Etiket: Yahudi

  • Ansiklopediler

    Yazan : Özcan ATAR


    Bilgi Toplumu ve Ansiklopedik Külliyatlar: Medeniyetlerin Zihinsel Çizgisi

    Tarih: 11 Aralık 2025

    Günümüzde tanıklık ettiğimiz olağanüstü dijital dönüşümün ve teknolojik ilerlemenin temelinde, Batı medeniyetinin tarihsel süreçte inşa ettiği güçlü bilgi toplumu yapısı yatmaktadır. Ham bilginin sistematik olarak işlenmesi, analiz edilmesi ve yayılması süreçlerindeki Batılı bilim insanının rasyonel yetkinliği, büyük ölçüde bu toplumların bireycilik eksenli kültürel yapısıyla ilişkilidir. Bireyin özerkliği ve kendini geliştirme çabası, kolektif yapılara kıyasla yüksek bir “konfor alanı” yaratma ve inovasyon dürtüsünü tetiklemiştir.

    Eleştirel yaklaşımlar bireyci toplumları duyarsızlıkla suçlasa da, tarihsel süreçler aklın önderliğinde yüksek bir yaşam standardının çekiciliğinin, her iki toplum tipinde de temel bir motivasyon olduğunu göstermiştir.

    Medeniyetlerin Dengesi ve Bilginin Evrimi

    Hiç şüphesiz, modern Batı Medeniyetinin temelinde, Antik Yunan’dan İslâm’ın Altın Çağı’na uzanan Doğu Medeniyetinin muhteşem dehalarının çalışmaları bulunmaktadır. Medeniyetler, yüzyıllar içinde bilgi transferleri ve etkileşimlerle birbirlerini dengelemişlerdir. Ancak, 10. yüzyıldan sonra Doğu’nun bilimsel gerileme eğilimine girmesiyle, 1800’lü yıllardan itibaren Batı, özellikle matbaanın yaygınlaşması ve aydınlanma düşüncesinin etkisiyle bambaşka bir boyuta evrilmiştir.

    Bu hızlı ilerleme, Batı toplumunda insan ve evrene dair zihinsel çalışmaları derinleştirmiş; Doğu toplumları ise çoğunlukla takip ve taklit pozisyonunda kalmaktan öteye gidememiştir.

    Ansiklopedik Çalışmalar: Bilginin Derlenmesi ve Yayılma Hızı

    Batı’nın bilgiyi elde etme, işleme ve yayma süreçlerindeki başarısı, en çarpıcı şekilde ansiklopedi çalışmalarında gözlemlenir. Bilginin kapsamlı bir şekilde derlenip gelecek nesillere aktarılması, Batı’nın zihinsel faaliyetlerinin merkezinde yer almıştır. M.Ö.’ye dayanan ilk örnekler olsa da, 18. yüzyıl Aydınlanma Dönemi’nden itibaren bu çalışmalar kitlesel bir külliyat halini almıştır.

    Bu külliyatların bazı önde gelen örnekleri, sadece bilgi aktarımını değil, aynı zamanda o dönemin sanatlarını, zanaatlarını ve üretim süreçlerini detaylı görsellerle (gravürlerle) sunarak bilginin somutlaşmasına öncülük etmiştir:

    Eser AdıYayın DönemiKapsamÖnemli Notlar ve Hacim
    Encyclopédie (Fransız)1751-1772Bilim, Sanat ve Zanaat35 cilt, 70.000’den fazla madde. Aydınlanma’nın sembolü ve bilginin görsel aktarımını (gravürler) vurgular.
    Encyclopædia Britannica1768 – 2012Genel Bilgi Külliyatı244 yıl basılı kalan, bilginin standardını belirleyen eser. İlk baskısı 2659 sayfadır.
    Der Grosse Brockhaus (Alman)1817-2008Genel Bilgi30 cilt, 300.000’den fazla madde. Modern bilim ve teknolojiyi en üst düzeyde yansıtan Alman ekolü.
    The Museum of Natural History1859Hayvanlar Alemi (Doğa Tarihi)8 cilt, 1500 sayfa. Viktorya döneminde İngiltere’de yayımlanmıştır.
    La Grande Encyclopédie (Fransız)1886-1902Bilim, Edebiyat ve Sanat31 cilt, yaklaşık 200.000 makale ve 15.000 gravür içerir.
    Ward Lock’s Illustrated Guide Books (“Red Guides”)1880-1970Seyahat Rehberleri (Coğrafya, Tarih)Binlerce cilt, yüz binlerce sayfalık muazzam eser. Birleşik Krallık’ta en popüler rehber serisi olmuştur.
    Büyük Sovyet Ansiklopedisi1926-1990Sovyet İdeolojisi, Bilim, TeknolojiDevlet destekli 150 cilt. 200 bin madde ele alınmış olması muhtemeldir.
    Childcraft: The How and Why Library1934-1999Çocuk Gelişimi ve Eğitimi16 cilt, ortalama 4000 sayfa. Çocukların merakını gidermeye odaklanmıştır.
    Collier’s Encyclopedia1950-1962Genel Bilgi Külliyatı24 cilt, 400.000’den fazla giriş, zengin illüstrasyon ve haritalar içerir.
    Histoire Générale de la Peinture1965Dünya Sanat Tarihi27 Cilt kitaptan oluşan Fransızca yazılmış dev bir sanat eseri
    Complete Prose Works of John Milton1953-1982John Milton’ın Tüm Nesir Eserleri8 cilt, 11 kitap, 5000 sayfalık külliyat.
    Encyclopaedia Britannica Macropaedia1979Genel Bilgi (Derinlemesine Makaleler)30 cilt, 30.000 sayfaya yakın. Konuları ders kitabı düzeyinde ele alan bir yenilik olmuştur.
    Encyclopaedia Judaica1971-1972Yahudi Medeniyetinin Tüm Yönleri16 cilt, 12-13 bin sayfa. Tarih, Teoloji, Sanat, İsrail Devleti gibi konuları kapsar.
    The Zohar (Modern Edisyon)2003-2008Tevrat’ın Mistik Yorumları (Kabala)23 cilt, 10.000 sayfa. Modern akademik çalışmalara konu olmuş mistik bir külliyattır.

    Bu devasa bilgi yığınları, Batı’da sırasıyla Sanayi, Bilgi, Bilişim ve Dijital Toplum gibi ardışık evrimleri tetiklemiştir. Makine, Bilgisayar, İnternet ve Yapay Zekâ gibi temel yapı taşları, bu zihinsel altyapı üzerine inşa edilmiştir.

    Doğu ve Asya Toplumlarında Durum

    Bilginin bu denli hızlı ve sistematik ilerleyişi karşısında, kadim Doğu ve Asya toplumları, önemli bir tarihsel kırılma yaşamıştır. Bilgi bu coğrafyalardan sadır olsa da, yön verici ve dönüştürücü bir etkiye ulaşamamıştır. Özellikle 10. yüzyıldan sonra gözlemlenen isteksizlik, kadercilik, irrasyonel bilimlere fazla eğilim ve nesnenin felsefi derinliğine vukufiyetin azalması gibi nedenler, Doğu’yu mistik âlemlerin fantastik rüyalarına sürüklemiştir.

    Türkiye’deki ansiklopedik çalışmalar ise, çoğunlukla dini konulara odaklanma veya belirli temalarda uzmanlaşma eğilimi göstermiştir.

    Eser AdıYayın Kurumu/YazarYayın DönemiKapsamÖnemli Notlar ve Hacim
    Kâmûsu’l-A’lâmŞemseddin Sâmî1889-1898Biyografi (A’lâm) ve Coğrafya6 cilt. Modern Türk ansiklopedisinin öncüsü, ancak sadece kişi ve yer adlarına odaklanmıştır.
    Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (DİA)Türkiye Diyanet Vakfı1988-2016İslâm Dini, Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti44 cilt (+ 2 ek cilt). Türkiye’nin en büyük ve en kapsamlı akademik dinî yayınıdır.
    Geschichte des Arabischen Schrifttums (GAS)Prof. Dr. Fuat SezginYüzyıl Boyuncaİslam Medeniyetinde Bilim Dalları ve Tarihi17 cilt. 7. yüzyıldan 1400’lere kadar İslam bilim literatürünü inceler.
    Hak Dini Kur’an Dili (Büyük Kur’an Tefsiri)Elmalılı Muhammed Hamdi YazırKur’an-ı Kerim’in Kapsamlı Tefsiri9 cilt (Orijinal baskı). Otoriter Türkçe tefsirlerden biridir.
    Türk Ansiklopedisi (Resmi Yayın)Milli Eğitim Bakanlığı1943-2002Genel/Ulusal Konular43 cilt. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduktan sonra başlattığı en uzun soluklu ulusal ansiklopedi projesidir.
    Türkler Ansiklopedisi (Özel Yayın)Yeni Türkiye Yayınları2002Türk Tarihi, Kültürü ve Medeniyeti21 cilt. Tematik bir yaklaşımla düzenlenmiştir.
    Hukuk-ı İslâmiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye KamusuÖmer Nasuhi Bilmenİslâm Hukuku (Fıkıh) ve Terimleri8 cilt, ortalama 5.000-6.000 sayfa. Fıkıh alanında yazılmış en kapsamlı Türkçe kaynaklardan biridir.
    Eczacıbaşı Sanat AnsiklopedisiEczacıbaşı Yayınevi1993Sanat Alanı3 cilt. Türkiye’deki tematik ansiklopedi örneklerinden biridir.

    Bu tabloda da görüldüğü gibi, hacimli ve genel konuları kapsayan külliyatlarda Batı’nın nicel ve nitel üstünlüğü açıkça ortadadır.

    Sürükleyenler ve Sürüklenenler Dengesi

    Bilgi, ırklar ve coğrafyalar arasında dolaşarak dünya halklarının zihin dünyasını ve davranış düzenini kökten değiştirmiştir. Bu bağlamda, yakın gelecekte sürükleyen-sürüklenenler düzeninin nasıl değişeceği temel bir sorudur.

    Ancak, son dönemde Türkiye’nin kısa sürede insansız hava araçları (İHA/SİHA) ve elektrikli araçlar gibi yüksek teknoloji alanlarında hızla aksiyon alması, bilginin hızlı değerlendirilmesinde atılan somut adımları göstermektedir. Bu hamleler, ülkenin en azından bazı stratejik noktalarda “sürüklenen” pozisyonundan sıyrılma çabasının kanıtıdır. Silah ve teknoloji mühimmatları alanında Türkiye, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerin (Batı destekli Çin, Japonya ve Tayvan hariç) bu sıyrılmayı kalıcı hale getirip getiremeyeceği, gelecek yüzyılın en kritik sorularından biri olacaktır.

    Sonuç olarak, ansiklopedik külliyatlar, medeniyetlerin zihinsel birikimini, rasyonaliteye verdikleri değeri ve bu sayede ulaştıkları teknolojik gücü somutlaştıran birer turnusol kâğıdıdır. Gelecekteki liderlik, bilgi üretimini, işlemesini ve yaymasını en kapsamlı şekilde sürdürebilen zihinlerin olacaktır.


  • Lykke-Per (Şanslı Per)

    Gösterime giriş tarihi: 30 Ağustos 2018 (Danimarka)

    Aldığı ödüller: Robert Award for Best Actress in a Leading Role

    Bu film kült film olabilecek  bir film. Görüntüler filmin akışı kıyafetler her şey muhteşem. Danimarka’nın tarihinde din ve aklın çatışmasını harika yansıtmış olan bir film. Hıristiyanlığın eleştirisi mi aklın eleştirisi mi doğrusu seyirciye kalmış gibi. Film 2 saatten uzun. Ancak film o kadar akıcı ki iki saatin ne zaman geçtiğini anlamıyorsunuz.

    (daha…)
  • 113 Yıl Önce Aydın

    113 Yıl Önce Aydın

    Yazan: Özcan ATAR

    Bugün Aydın sokaklarında dolaşırken aklıma bundan 100  yıl önceki hali geldi. Zeki Mesud ALSAN çocukluğunda Aydın sokaklarında gördüğü bir olayı şöyle anlatıyor:

    “…Bu sırada mahallede bir kaynaşma sezildi. Çocuklar yola doğru koşuştular. Kadınlar ileriye baktılar. Mustafa da anasının yanın­dan ayrılarak çocuklara yetişti. Ve kalabalık arasında garip kıyafetli, ve şim­diye kadar hiç görmediği iki insan şekliyle karşılaştı. Bunlardan biri oldukça yaşlı ve kısa boylu idi. Diğeri uzun boylu ve gençti. Koyu lâcivert renginde ve  kat kat denecek surette geniş kıvrımlı uzun fistanlar giymiş olan bu kadınların  başlarındaki alâmet daha çok seyre değerdi. Nasıl yapıldığına insanın aklının eremeyeceği kar gibi beyaz bir şeyler bunların başını iyice sarmış, onları biraz da heybetlendirmişti. Onları ilk görenler gece görseler mutlaka korkarlardı. Bir şeyler… gerçekten bu iki kadın kafasını, saçlarından -eğer varsa-bir telini bile göstermeyecek surette kapatan bu külahlar, tek bir parçadan ibaret değildi.,. Kanatlı, yelpazeli, girintili, çıkıntılı bir çok şekillerin birleşmesinden meydana gelmiş karışık bir nesne idi. Bellerinde  kemer gibi bir kuşak vasrdı. Yanlarında koca taneli ve birkaç devirli tesbihler asılı idi. Tesbihin fistanların eteklerine yakın uçlarında madeni birer haç sarkıyordu. Kollarında koyu renkli, küçük kamış çantalar vardı.Kadınlardan ve çoluk çocuktan mürekkep bir kalabalık onların etrafını, sardı… Onlar gülümsüyorlar, ve işaretlerle meramlarını anlatmağa çalışıyorlardı. Mustafa Hüseyin’in anasına sordu:

    – Teyze kimdir bunlar? Fatma kadın cevap verdi:

    – Onlar yedi kızlardandır. Hiç görmedin mi? Hasta çocuklara ilâç dağıt­mak için, ara sıra mahalleleri dolaşırlar.

    – Yedi kızlar kimlerdir? Neden ilâç dağıtıyorlar. Bu eteklerindeki istav­roz ne oluyor?

    – A çocuğum, onlar gâvurdur. Senin anlayacağın onlar kadın papazlar­dır. Tâ şu Rum mahallesinde bir manastırda otururlar.

    Mustafa, her adım atışlarında haç ile tesbih tanelerinin birbirine vurma­sından husule gelen bir çangıltı ile ilerleyen bu kadınlara hayretle bakmak­tan kendini alamayarak Fatma teyzenin son izahatını o anda kâfi gördü. Za­ten teyze de o sırada yedi kızlara işaret ederek onları evine doğru götürdü. Maksadı anlaşılmıştı, Hasta çocuğunu bu kadın papazlara gösterecekti. Ha­cıdan, hocadan medet görememiş, şimdi yedi kızlardan çare umuyordu. Genci kapıda kalarak ihtiyarı içeri girdi. Sundurmada bir şilte üstünde takat­siz yatan Hüseyin’in başını, bileğini yokladı. Diline baktı. Ve çantasını aça­rak bir kutu içinden birkaç hap çıkardı. Parmaklan ile sayı işaretleri yaptı-Ve onları Hüseyin’in anasına verdi. Dışarıda bekleyen genç yedi kız da, o sı­rada başka bir çocuğun nemli ve çipilli gözlerine bir merhem sürüyordu. Bu suretle davetli davetsiz, birkaç ev, birkaç çocuk daha muayene edildi. Haç & di. Kimse istavroza aldırış etmiyor ve dilleri anlaşılmayan bu garip kıyafetli yabancılardan çekinmiyordu. Artık gün batmak üzere idi ki, yedi kızlar, manastırlarının yolunu tuttular ve mahalledeki kadınlar…”

    Aydında Yahudileri şöyle anlatıyor Alsan:

    “Aydının Yahudi mahallesinde Yahudiliğin her tipine rastlanırdı, Hat bo­yunda Avrupa biçimi giyinen, güzel ve alafranga döşenmiş evlere sahip, olan, Fransızca konuşan, zengin denilebilecek haylî Yahudi ailesi vardı. Bunlar sarraflıktan, faizcilikten, ticaretten, komisyonculuktan para kazanır­lardı, Yeni yetişen oğullan, kızları Aydın Yahudiliğinin dar muhitinden dı­şarı taşarak onunla, dünyanın dört bir köşesi arasında münasebet tesis eder­lerdi… Bu suretle Aydın’da kazanılan paraların bir kısmı, dünyanın başka köşelerindeki Yahudi teşebbüsleri için de sermaye teşkil ederdi.

    Cumartesi günleri Yahudi mahallesi büsbütün başka bir manzara alırdı, Dükkânlar kapalı kalırdı. Zengin, fakir bütün Yahudiler o gün yeni elbisele-rırû giyerler. Ve akşam piyasasına intizaren kapıları önünde daha sakin ve rahat otururlardı. Vakit geçirmek için, kabak ve karpuz çekirdeği yerler, ve çenelerinin âyannı bu suretle muhafaza etmeğe çalışırlardı. Akşama doğru gençler kolkola piyasaya çıkarlar ve yaşlılar da evlerinin önünde birbirine daha sokularak hep bir ağızdan konuşmağa başlarlardı. Piyasa yerinin hu­dudu Yahudi mahallesinin hududunu pek geçmezdi. Çünkü daha ileri git­mek Yahudi dünyasından dışarı çıkmak demekti ki, buna ancak pişkin Yahudiler cesaret edebilirdi.”

               Rum mahalleleri hakkında şunları söylüyor :

    …“demiryolu garptan şarka Aydın’ı ikiye ayırdığı gibi, Aydın çayı da onu şimalden cenuba ikiye bölüyordu. Bu çay birçok Anadolu çayları gibi karar­sız, kaprisli ve faydalı olduğu kadar da zararlı bir çaydı. Yazın, küçülür, kü­çülür ve bazan da tamamen kururdu. Fakat kışın ve ilkbaharda azar, âdeta bir nehir manzarası alırdı. Üzerinde köprüler vardı. Ovaya doğru akar öte­de beride, arzusuna göre durur, gölcükler teşkil eder ve nihayet Menderes’e

    kavuşurdu.

    İşte Rum mahallesi bu çayın şark tarafında ve ovaya bakan tatlı bir mevki üzerinde idi.

    Üç arkadaş, çarşıdan sonra karanlık köprü denilen ve etrafı kapalı oldu­ğu için, köprü olduğu üzerinden geçilirken anlaşılmayan bir köprüden Rum mahallesine girdiler, Mustafa için, bu giriş, ilk girişti. Bu sebepten Mustafa etrafına merakla bakıyor ve yeni bir âleme dalmış insan vaziyetinde herşeyi görmeye, herşeyi anlamaya çalışıyordu.

    Eski Aydm’ın Rum mahallesi, hiç şüphesiz bütün Aydın’ın en mamur, ve en şenlikli bir yeri idi. Umumi vaziyetinden belli idi ki, burada oturanlar, hem zengin, hem bilgili, hem uyanık insanlardı. Oradaki kahveler, Türk kahvelerine benzemiyordu. Salon geniş, duvarları aynalar ile süslenmiş, ma­salar, sandalyeler cilâlı, büfe de çok zengindi. Tabiî bunlarda içki de vardı. Zaten Mustafa bunlara gazino denildiğini de işitmişti. Bu gazinolar fena bir şeymiydi ki, Türklerde böyleleri yoktu? Olsa olsa Türklerinkinde içki bulundurulmazdı. Fakat Mustafa’nın şimdi önünden geçtiği bu gazinolarda içen­lerin hepsinin Hristiyan olmadığı da görülüyordu. Dizlikli ve çepkenli şu genç adamlar efeler değil mi idi? Bunların bazılarında çalgı da vardı. Fakat söz ve ahenk Türkçe değildi….”

    Efeler ile ilgili aşağıda şu ilginç olayı belki de ilk defa okuyacaksınız:

    “…Mustafa, Aydın’da böyle bir tavassuta ve bunun neticesinde, ince Hüse­yin çetesinin dağdan inmesine şahid olmuştu…Hükümet kuvvetleri ile ince Hüseyin çetesi arasında hayli çarpışmalar olduktan sonra, çetenin reisi nasıl olsa bir gün galebenin hükümet tarafına kalacağını düşünerek affedilmek suretiyle bu işten sıyrılmayı muvafık görmüştü. Arkadaşları da onun fikrine iştirak ettiler. Bunun üzerine çete, hem tol*, hem de hükümet nezdinde sözü sayılan ve her tarafça sevilen Sadık Bey’e uzlaştırma rolünü oynaması için haber gönderdi. Sadık Bey de Kâmil Paşayla haberleşti. Mesele prensib itibariyle kararlaştıktan sonra mütareke şartları tesbit edildi. Çete, nereye kadar silâhlaı ile inecek, nerede silâhlarını bırakacak ne suretle kasabaya girecek, nerede kalacak ne vakit ve nasıl da­ğılacak, bütün bunlar iki tarafın mümessilleri arasında kararlaştırıldı…

    Bir gün Sami Bey, Mustafa’ya “yarın akşam İnce Hüseyin çetesini alma­ğa gideceğiz.” deyince, Mustafa birdenbire bunun mânâsını anlayamadı. Mustafa İnce Hüseyin çetesinin hikâyelerini işitmişti. Fakat onun affedilme­sinden ve bunun etrafındaki müzakerelerden tabiî haberdar değildi. Sami Bey biraz daha izahat verdi:

    – İnce Hüseyin affolundu. Bey babama dehalet ettikleri için, kendilerini buraya getirecek trende benim bulunmamı şart koşmuşlar. Ancak bu suret­le kendilerini emniyet altında görebileceklermiş.  Sen de gelirsin, olmaz mı?

    Mustafa memnuniyetle razı oldu. Hem bir seyahat. Hem efeleri görmek, Bu kaçırılacak bir fırsat değildi.

    Ertesi günü, ikindi vakti, Sami Bey lalası, Sadık Be/in kâtibi Kıbrıslı Ah-med Efendi ve Mustafa, küçük bir lokomotifle bir yolcu vagonundan mürek­kep hususî bir katarla Aydın istasyonundan Umurlu istasyonuna doğru ha­reket ettiler. Aydın’dan Denizli istikametinde ikinci istasyon olan Umurluya az bir zaman sonra varıldı.

    İnce Hüseyin efe ve arkadaşları, trenin muvasalatını tertibat aldıkları yerden bekliyorlarmış ki, daha istasyona yaklaşmadan muhtelif noktalardan silâhlan ile bir iki, meydana çıkan efeler işaretler yaptılar ve treni istasyon­dan evvel durdurdular…

    Ahmed Efendi, bu tertibatı bildiği için, Mustafa’nın hayret ve endişesine • iştirak etmeyerek vagondan indi. Ve bir efenin delâleti ile, înce Hüseyin’i^ bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Üç efe de silâhları tetikte küçük katan sarmışlardı. Sami Bey, Hacı Ali paşa zade Sadık Bey oğlu Sami Bey şimdi onların elinde idi. İsteseler dağa kaldırırlar ve belki de beş bin altın “fidye-i necat” alabilirlerdi. Fakat efe ölür, sözünden dönmezdi. Şimdi Saıfl Bey, onlan yeniden cemiyet hayatına kavuşturmak için gelmişti. Müzakere bitmiş, sulh yapılmıştı, Kancıkça hareket efelerin şanından değildi…

                İşte İnce Hüseyin ile öteki arkadaşları da geliyorlardı. Bunlann hepsi ye­di kişiydi. Hepsi de henüz otuzuna gelmemiş, genç yakışıklı, efelerdi. Üzer­lerindeki zeybek esvabları kadar, işlemelisine, yakışıklısına pek az olarak rastlanırdı… ipek kefiyeler… ipek gömlekler.,. Silâhlıklarında işlemeli kama­lar. Bütün bunlara bakınca insan, bu efelerin güvey girecek bir zeybek titiz­liği ile giyinmiş olduklarına hükmederdi…

    Hele ince Hüseyin. O ne endamdı? Eğer Fidyas ona rastlamış olsaydı, muhakkak dünyada onun heykeli ile erkek güzelliğinin ideal tipini vermiş olurdu…

    İnce Hüseyin hareket tertibatını aldı. Kendisi ile Sami Beyin, daha bir efe­nin lokomotifle, diğer efelerin de vagonda seyahat etmeleri kararlaştırıldı. İnce Hüseyin, pratik zekâsiyle, bu yolda hareket etmeyi emniyeti bakımın­dan daha muvafık görmüştü…

    Bu tertip altında Aydın’a dönüldü. Grup yaklaşmıştı. Tren zamanı olma­yan bu saatte istasyonda kimse bulunmazdı. Rehine vazifesini gören Sami Bey efelerin ortasında olduğu halde konağın yolu tutuldu. Tenha sokaklar­dan geçilerek akşam ezaniyle beraber Sadık Beyin selâmlığına varıldı.

    Artık efeler Sadık Beyin misafiri idiler. Hükümet tarafından bir tuzak kurulabilmesi endişesi de zail olmuştu.

    Efeler, üç gün Sadık Beyin selâmlığında kaldılar, Martinleri ile selâmlığa giren efeler, ertesi sabah martinsiz Aydın çarşısında dolaştılar. Alış, veriş yaptılar… Hâdise Aydın’da şayi olmuştu. Herkes efelere bakıyor, arkalarından maşallah diyordu. Galiba silâhlar, hükümete teslim edildi. Ve efelerde üç gün selâmlıkta yiyip, içtikten, Aydın’da gezdikten sonra dağıldılar. Bu olayla artık kahramanlık devrine son vererek her biri günlük hayatın mihnet ve meşakkatine tekrar dönmüş oluyordu….”

    İşte Aydından yüz yıl önce böylesine güzel ilginç heyecanlı yaşanılası bir yerdi.