Dizi tüm bölümlerde her bir şüpheli üzerinde durur.  Grace kocasının kendisini aldattığını bu soruşturmalarda öğrenir ve Jonathan’dan nefret edecekken Jonathan Elena’nın çok takıntılı ve etkileyici olduğunu onun için ihanet etmek zorunda kaldığını karısına anlatır ve Grace de Elena’ya aşık olmak üzere olduğunu bildiğinden kocasıyla empati kurar ve onu affetme eğiliminde gözükür. Ancak Grace Jonathan’ın ihanetlerini görüp onun psikopat biri olduğuna ikna olunca mahkemede kocası aleyhine aniden suçlamalarda bulunur ve kocasının Elena’yı öldürdüğünü söyleyerek kocasını ele verir. Bu arada film içinde Elena’nın eşinden ve hatta Henry’den bile şüphelenilir ki baba JONATHAN küçük oğlunu suçlayabilecek kadar asosyal tehlikeli bir psikopattır. Grace’nin babası Jonathan’ı ilk gördüğünden beri hiç sevmez fakat kızının görüşlerine saygısından Jonathan’a katlanır hatta Jonathan hapisten kurtulsun diye yüklü miktarda şartlı tahliye olsun diye ödeme yapar.

    Ben Jonathan eşini aldattığı için Grace’nin de kocasını aldatma yoluna gireceğini ummuştum birçok Amerikan ve Avrupa filmlerinde olduğu gibi ama Grace tutarlı ve ERDEMLİ insan olduğunu göstererek kocasını hiç aldatmamış ve film sonuna kadar da aldatmadı. Öyle erdemli ki kocasının psikolojisini çoktan çözdüğü halde ona düzeltme şansı vermiş olduğu görülüyor filmde.

    Tabi filmde Amerikan toplumunda sosyal statülerin derinliği, alt tabakaya üst perdeden bakmalar, zenginlerin anlam arayışları (Grace bunu temsil ediyor), çarpık ilişkiler, okulların iç işleyişleri vs. yansıtılıyor. Hemen tüm filmlerde evlilerin her an aldatma korkusu içinde oldukları görülüyor. Bu durum gerçekte de böyle ise vay!!

    Bir garip sahne  vardı ki ! Akıldışı. Jonathan yasak aşk yaşayıp öldürdüğü sevgilisinin kocası olan Fernando Alves ’in evine öylece gidiyor ve ona Elena’yı öldürmediğine ikna etmeye çalışıyor. İlginçtir Fernando olur böyle şeyler havasında Jonathan’ı karşılıyor. Akıl alası değil. O arada Fernando’nun kucağında taşıdığı bebek de aslında Jonathan’a ait.

      Ben katil JONATHAN rolünü oynayan Hugh Grant’in bu filmdeki oyunculuğunu hiç beğenmedim. Olmamış maalesef. Nicole Kidman başta olmak üzere diğer oyuncuları çok beğendim.  Hugh Grant başarılı bir oyuncuysa bile bu dizide maalesef başarılı değil. Davranışları, mimikleri her şeyi iticiydi. Ama Nicole Kidman, Elena rolündeki Matilda DeAngelis ve özellikle Donald Sutherland çok başarılıydılar. Bu dizide Elena daha fazla rol alabilirdi çünkü her şey onun üzerinde dönüyordu. Bana göre erkenden öldürülmemeliydi.  Küçük Fraser Henry ise boyundan büyük işlere burnunu sokuyordu anlamsızca daha çocukça ve daha masumane bir rol giydirilebilirdi. Fakat o küçücük yaşına rağmen telefonundan takip ettiği benim bile anlamakta zorlanabildiğim duruşmalardaki cümleleri anlıyor ve yorumluyordu. Hatta bir sahnede çocuk Henry anne ve babasıyla bulunduğu ortamda  babasına : “ Sen Elena’yı s….tin mi?” diye abes bir soru sordu. Aile içi konuşmalara bakar mısınız?

    Aslında ana oyuncu Nicolas KİDMAN ile birlikte filmin sürükleyicisi yan rollerdeki oyuncular olmuştur. O kadar iyi idiler. Yan oyunculardan özellikle avukat Haley rolündeki Noma Dumezweni’yi ve büyükbaba rolündeki Donald Sutherland harika oynadılar.

    Aslında kızı tarafından her şeyiyle idol olan büyükbaba da maalesef karısına çok fazla ihanet etmişti. Bunu bizzat büyük bir pişmanlıkla kızı Grace’ye itiraf etti. Öyle ki Amerikan ve Avrupa filmlerinde ortak bir sonuç olarak şu çıkıyor: İhanet! Allah bu toplumları (hoş bizim de bunlardan kalır bir yanımız yok ya)karanlıklardan aydınlıklara çıkarsın!

    Evet! Sanatın, cinselliğin, suçun, takıntının, ihanetin işlendiği bu film öyle hafızalar da yıllar boyu kalır mı?

  • The Son (Evlat)

    The Son (Evlat)

    Yorum: Özcan ATAR

    Film Adı: The Son (Evlat)

    Tarihi: 2022

    Tür: Dram

    Yönetmen: Florian Zeller

    Senaryo: Florian Zeller

    Oyuncular: Hugh Jackman, Laura Dern, Vanessa Kirby, Anthony Hopkins, Zen McGrath

    Ülke:  ABD

     Konu: Ayrılık

                    Bazı filmler vardır oyuncuyu görürsünüz ve filmi seyretmeden filmin kaliteli olacağından neredeyse eminsinizdir. Bruce Willis, Antony Quinn gibi  işte ne bileyim Diane Lane gibi. Bu filmde de Antony Hopkins ve Laura DERN’i görünce bu film seyretmeye değer dedim. Fakat filmde Antony’e çok az  yer verilmişti. Hatta Laura’ya da az zaman verilmişti.

    Film boşanma süreçleri ve sebepleri üzerine hiç durmamış boşanmanın kötü sonuçları üzerine dikkat çekmiş. Özellikle çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi. İlginçtir ki ben Hugh Jackman’ın bu filmdeki oyunculuğunu çok beğenmedim. Bende nedense üzgün baba hissiyatı oluşamadı. Ben en çok Vanessa Kirby’i beğendim. Zen McGrath ve ilginçtir Laura Dern’den  de çok etkilendiğimi söyleyemem. Antony elbette muhteşem bir oyuncu fakat bu filmde onu da çok fazla göremedik. Benim açımdan bakıldığında en azından bu film için oyuncular vasat kaldı. Vanessa Kirby Pieces Of A Woman (Bir Kadının Parçaları) filmindeki kadar etkileyici bir performans (filmdeki rolü gereği) göstermemiş olsa da bakışları…Evet, onda da gözler Hopkins gibi,  Michelle gibi, Diana gibi oldukça etkileyici ve filmi sürükler nitelikte.

    Nicholas (Zen McGrath) babası Peter’in (Hugh Jackman) annesi Kate  (Laura Dern ) ile birlikte onları terk ettikten sonra babasına karşı öfke içindedir. Nicholas, babasına bir şekilde ulaşıp hem onu tanımak ve hem babasından intikam almak, ondan niçin ayrıldığına dair hesap sormak için  tanımak hem de ondan bir şekilde intikam almak için babasının yanında kalmak isteğinde bulunur. Baba yeni karısı Beth (Vanessa Kirby) istemese de   oğlunu yanına alır ama nafile Nicholas bir türlü düzelmediği gibi hastalığı daha da ilerler ve Nicholas maalesef babasının evindeki av tüfeği ile ki o tüfeği de büyükbabası Antony (Antony Hopkins)   babasına hediye etmiştir.  Baba Peter de babasını sevmemiştir. Oğlu da babasını sevmemiştir. Bu aile dramı gene daha büyük bir dramla son bulmuş ve Nicholas intihar etmiştir.

    Öncelikle filmde sapkın cinsel hazlara yer verilmemiş. Bu takdir edilesi bir iş. Böyle film bulmak şans işi. Filmin son sahnesi de oldukça üzüntü vericiydi. Ama buralara kadar gelmemek için bir ebeveynlerin çok ama çok dikkatli olmaları gerekiyor. İş ve aile döngüsünü istikrarlı ve dengeli götürmek son derece önemli ama bir o kadar da zor bir iş. Neyse ki intihar edecek noktalara kadar gelecek insan sayısı az. Ayrılıklar yaşanan ailelerde çocuklar hayatın tazeleyici akışı içinde her şeye katlanıp alışıyorlar da bu dramlar az oluyor.

  • Glitch 2015

    Glitch 2015

    Yorum: Özcan ATAR

    Dizi  Adı :  Glitch

    Başlangıç Tarihi: 2015 | 55 dk. | Dram

    Yönetmen : Tony AYRES

    OyuncularPatrick BrammallHannah Monson , Emma Booth Emily Barclay

    Ülke:  Avustralya

    Konu: Hayat Ölüm ve Adalet

    Ana fikir: Adalet yerini bulurken kaderin de ağlarını örmesi.

     Dizi 3 sezon sürüyor. Her bölüm 55 dk. Filmin konusu ilginç. Bilim kurgu, fantastikle karışık bir suç dram filmi. Bu diziye benzeyen The Returned (2012 ) dizisi var Glitch bu diziden esinlenmiş olabilir. Ayrıca TheReturned dizisi de Erico Verissimo‘nun 1971’de yayımlanan romanından uyarlanan 1994 yapımı  Incidente em Antares (1994) adlı bir mini diziden esinlenmiş olabilir. Böylece dizinin oluşum sürecini  1994 yılına kadar götürebiliriz. Evet, her edebi eser, her düşünce aslında öncekilerin yazıp söylediklerinin değiştirilmiş ya da genişletilmiş birer kopyası değil midir? Bu dizi de böyle işte. Belki de yazarımız  Erico Verissimo kabirlerden kalkan insanları Kuran’dan esinlenmiş olabilir. En nihayetinde kabirlerden kalkan insanlar bildiğim kadarıyla dini kitapların içinde sadece Kuranda detaylı olarak var. İncil, “insan diriltilecek” diyor sadece ve Tevrat’da tekrar diriliş sahnesi  hiç anlatılmıyor. Bu açıdan değerlendirdiğimizde şu yazım :KABİRLERDENKALKIŞ! Okunduğunda ne anlatmak istediğim daha net anlaşılabilir. Bu noktada bizim film/dizi yapımcılarımız nelerle uğraşıyorlar acaba. Elimizde maden gibi Kuran (ve onun çevresinde oluşan kültür) var bu kitabı niçin film ve dizilere uyarlamıyoruz da Amerikalı Avusturyalı Avrupalı  bilmeden de olsa (belki de bilinçli olarak) bu konuları muhteşem bir şekilde inceleyip filme uyarlıyor.


    Filmde şükür ki cinsel içerik yok denecek kadar azdı ki artık biz öyle üç beş sahneyi yadırgamaz hale getirildik. İhanet aldatma filan tabii ki var. Yoksa  Netfilix’in amacına ulaşamazdı. Hatta bizim Netfilix için yapılmış olan yerli dizilerimizde bile Amerikanvari şapşal sahneler var.  Örneğin bizim bir yerli dizide ( ki  yerli dizi/film pek seyretmem ) iki sevgili bir müzeye gidiyorlar buraya kadar iyi ama bu iki sevgili müze tuvaletinde hararetli bir cinsel ilişki yaşıyorlar. Allah aşkına bu bizim ülkemizde olan ve olağan bir durum mudur? Evet, KZ!(Karanlık Zihniyet) başardı!

       Underrated diziler içerisinde değerlendirilebilecek bir dizi  ki ben genelde bu tip dizileri seyrederim ve kanaatimce onlardan süzülen düşünceler ilgi çekicidir. Olaylar Avusturalyanın Yoorana (kasaba kurgu) kasabasında geçiyor. Bir gece kasabanın mezarlığından 6 kişi çıplak olarak çıkıyor. Yani ölüler dirilip  mezarlarından kalkıyorlar ve dünyaya tekrar geliyorlar. Bu sahne fevkalade etkileyici çekilmiş. Ve dizide sürüklenmek için bu başlangıç bu gizem önemliydi. Dirilen bu ölülerin her biri farklı zamanlarda ölmüş olan kişilerdi. Kimi 2 yıl kimi 10 yıl kimi 200 yıl önce ölmüş kişilerdi. Ve bu ölüler dirilince şoktaydılar ve ölmeden önceki hayatlarına dair hiçbir şeyi hatırlayamıyorlardı. Fakat zaman içinde hafızlarında geçmişleri canlandı ve her bir dirilen kişi niçin ve nasıl öldürüldüklerini anlayınca bunun öcünü almak ya da gerçekleri yeni kuşağa doğru olarak anlatabilmek en büyük amaçları oluyordu. Dizi bu minvalde ilerliyor. Tabi dizi içinde şoklar, kırgınlıklar, ihanetler vs. bir çok konu. Mevcut. Ben oyuncu performansları beğendim. Sadece filmde Aaron L. McGrath (Beau  Cooper) ‘ın oyunculuğunu beğenmedim. Belki yaşı gereği o kadar etkileyici değildi.

    Dirilenlerden biri filmin başrol oyuncusu James’in iki yıl önce meme kanserinden ölen karısı Kate idi. James onu tekrar dirilmiş önünde görünce hayretler içinde kaldı. Fakat James Kate öldükten hemen sonra iş arkadaşı Sarah ile evlenmiştir. Kate dirilip de bu durumu görünce çok üzülür ve ihanete uğramış hisseder. James ne de olsa benim ölen karım diye Sarah’la evli olmasına rağmen Kate ile tekrar birlikte olur. Aslında Kate’yi hiçbir zaman unutamadığını anlatmaya çalışır. Kate eşinin iş arkadaşı Sarahla evli olduğunu öğrenince hemen kendisi çok önemliymiş gibi benim kocam başkasıyla evlenmiş o halde ben de başkasıyla olurum diye bir gençle ilişkiye giriyor James bunu öğrenince olur bu işler havasında hayata devam ediyor. Aslında ne kar sinir bozucu değil mi? Dizi bu dramla başlıyor. Dirilmiş olanlar bir doktor gözetiminde kasabadan saklanıyorlar. Fakat kasabanın bir sınırı var ki orası ölümle yaşam arasındaki dramatik bir çizgi. O çizgi ihlal edilecek olursa dirilmiş olanlar toza dönüşerek ölüyorlar.

    Dünya’da doğmak ne kadar doğalsa ölmek de o denli normaldir. Dünyanın yaşamsal döngüsü bu kurallara göre  dizayn edilmiş. Kural: Ölmek var dönmek yok. Lakin bu insanlar kural ihlali ile döndürüldüler. Bu hayatın akışına ters bir durum. Ve bu kural ihlali bütün insanlığın yok olması ile sonuçlanabilecek ciddi bir ihlaldir. Bu geri dönüşü bilim insanları illegal olarak yapmaktadırlar. Ancak deneylerde yapılan yanlışlar önüne alınamayacak karmaşa ve kaosa sebep olmuştur. Bu  da Dünya’nın sonunun gelmesine sebep olacaktır. Kadere çomak sokulmaz/sokulamaz. Dünyanın kurtuluşu için dirilenlerin tekrar mezarlarına dönmesi gerekmektedir. Bazıları dirense de finalde Kate’inin James’ten ayrılma sahnesinde boğazımız düğümlendi. Düşündük… ölümler, dirilişler, sevdiklerimizden ayrılışlar Tanrım bir insan için ne büyük bir sınav !

  • Manchester By the Sea (Yaşamın Kıyısında)

    Manchester By the Sea (Yaşamın Kıyısında)

    Yorum: Özcan ATAR

    Film  Adı :  Manchester By the Sea (Yaşamın Kıyısında)

    Başlangıç Tarihi: 2017 

    Tür: Dram

    Yönetmen : Kenneth Lonergan

    Senaryo : Kenneth Lonergan

    Oyuncular:  Casey AffleckMichelle WilliamsKyle ChandlerLugas Hedges

    Ülke:  ABD

     Konu: Hayat

    Ana fikir: Toplum ve bireyin sorunları

    Randi rolündeki Michelle Williams bu filmde arkada kalmış ama bu oyuncu rolünü mükemmel yapıyor. “Bu Dans Senin” filminde de aldatma ihanet gibi rolünü o kadar iyi yapmıştı ki. Rol için bile aldatıyor olması insanı derinden etkiliyor. İstemsizce bu kadını görünce nefret ile üzüntü arasında bir karmaşa yaşıyorum. Bu filmde de aynısı oldu. Özellikle gözlerindeki o pişmanım ama haklıyım da duygusunu verebilmesi pes doğrusu. Keşke Michelle ’ye daha çok rol verilseydi filmde. Bana göre yeğene gereksiz yere fazla zumlanmış film.  Bu tip ağır dram filmi sevenler için oldukça etkileyici bir film.

  • Take This Waltz

    Take This Waltz

    Yorum: Özcan ATAR Film Adı: Take This Waltz (Bu Dans Senin) Tarihi: 2011 Tür: Dram YönetmenSarah Polley Senaryo : Sarah Polley Oyuncular: Michelle WilliamsSeth Rogen  Luke Kirby Ülke: Kanada  Konu: Ayrılık Ana fikir: Arada kalmışlık

             Bu film konusu itibariyle sinema dünyasında çokça işleniyor. Unfaithful bana göre en etkileyici filmlerden biridir. Unfaithful’de Diane Lane filmi çok farklı noktalara taşıyor. İşini iyi yapmak herhalde böyle bir şey.  Benim açımdan bu iki filmi değerli kılan kadın aktörlerin üstün oyunculuklarıdır. Ve her iki aktörde de ortak nokta “gözler”. İhaneti ve pişmanlığı bu iki oyuncu gözlerinde o kadar iyi yansıtıyorlar ki içinizde oluşan duygular birbirine giriyor. Tabi seyirciler çok farklı durumlardan etkileniyorlardır şüphesiz ama benim etkilendiğim “bakışlar” idi. Bizim Hülya KOÇYİĞİT de onlar gibi bakar ve seyircileri kalplerinden yakalardı.

    Filmdeki oyunculardan Seth Rogen‘in oyunculuğunu hiç beğenmedim. Michelle Williams‘ın yanına hiç uymamış. Acaba rol icabı  mı (yani aldatmaya sebep teşkil etsin diye mi) aptala benzer duygular mimikler gösteriyordu. Açıkçası başka filmlerde seyretmediğim için ya da o filmlerden hatırlayamadığım için rol icabı yapıp yapmadığı hakkında bir fikir  serdedemeyeceğim.  Daniel  rolündeki Luke Kirby ise eh işte hani film gereği de olsa Margot’un kalbini kazanmak için o kadar çaba da göstermedi bana göre  tercih edilmesi gereken adam  hissiyatını maalesef veremedi. Zaten Margot bu dalgalara niçin kapıldı o bile senaryoda tam belirginleştirilmemiş. O seyirciye bırakılmış gibi.      

          Bu filmin yönetmeni ve senaristi Sarah Polley. Başarılı film ortaya çıkarmış. Modern zamanların kadınlarının nerelere doğru savrulabileceğini bize net sade bir şekilde sinemalaştırmış. İşte modern zaman kadını imajını ben tüm yazılarımda yazdığım gibi KZ! (Karanlık Zihniyet) kısaltması ile belirtiyorum KZ! Bu bayağı halleri bize Özgürlük adı altında öneriyor. Ben bu kadar güzel insanların film adı altında bile olsa cüretkâr sahnelerde rol almalarına asla tasvip etmediğim gibi tahammül de edemiyorum. Milyar insana bedenlerini bu denli ifşa etmeye- beden sizin olsa bile- haklarının olmadığına inanıyorum. Bunu sanat kisvesinin ardında korumaya almak bile en basit tabirle insana ve insanlığa yapılan büyük ihanettir. Modern zamanların kadınları Margot gibi düşünülüyorsa modern zamanların erkeleri de pespaye demektir. Mertlik, yiğitlik, dürüstlük nerede kaldı. Bu özellikler eski yüzyıllarda mı kaldı.      

             İçimdeki sıkıntıyı da anlattıktan sonra filme döneyim. Margot ve eşi Lou’nun mutlu görünen bir evlilikleri var. Ancak tavuk yemeği yapma meraklısı olan Lou kendini işine o  kadar çok kaptırmıştır ki eşine tavuk yemeği kadar bile ilgi göstermiyordur. Lou  aslında iyi bir insan ve iyi bir eştir. Lou kendince güzel şakalar yaparak eşini (Margot) mutlu ettiği yanılsaması içindedir. Öyle dürüst bir kocadır ki  eşini aldatan  pek çok  erkeğin aksine eşine sadıktır. Ancaaaaakkkk! Margot’un  dünyası farklıdır. Gündelik konuşmaların içinde :”Yeniler bir gün eskir” diyenler olduğu gibi “eskiler de bir gün eskir” diyenler de var. O gündelik basit sıkıcı hele içinde cinsel hiçbir zevkin olmadığı bir hayatı asla istememektedir (zaten cinsellik fantezilerini filmin sonuna doğru pek net görebiliyorsunuz) . Bir fırsatını bulsa kendince basit kocasını terk edecektir ya da terk etmese bile aldatacaktır. Ki bu fırsatı karşı komşusu olan bir gençle yakalıyor ve kocasını karşı komşusu ile aldatmaya başlıyor. Halbuki filmin ilk karelerinde Margot tek başına bir geziye çıkar ve bu gezide sergilenen bir tiyatro ile karşılaşır. Kasabada oynanan bu tiyatroda zina suçundan idam edilmekte olan bir kişi vardır. İlginç olan doğada çekilen bu filme/tiyatroda Margot’a  doğaçlama bir şekilde eğlence olsun diye zinacıyı kırbaçlama görevi verilir. Sarah (Senarist) daha filmin başından Margot’a yapacağı hatalar yüzünden cezalandırılacağını ima etmektedir. Margot aldatma zamanlarında öyle iyi rol yapıyor ki seyirci olarak Margot’u öldürmek istiyorsunuz, ondan nefret ediyorsunuz, Margot’a hak veriyorsunuz, Margot’a acıdığınız da oluyor. Diyorsunuz ki tavuktan başka bir şey düşünmezsen tabii ki olacağı buydu. Fakat  Lou hiç ihanet etmediği için fikrinizden cayıp Lou ’ya üzülüyorsunuz. Bir sürü duygu çıkmazları yaşıyorsunuz. Ancak filmde hadi aldatma  neyse de Margot , kocası: ” Hadi git ! “deyince Margot hızla  yılışık Daniel’e koşuyor. Hadi diyorsunuz içinizden aşk bu ete de konar b..ka da konar. Ama aniden karşınızda bir sahne beliyor ki akla ziyan. Margot  Daniel’le beraber affedersiniz iki kadın bir erkek iki erkek bir kadın şeklinde  üçlü seks yapıyor. Şimdi bu filmde bu sahne ne alaka. (Zavallı Lou bırak üçlüyü normal ilişki bile yaşayamıyor) Ey Sarah ! Bununla ne anlatmaya çalışıyorsun. Modern ve özgür kadınlar bu ilişkileri tercih eder mi demek istiyorsun ya da hayır genel için değil sadece film icabı Margot böyle istiyordu mu demek istiyorsun ,zaten Margot’un pis karakteri Lou’ ya uymazdı mı demek istiyorsun ya da ne bileyim o KZ! Sana böyle yapmanı mı söyledi, yani Netfilix filmi olsan anlardım da bu ne şimdi!      

             Filmin ilerleyen sahnelerinde Margot maalesef zibidi genç Daniel’den bir türlü kopamaz. Zibidi genç Daniel de onca bekar kız varken Margot’a takılır. İki gevşek (Margot ve Daniel) özgürlük ve aşk adı altında akla hayale gelmez işler yaparlar.  İnsan işte ne zaman nereye kadar ne yapacağını kimse bilemez. Melekler Tanrı’ya boyun eğip sorma cüretinde bulundular da : “ Senin adını her an her zaman saygıyla anan her yönüyle sana ram olmuş bizler (melekler) varken kan akıtacak kötülükler yapacak olan İnsanı mı yaratacaksın?” O : “ Siz bilmezsiniz.” dedi. 

                   Filmin sonunda Margot, Lou ve Daniel arasında gelgitler yaparken kocası aptal Lou ne kızar ne tam kıskanır (hödük) ne de neden diye sorgular, ısrar eder. “Hadi git sevgiline” der sadece (ısrar etse benim hatam neydi diye sorsa belki Margot pişman olacaktı ama…) ve Margot’la bir araya asla gelmeyeceğini netleştirmiş olur. Yani Margot artık kocasından ayrılmak zorunda kalmıştır. Fakat Sarah (yazar senaryoya göre)  Margot’a aslında hiç hak vermez. Bunu Dainel ile Margot’un ilerleyen zamanlardaki hallerinden anlıyorsunuz. Artık o şehvet dolu günler bitmiş işler gündelik rutine dönmüştür. Tıpkı eski kocası Lou ile olduğu gibi. Yani Margot g…t gibi kalmıştır arada. Filmin en son karesinden bir öncesinde Margot fırında kek yapmaktadır. Fırın ve kek. Bu durum Tavuk ve Fırın ve kocası iken bu defa da Kek ve fırın ve kendisi olmuştur. Burada Margot işte yukarıda anlattığım gözlerine ve bakışlarına öyle etkileyici rol yaptırır ki nefret ettiğiniz Margot’a hayranlık duyar, acır ve hak verirsiniz. Kek pişerken duygusuz gevşek Daniel,  Margot’un yanından öylece geçip mutfak penceresinden ufku seyretmeye başlamıştır. Yani Margot’dan da bıkmış yeni arayışlara girme hevesindedir Daniel. Margot ise yavaşça Daniel’e sarılır ama Daniel’den tepki yoktur. En son karede ise Margot tek başınadır artık yanında ne Daniel vardır ne de ahmak kocası Lou.  Yalnızdır ama bu defa yüzü gülmektedir. Mutludur. Özgürlük, tam özgürlük, modern kadının tam mutluluğudur. Ey senarist Sarah! Sen filmin en başında Margot’un yanlış yolda gideceği iması verip bunu da zinayıcıyı  Margota’a  kırbaçlatarak göstermemiş miydin? Evet gösterdin. Ama filmi niçin Margot gülerken bitirdin. (Gerçi Margot’un yüzü gülerken bir anda değişti gibiydi  ama bana mı öyle geldi. Artık seyirci ister özgürlükten kaynaklı mutluluk  isterse pişmanlıklar mı anlasın ?)