Etiket: Latin

  • 19.Yüzyıl sonundan 20. Yüzyılın İlk Çeyreğinde Türkçemiz Üzerine Yazılan-Konuşulanlar-II (Mehmet Emin ERİŞİRGİL)

    Türkçemizin yüzyıllar içindeki alfabe değişimleri de ilginç. Orhun alfabesi kullandık, Arap alfabesini kullandık ve Latin alfabesini kullanmaya devam ediyoruz. Kiril alfabesi de olma ihtamali de hep açıktı lakin iyi ki Atatürk Latin alfabesinde karar kılmış. Geçekten Latin alfabesi hem Arap, hem Kiril albelerine göre daha kullanışlı.

    Türkçemizin Latin alfabesine geçişi ile ilgili genel bir bilgimiz yoktu. Latin alfabesine geçtik fakat nasıl geçtik? Geçiş süreçleri nasıldı? Kolay mı? Zor mu?

    “Türk tarihinde ilk kez Latin harfli Türkçe metin, III. Selim dönemine
    uzanır. III. Selim, saray hizmetinde görevlendirmek için Fransız mimar
    Antoine Ignace Melling’i himayesine aldı. Kısa sürede Türkçeyi
    söken mimar, hiçbir zaman Arapça harfleri öğrenmedi. İstanbul’daki ilk
    işi padişahın kız kardeşi Hatice Sultan’ın Ortaköy’deki sarayını restore
    etmekti. Namahremi olduğu için Hatice Sultan’ın karşısına geçip yüz
    yüze görüşemezdi. O da düşüncelerini sultana Türkçe olarak Latin harfleriyle
    kaleme aldı. Hatice Sultan da Melling’in mektuplarına yine Latin
    harfleriyle yazılmış TürkÇe pusulalarla yanıt verdi.”(1)

    Atatürk’ün 1914 tarihinde Madam CORİNNE’e yazdığı mektuptan bir kesit:”“Dunya inssanlar idjin bir dari imtihandir. Imtihan idilfene inssanin hire 9uale moutlaka pike mouvafike djevabe vermessi mumqune olmaya bilire. Fekate duchunmilidir qui heuquume djivablarin heiiti oumoumiyissindine hassil olan mouhassalaya gueuri virilir.” (kaynak:The Turkish Language Reform, Geoffrey Lewis, Oxford)

    (daha…)
  • Türk Medeniyeti-III

    Türk Medeniyeti-III

    Yazan: Özcan ATAR

    WWW“Tarafsızlık bir düş, dürüstlük bir vazifedir.”-TÜRK MEDENİYETİ – 3

    Sümer yazılarındaki Türkçe kelimelerin bulunması aslında dünya Medeniyetin oluşmasında nasıl birbirini etkilediği ve Medeniyetin tüm insanlığın ortak mirası olduğunu bize gösteriyor. Kaldı ki Mübahat Türker bir sempozyumda14  şu bilgileri verir:  “Kutadgu Bilig\ yazarken, Yusuf Has Hâcib’in, Farabi’nin etkisinde kalıp kalmamış olduğunu kendimize sorduğumuzda, varsayımının istikametinden yararlanacağımız model, ünlü çivi yazısı uzmanı, gerek Mohencodaro kültüründen, gerekse Girit  kültüründen bir kısım yazıyı, ilk kez de Hititlerin çivi yazısını sökmeye muvaffak olmuş olan Çek bilgini Hrozny’nin teklif etmiş olduğu o toparlayıcı modeldir. Bu istikamet, çok hareketli bir kavim olan, Çin, Hind, İran, Mezopotamya, Bizans, İslâm, ve Batı ile daima temas etmiş bulunan Türklerin tarihlerine de aykırı düşmemektedir. Hrozny’e göre, Fırat ile Dicle’nin birleşerek, Basra Körfezi’ne ulaşmış olduğu yerlerde, yaklaşık M. Ö. 4000-3000’lerde, ilk yazılı uygarlığı kuran Sümerliler, bir Asya kavmidir ve  dilleri de Türkçeye benzer. Hatta, onların, Türkçe ile “Tengri” gibi, tartışmasız ortak kelimeleri bile bulunmaktadır. Türkçede, Tengri, Tangara, tengerlek, Tanrı kelimeleriyle Sümerli dilindeki Dingir kelimesinin ayniyeti üzerinde Sümerologlar birleşmektedirler. İnsanlık kültür ve uygarlığı, Hrozny’e göre, Asya’dan, Pamir-Altay-Hazar üçgeni arasından çıkıp dünyaya yayılmıştır. Ona göre, Sümerliler, Altay’dan kopup gelerek Hazar’ın güneyinden ve kuzeyinden geçmek suretiyle — sonradan, belki, Doğu İran veya Umman kıyısını takip ederek— , Mezopotamya’ya ulaşmışlar, orada, büyük bir “kültür farı yakmışlardır. Bu farın ışıkları doğuda, Çin’e (M. ö . 1200’ler), batıda Girit’e (M. ö . 2000’ler), kuzeyde Anadolu’ya (M. ö . 2000. Hititlere), güneyde Mısır’a (M. Ö. 3000) ve Hind’e (M. Ö. 3000) (Mohencodaro, Harappa) kadar ulaşmıştır.www.Sümer Yazıları )

    Mübahat Türker Küyel

    Yine, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde Hititoloji Bölümü’nü kuran Güterbock, Zeus başta olmak üzere, başlıca Yunan tanrılarının Anadolu ve Mezopotamya menşeli olduğunu gösterebilmiş, Homeros Destanının kökünde, Anadolu menşeli Kumarbi Destanının, onun da kökünde, Mezopotamya ve Sümer menşeli Gılgamış Destanının bulunduğunu ortaya koymuştur.”   Gılgamış destanın da Nuh Tufanı ile ilgisi olabileceği malumdur. Nihayet Batı medeniyetinin kaynağı Yunan Medeniyeti ise Yunan Medeniyetinin kökü Sümerlerdir diyebilmekteyiz  ki tüm bu bilgiler bize dünya medeniyet tarihindeki evrenselliği ispatlamaktadır.

    Buraya kadar Medeniyetin evrensel olduğunu farklı açılardan incelemeye çalıştık. Bu bilgiler çoğaltılabilir fakat bizim asıl konumuz Türklerin Medeniyeti olduğundan asıl yoğunluğu Türk Medeniyetinin şimdilik ispatlanabilen en sağlam kaynakları üzerinden gitmeye çalışacağız. Milletlerin ırkların ya da kültürlerin birbirinden üstünlüğünün olmadığını özellikle belirtmekle beraber farklılıklarının olduğunu zaman mekan ilişkisi içinde  milletlerin kültürel gelişimlerinin farklı olduğunu söylemiştik. Mesela  Amerika’da Kızılderililer bir kültür, orada Amerikalılar farklı bir kültür, Avrupa farklı olan bir kültür Asya, Ortadoğu, Uzak Doğu hatta Amazon ormanlarında henüz bugünün insanının bile bilemediği kavimler de dünya üzerinde bambaşka kültürleri temsil ediyorlar. Bizim itirazımız bu başkalıkların birer üstünlük olmadığı şeklindedir. İlim-bilim-gelişmişlik hallerini ve kavramlarını kendinden başka hiçbir millete yakıştıramayan Batı kafasına- onlar bu düşünceyi taşıdıkları müddetçe-  hep karşı çıkacağız. Hatta zamanla bu karşı çıkışlarımız gereksiz bir çaba olarak görülecek belki bir anlam ifade etmeyecekse de biz bundan gocunmayacağız. Niye gocunalım ki şeytan her an nefesini üfürmede…


    Şeytan nefesini üfüre dursun güneş balçıkla sıvanmaz. Hakikat hiç örtülemez. Medeniyet evrenseldir hakikatinin yanında Türk Medeniyeti gerçeği inkar edilemez. Göktürk, Karahan, Selçuklu, Osmanlı gerçekleri ayan beyan ortadayken tüm bunları görmezden gelmek ve hatta görememek en kibar tabirle bile : Akıl tutulmasıdır.

    Uzun zamandır İslam’ı  Türk Medeniyetiniyle  çatıştırmak için çaba gösterenler olmaktadır.  İslamı bir medeniyet dersek İnancı dünyaya hapsetmiş oluruz. İslam bir inançtır. Türkler bu inanca ram olmuş bir millettir öyle ki  TÜRK=İSLAM algısı oluşmuştur. Cengiz Çevik’in çevirisini yaptığı makalede : “Johann Peter von Ludewig, Historia  Rationalis Philosophiae Apud Turcas,Christ. Ern. De Windheim, Halae, 1691” künyeli Latince metnin başlığında bulunan Turcas adı genel olarak İslamın ortaya çıktığı ve yayıldığı Asya ve Avrupa coğrafyasında yaşamış Müslüman olan olmayan tüm filozof ve alimleri kapsamaktadır.”16 diyerek Türk kelimesinin gücünü göstermektedir. Bu güç Türk varlığını ve Türk Medeniyetini bizzat ispat etmektedir.  (yazı devam edecek)    

     

    14. Mübahat TÜRKER, 1984 tarihinde Atatürk Kültür Merkezi’nde verilmiş konferansın

    genişletilmiş şeklidir. Aynca, bkz., “Kutadgu Bilig et Fârâbî”, Eylül 1985, Sempozyum

    (1 990) “Fârâbî ve KB”, cilt 1. Krş., burada not: 32, 33 ve s. 381, 382.

    16. Arkhe-Logos Felsefe Dergisi, Sayı/2, Güz/2016 , s.37 , Türklerde Rasyonel Felsefenin Tarihi, çev. C.Cengiz ÇEVİK

    15https://m.bianet.org/bianet/insan-haklari/104970-semih-vaner-in-ardindan