Etiket: hadis

  • Siyer Kaynakları

    Yazan : Özcan ATAR

    Siyer Kaynak Sorunları

    “İslam dininin Kur’an-ı Kerim’den sonraki temel referansı olması hasebiyle hadisin önemi tartışmasızdır. Öyle ki hadis, dinin bizzat kendisi olarak görülmüştür. Nitekim İmam Malik’in şöyle dediği nakledilir: “Bu ilim yani İlm-i Hadis, dindir. Artık dininizi kimlerden aldığınıza dikkat ediniz.” (1) diyor Doç.Dr.Hüseyin Güneş. Hatta siyer çalışmalarında Hadis biliminin kullanılmamasının da noksanlık olacağını vurguluyor.

    Elbette Siyer çalışması yapılırken Hadisleri göz ardı etmek Siyer çalışmaları için bir eksikliktir. Ancak ben teknik olarak bu durumun doğruluğunu düşünüyorsam da benim asıl üzerinde durmak istediğim bu iki kaynağın “güveninirlik” problemleri.

    Yıllardan beri bu kaynaklar üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılması gerektiğini düşünür, yazarım. Kaldı ki bugün artık yapay zekâ programlarıyla bu kaynakların daha derin incelemeleri yapılarak en “doğru” ya biraz daha yaklaşılabilir.

    Ben İslam kaynaklarının ve metodolojisinin uygulanış sistemlerinin zamanın ruhuna göre oldukça gelişmiş ve sistematik olduğuna inanırım. Bu, sistemin bir övgüsü olur; fakat sistemin içindeki konuların bir övgüsü olamaz. En azından birçoğu için olamaz. Bilgilerin doğruluklarının üzerinde çalışılması, ayıklamalarının yapılması, en doğruya ulaşmak için yoğun bir çalışmanın gerekliliği bilim insanlarımızın üstünde bir zorunluluk ve hatta sorumluluk olarak duruyor.

    Kadim bilim insanlarımız, bilgiyi alırken bilginin sağlam olmadığını mutlaka biliyorlar fakat kitaplarında bu bilgileri açıklama bile yapmadan almakta bir beis görmüyorlar. Hatta bu bilgilerin alınmasını “objektiflik” olarak bile düşünebiliyorlar. “İslâm tarih yazım yöntemine bakıldığında genellikle hadise ve olguları gerçekçi ve yalın bir şekilde olabildiğince nesnel nakletmek, sağlam ve doğru görünen nakli esas almakla birlikte zayıf görünen rivâyetleri de kayda alarak bunların kaybolmasını önlemek maksadıyla bir anlamda koruma altına alınmasının amaçlandığını söylemek yanlış olmasa gerektir. Bu bağlamda İslâm tarihçilerinin hedefleri arasında kendilerinden sonrakiler için bilgi toplamak olduğu da anlaşılmaktadır. Bu tarihçileri, duyduklarını araştırıp elde ettiklerini toplayan ve bunları asla değiştirmeden aynen kaydeden bilgi koleksiyoncuları olarak kabul edebiliriz. Bu geleneğin son temsilcisi Asım Köksal’ın seleflerinden farklı olarak yaptığı şey ise, benzer rivâyetleri tekrar olmaması için ve okuyucuyu yormamak adına eserine almamasıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere o, yalnızca farklı olan tüm rivâyetleri derleyerek tekrardan kaçınmıştır.” (2)  Bu kadim eserleri okuyan eleştirmenler de zamanın ruhu içinde bu bilgilerin olmasının doğal olduğunu belirtiyorlar onlar da tıpkı kitabın yazarları gibi her bilgiye yer verilmesini Bilimsel bir çalışma olarak görebiliyor. “Öyle ki hadis, dinin bizzat kendisi olarak görülmüştür” diyen bilim insanımız da buna inanmaktadır. Bu bakış açısıyla bilgiyi yorumlayan zihniyetlerden çıkan sonuçlar ülkemiz adına insanı ümitsizliğe gark etmiyor da değil. “Yaklaşık bir asır öncesinden itibaren Türkiye’de yenilikçilerin şikâyet ettiği hususların hâlâ küçümsenmeyecek ölçüde varlığını muhafaza ettiği bir gerçektir. Nitekim geleneksel kültürümüzde var olan Siyer malzemesi, geçmişin tenkit birikiminden de yararlanmak suretiyle, modern tarihçiliğin metodolojisi kullanılarak ve analitik/kritik bir yaklaşımla henüz süzgeçten geçirilmediği belirtilmelidir. Ülkemizde hadis alanında belli bir mesafenin kat edildiğini söyleyebiliyorsak da Siyer çalışmaları için aynı şey söz konusu değildir. (3)

    Bu eserlerin(hadisler) ihtiva ettiği Siyer malzemesi, rivayetler bir araya getirilip uygun bir metotla işlendiğinde karşımıza hacimli bir siyer kitabı çıkaracak kadar boldur.” Siyer çalışmalarında diğer disiplinlerden de yararlanmanın HACİMLİ bir siyer ortaya çıkaracağını söyleyen bilim insanlarımız Asım Köksal’ın HACİMLİ Siyer Kitabına bakabilirler ki baktıklarında akıllara durgunluk verecek uydurma bilgileri göreceklerdir. Doğrusu “HACİMLİ” bilgi değil “HAKİKİ” bilgi amacımız olmalı.

    Yukarıda da belirttiğim gibi “Geleneksel Bilgi Metodlarımız” saygıya değerdir. Bilginin taşınması noktasında Doğu Bilimi, Ravi zinciri ile kurulan bilgi ağı metodu sebebiyle Batı Biliminden  elbette daha sağlamdır. Ancak Batı skolastik düşünceden kurtulmanın bir yolunu bulmuşken Doğu maalesef 21. Yüzyılda bile kurtulamamıştır. Artık bu durumdan sonra metodun teknik olarak çok sağlam olmasının ne anlamı var. Bilgi çokluğu ile değil, doğruluğu ile değerlidir.

    Bahira Olayı : Bu olay için gelen haberlerde evet bu olay yaşanmıştır diyen rivayetler de var, yaşanmamıştır diyen rivayetler de var. Mesela İbn Hişam, İbn Sa’d ve Ebû Nuaym’ın naklettikleri rivayetlerin ya hiç senedi yoktur, ya da mürseldir(rivayet zincirinde kopukluk) demiştir. (4)

    Hz. Muhammet Şam’a ticaret yolculuğu yapmış olabilir hatta Rahip Bahira ile diyalog geçmiş de olabilir fakat bulutların gölgelemesi, ağaçların secdelere kapanması gibi abartılar maalesef İslam SİYER ve HADİS geleneğinde bolca kullanılmıştır. Kaldı ki Kuran bu olaydan hiç bahsetmez. Tam tersine “Kur’ân, Hz. Peygamber’in risâleti beklemediğini, iman ve kitap nedir bilmediğini belirterek, bu meyandaki anlatıları kesin bir şekilde reddetmektedir. Rasûlüllah’ın etrafında bulunan önemli kişiler hakkında bile ayrıntılı bilgi bulunmazken, konuşma esnasında Hz. Peygamber’i öldürmeye gelenlerin isimlerinin dahi belirtilmesi, hadisenin sağlam bir temelden ne kadar yoksun olduğunu ortaya koymaktadır” (5)

    Hadisler başlı başına bir sorunken Siyer konusunu ispatlamak için Hadisleri delil göstermek bambaşka bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Böyleyken bile Bahira olayı ile ilgili haber sadece Tirmizi ile teyit edilmiştir.

    Ayın ikiye bölünmesi :

    Ay’ın ikiye bölünmesi ile ilgili Siyer ve Hadis kitaplarında yoğun malumatlar var. Bilim insanlarından bir kısmı böyle bir olay yok derken bir kısmı böyle bir mucize var diyor. Ben böyle bir mucizenin gerçekleştiğine inanmıyorum. Ancak Allah’ın her şeye yapmaya güç sahibidir . Nehirleri bölebilir, Ayı ikiye bölebilir bunlar Allah için çok kolaydır. Allah mucizeler yaratabilir fakat dünyanın kendisi zaten bir mucize, Hz. Muhammed’e verilen Kuran mucize ve Tanrı Kuran mucizesinin yeterli olduğunu bildiriyorken (İsra/59;Ankebut/50-51) niçin zorlama ravi bilgilerine yaslanalım. Doğru bilgi kaynağı (Kuran) apaçık önümüzde dururken niçin İslam Kültürünün ürünü olan ve içinde İsrailiyyattan, bozulmuş Hıristiyanlıktan alınma pek çok uydurma bilgiler olan kaynaklara itibar edelim. Dğru ve yanlışı ayrıştırma ölçeği veya zihin jimnastiği olması babında elbette tüm kadim bilgiler okunup yazılabilir değerlendirilebilir  fakat dosdoğru bilgiymiş gibi ve bu bilgiler değiştirilemezmiş gibi bir inançla bilime ilime yaklaşırsak o zaman işte çıkmaz sokaklara giriliyor.    

    “O (son) Saat yaklaşmıştır ve (onun vakti geldiğinde yörüngesinden çıkarak herhangi bir gök cismi ile çarpışması neticesinde) ay da infilak edip parçalanmış (olacak)tır. Ve şayet onlar, bir ayet (ayın inşikakını, bölünmesini) görecek olsalar bile, (yine de) yüz çevirecek ve şöyle diyeceklerdir: “Sürüp giden bir büyüdür bu” diyeceklerdi.(6)   (54.sure /1-2.ayetler) bu ayeti Ay’ın ikiye bölünmesi mucizesine delil getiren bilim insanları var. Ayetten Peygamberin Ayı ikiye böldü mucizeni çıkarmak ilmi olarak mümkün görünmüyor. Ayet kıyamet zamanında Ay’ın nasıl olacağını belirtiyor. Ayet “O saat yaklaşmıştır” derken zamanın uzunluk ve kısalık algısını kendi perspektifinden anlatıyor. Bir insan için Kıyamet belki milyar yıllar sonra vuku bulacaksa da uzay zaman diliminden bakıldığında bu zaman çok kısadır. Zamandan münezzeh Tanrı için bu anlatım oldukça normaldir. Ayet gelecekte olacak olandan bahsediyor ve her ne kadar şimdilik Ay’ın parçalanması gibi bir durum yoksa da (ki yok), velev ki parçalandı parçalandığını gördükleri halde gene de bana inanmazlardı diyor Tanrı. Bu ayet hakkında Erhan AKTAŞ “Gerçekler ortaya çıktı. “Ay yarıldı” bir deyimdir, bir şeyin gerçek yüzünün ortaya çıkması demektir. Ayette yer alan “inşikak/yarılma” sözcüğü bir şeyin iki parçaya ayrılması değil, bir şeyde meydana gelen çatlak anlamındadır. İnşikak, “şikak” sözcüğünden gelmektedir. Bu sözcük, herhangi bir nedenden dolayı hayvan veya insan cildinde meydana gelen çatlama, yarılma veya bir şeyin açığa çıkması anlamına gelmektedir. (Örneğin, 2:74, 90, 37, 1) “Ayın yarılma mucizesi” olarak inanılan ve bunun üzerinde geniş bir rivayet oluşturulan bu ayette, bir mucizeden söz edilmemektedir. Bu tamamen Kur’an’ın anlatım diliyle ilgili bir konudur: Ahiret ve Kıyamet sahnelerinin yer aldığı ayetlerdeki fiiller, geçmiş zaman formundadır. Böylece olacak olan şeylerin, kesinlikle olacaklarına vurgu yapılmaktadır. Kur’an, Nebi efendimize mucize verilmediğini birçok ayette açık bir şekilde ifade etmektedir. (59,90-93; 5-6; 38; 50-51)” demektedir.

    Mustafa İslamoğlu bu ayet hakkında : “[ “Gerçekler ortaya çıktı”. Ya da: “Ay tutuldu”. Kur’an’da Son Saat haberleri, kesinliği ifade için geçmiş zaman kipiyle gelir. Bu âyet de onlardan biridir. Kıyamet 8, bu manayı teyit eder. Buna göre olay kozmik kıyamete bir atıftır (İbn Âşûr). Bir ihtimal âyet, kozmik sistemin oluşumu sırasında ayın yeryüzünden kopuşuna da yorulabilir. İlk alternatif anlam olan “Gerçekler ortaya çıktı”, “Ay yarıldı”nın mecazi karşılığıdır. Araplar bir işin gerçek yüzü ortaya çıktığında “Ay yarıldı” mecazını kullanırlar (Mâverdi).İkinci altenatif anlam olan “Ay tutuldu”nun açılımı şudur: ‘Tutulma sonucu Ay, parçalanmış gibi göründü’. İbn Abbas der ki: “O günlerde Ay tutulması yaşandı; bunu gören müşrikler “Muhammed sihir yaptı” dediler. Bunun üzerine Kamer sûresi indi.” 2. nesilden Hasan el-Basri ve Ata da, bu âyeti “ay tutulması” ile tefsir etmişlerdir. Anlaşılan o ki, o dönemde bir ay tutulması yaşanmış, tutulma sonucu ay ikiye yarılmış gibi görünmüştür. Hatta müşrikler, aya yapılan sihri bozmak için, çocuklarına sokakta tencere tava çaldırmışlardır. İlk nesil müfessirlerinin Kur’an’la birebir mutabık olan bu makul açıklamalarının yerini, sonraki müfessirlerin spekülasyona dayalı mucize rivayetleri almıştır. Oysa Kur’an İsra 59 ve Ankebut 50-51’de, Hz. Rasûl’e Kur’an dışında ayet/mucize verilmediğini tartışmaya mahal bırakmayacak netlikte ifade etmiştir.” demektedir.

    Yukarıda anlatılan siyer konularından sadece ikisine değindik işin karmaşıklığından çıkamadık. Fakat devir artık yapay zeka devri olduğundan bilginin işlenmesi saniyelere kadar inmiş durumda. Tüm İslam dünyasının çok işi var ama…

    1: SİYER ARAŞTIRMALARI DERGİSİ SAYI: 3 • OCAK-HAZİRAN 2018

    2: Doç. Dr. Cafer ACAR , Arş Gör. Aygün YILMAZMUSTAFA ASIM KÖKSAL ve İLMÎ KİŞİLİĞİ, Emin Yayınları, syf:124, Bursa,2021

    3: Doç. Dr. Cafer ACAR , Arş Gör. Aygün YILMAZMUSTAFA ASIM KÖKSAL ve İLMÎ KİŞİLİĞİ, Emin Yayınları, syf:119, Bursa,2021

    4: İhsan ARSLAN, RTEÜ Sosyal Bilimler Dergisi 8, syf.322  (2018),

    5: İhsan ARSLAN, RTEÜ Sosyal Bilimler Dergisi 8, syf.338  (2018)

    6: Doç. Dr. Hüseyin ÇELİK, MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi,2017

  • İki Çalışma

    İki Çalışma

    Yazan : Özcan ATAR

    Maalesef ilmi çalışmalar Türkiye’de siyasetin gölgesinde kalabiliyor. Cemaat, hizmet ,paralel yapı vs. derken Türkiye Diyanet Vakfının Türkiye’ye kazandırmış olduğu iki büyük eseri ıskaladık. Bu eserler İslam dünyasında ilk olması bakımından önem taşıyor. Bunlardan biri “ Hadislerle İslam” eseri diğeri “İslam ansiklopedisi”. 

    İki eser de uzun yılların sonucunda ortaya çıkmış eserler. Hem Türkiye’nin hem de İslam aleminin prestijini gösteren eserler. Hemen her yazımda Avrupalıların hangi sebepten olursa olsun ilmi çalışmalarının önemli olduğunu yazıyorum . 1900’lü yıllarda onların ortaya koydukları eserleri biz ancak 80-90 yıl sonra çalışmaya başladık. 

    İlk ansiklopedisini 11. yüzyılda ortaya koyabilmiş olan bir milletin, Fransa’da basılan beş ciltlik İslam Ansiklopedisinden sonra diyanetin muazzam ansiklopedisini görebilmesi için 114 yıl beklemesi gerekecekti. Rus bilim insanlarının Türk halklarının edebiyat ve dilleri ile ilgili yazmış oldukları hacimli eserlerinin benzerleri Türkiye’de yazılmadığı gibi henüz bu eserlerin Türkçeye çevirisi dahi yapılabilmiş değildir. Fakat tüm bunlara rağmen son zamanlarda birçok yayınevi harika kitaplar basıyor. Mesela “Yeni Türkiye Stratejik Araştırmalar Merkezi” tarafından basılan 37 ciltlik “Türkler ansiklopedisi” 10 ciltlik “Genel Türk Tarihi” 12 ciltlik “Osmanlı” ansiklopedisi var ki kültür hazinemize katılmış olan nadide eserlerdir bunlar. Bir ülke tarihe damga vurmak istiyorsa bu eşsiz eserleri ortaya koymalıdır. Kaldı ki 19. yüzyılda başlayan milliyetçilik furyasının sonucu olarak halklar kendilerini tanıtan ansiklopedilerini yazmışlar bazıları 20, bazıları 90 ,bazıları 160 cilt olan ansiklopediler basmışlardır. Dünya medeniyetler zincirinde niçin “Türk Medeniyeti” adıyla bir halka oluşturulmasın. 

    Avrupada ilk ansiklopedi 18. Yüzyılda yazılmaya başlanmışken 9.yüzyılda Taberi 30 ciltlik tefsirini yazmıştı. Daha sonraki devirlerde İslam alimleri o kadar çok eser ortaya koymuşlardır ki sonraki nesiller uzun zaman o eski alimlerin klasikleşmiş eserlerinin üzerine eser yazmaktan ictinab etmişler yazdıkları eserlerde o alimlerin adlarını eserlerini anmadan geçememişlerdir. Bu, İslam bilim insanlarının ilimdeki metodlarının sağlamlığını ilmin ne kadar üst noktalarda olduğunu bize açıkça gösterir. Bu ilim bizde kendini 11.yüzyılda Divanü Lügati’t-Türk olarak gösterebilmiştir. Kaldı ki 11. yüzyıla kadar basılmış eserlerin olması muhtemel, sadece gün yüzüne çıkmayı bekliyor. 

    Diyanetin İslam Ansiklopedisi sadece İslami konuları ele alan bir ansiklopedi değil. Hemen birçok konuda madde başlığı var. İlginçtir 28 Şubat sürecinde ansiklopediye makale yazan bazı yazarların niçin İslami içerikli bir yayına yazı verdiği sorulmuş bu da elbette ön yargının sonucu. Diyanetin en övülesi hizmeti ansiklopediyi dijital ortama aktarmış olması aynı zamanda ücretsiz olarak herkesin istifadesine sunmuş olmasıdır. Ebook formatında ya da pdf formatında ücretsiz olarak sunulan Türkçe eser çok az. Bu yönüyle de Diyanet çok kaliteli bir hizmet ortaya koymuş. İnşallah ilerleyen yıllarda bu tip hizmetleri başka kurumlarda da görürüz. 

    (Yazı 2018 yılına ait arşiv yazıdır. Bilgilerde değişme olmuş olabilir)

  • Gelenek ve İslam

    Gelenek ve İslam

    Yazan : Özcan Atar

    Öncelikle İsmail KILIÇARSLAN’ın bu yazısını okuyunca içim burkuldu. “CAHİL” kelimesini ne kadar çok kullanmış. Gelenek dışı olanlar Cahil, seküler kısım zaten CAHİL. İslamoğlu ve Dücane CÜNDİOĞLU’nu yamanmaya çalışan Cahiller olarak telakki ediyorken onların yanına bir de Talha Hakan ALP’i de yazmış ki gelenek dışındakilerin CAHİLLİK te ne kadar ileri boyutlara gidebildiklerini okuyucular anlasın da ONLARDAN uzak çok uzaklarda dursunlar. 

    Her şeyden önce Talha Hakan ALP İslamın gelenekseli ile bir sorunu yok onun sorunu İslam’ın kensiyle. Yani İslamoğlu ile onu bir tutmak asla doğru olamaz. 

    İslamoğlu da “İslam gelenek ve kültürünü” zaten kabul ediyor. Ancak İslam ile geleneksel İslamı net çizgilerle ayırıyor. Hadis literatürü, menkıbeler ve mezhebi farklılıkları kendi içinde değerlendiriyor İslamoğlu ve ona yakın gruplar. Hadis eşittir İslam, mezhep eşittir İslam görüşününe asla katılmıyorlar ki bence de doğruyu bulma çabamızda ben de Caner hocanın düşüncesine/görüşüne katılıyoruz. CAHİL kullanılabilecek en zayıf kelimedir. Yazıyı alıntılıyorum:  

    “Önce, yoldaşım Eyüp Gökhan Özekin’in nefis tespitini alıntılayarak başlayayım: Dücane (Cündioğlu), Talha Hakan (Alp) ve benzerleri şu yüzden önemli. Bunlar, Müslümanları “dışarı çıkarma” işini büyük bir hevesle yapıyor. Çünkü insana veya dünyaya dair söyleyebilecekleri başka bir şey yok. Tüm sermayeleri ‘bize” ve “buraya” dair. Başka bir alana hevesli değiller çünkü başka bir alanda anlamlı değiller. Taşralılıktan “kentliliğe”, gelenekten “yeniliğe” sıçramaya çalışan ezik muhafazakârlar da bunların müşterisi oluyor. Muhafazakâr kitleye hitap etmeyi terk etmiyorlar, çünkü tüm “numaraları” burada. Misak-ı Milli sınırlarının dışında hiç olmalarını geçtim, ülke içinde seküler çevrelerde bile hiçler. O yüzden “bize” tebelleş olmayı bırakmıyorlar. Hep bu mahalledeler, buralarda geziniyorlar. Öyle olunca mahalleli de denk geldi mi taş falan atıp uzaklaştırmaya çalışıyor.

    Bu, burada bir dursun.

    Türkiye’de seküler çevrelere yanlayan yarı-aydın eziklerin hâl-i pürmelali tam tamına böyledir. Bir kabullenme telaşı, bir yamanma neşesi ile eli artırdıkça artırırlar ve sonunda bir şekilde delirirler.

    Acıklı bir hal doğrusu…

    Diğer taraftan din, diyanet, İslam ilkeleri, İslam’ın bilgi teorisi gibi meselelerde hiç, ama gerçekten hiç fikri olmayan sekülerlerin din hakkında kestiği ahkâmlarsa çok daha acıklı bir manzara oluşturur. Ağırlıklı olarak seküler çevrelere yanlayan yarı-aydınlardan elde ettikleri bilgi kırıntılarıyla sıraladıkları eleştirilerin hiçbir iler tutar yanı yoktur. Din konusundaki sınırsız, uçsuz bucaksız cehaletlerini üzerimize boca ederken sergiledikleri özgüvenin de ucu bucağı yoktur bu arada.

    Din konusunda her şeyi bir şekilde hallettiğini düşünerek gerinen bu kitleyi rehabilite etmek, doğrusu pek mümkün de görünmüyor.

    Bir kere yazmıştım, yine yazayım. Batı toplumlarında “tarih yazım metodu” olarak ortaya çıksa neredeyse tapınacakları “hadis derleme metodu” hakkında hemen hemen hiçbir bilgi sahibi değillerdir mesela. İslamoğlu gibiler bunlara “ya aslında hadisler yalan, her şey Kur’an’da yazıyor kardeşim” dediği için bunlar “yokmuş abi hadis falan” deyip; gördükleri her bilgiye “Kur’an’da yazmıyor ki bu” cümlesini yapıştırıp “alanında uzman” olduklarını varsayarlar.

    Önce bir hakkı teslim edeyim. Aslında İslamoğlu bile, onca yanlama çabasına, onca uğraşına rağmen hadis literatürünün tamamını inkâr edecek pişkinliğe erişemedi malum. Ama işte bu cahil seküler kitle, onu bile yanlış anlayarak devam ediyor yoluna. Düşünün düştükleri cehalet çukurunun derinliğini.

    Misal ben akışkanlar mekaniği hakkında “aslında akışkanlar mekaniği hakkında sonradan üretilen her bilgi yalan. Frank M. White’ın kitabında yazıyor her şey. Ben de bunları toplamda 40 cildi bulan kitaplarımda açıklıyorum” desem muhtemelen bana ya “deli” ya da “uyanık tüccar” dersiniz ama işte İslam hakkında bunu böylece söyleyen adamların söylediklerini “güvenilir veri” kabul ediyor bizim sekülerler.

    Bunu da bence çok temel bir eziklik yüzünden ilerletiyorlar. Dini ve dindarlığı bir “ahlaki üstünlük” meselesi olarak ele aldıkları için o alanı da kimselere bırakmamak gibi bir hırsa kapılıp sürekli zırvalıyorlar.

    Oysa çok basit iki şey yapabilirler. Birincisi şu: Dini, İslam’ı, İslam’ın ilkelerini “büyük İslami bilgi geleneği” içinden okuyarak kafalarını bu konuda rahatlatıp varsa eleştirilerini bunun üzerinden sıralayabilirler. Böylelikle, hiç olmazsa “saygın bir eleştiri zemini” oluşturabilirler. Bu, biz Müslümanların dersini daha iyi çalışmasını da beraberinde getirir ki büyük bir hayır hâsıl olur buradan. Ama düzey “bu dediğin Kur’an’da yazmıyor ki” düzeyi olunca yahut tevekkül kavramını “fakirlik önerisi” gibi anlayabilecek kadar zihinsel bir sefalete düşülünce ciddiye alınacak bir tarafı kalmıyor bizim açımızdan meselenin.

    Bunu yapacaklarını sanmıyorum.

    İkincisi de şu: Rahat bırakabilirler. Dini, İslam’ı, İslam’ın inanç ve ibadet ilkelerini bilmediklerini, bu konuda cehaletin dibinde yüzdüklerini fark edip rahat bırakabilirler. Hem bizi hem de İslam’ı.

    Bunu da yapacaklarını sanmıyorum.

    Ne yapalım? Bu kara cahillerle bir arada yaşamak da bizim nasibimiz imiş. Görüyor musun “nasip” dedim. Sorun bakalım İslamoğlu’na “nasip” kavramı Kur’an’da geçiyor muymuş ve “bize Kur’an yeter” diyen akıl hocanız bunu kitaplarının hangisinde açıklamış?” 

    17th June 2023, manas tarafından yayınlandı

    Etiketler: cahil eleştiri gazete gelenek İslam İslamoğlu