Kırgız Türkçesinden Aktaran : Özcan ATAR
Hikayeyi yazan : Ömürzak CENŞEBAY UULU
UZAK KUZEY DAĞLARINDA
Batmakta olan güneşin şulesi yavaş yavaş kaybolurken koyu kırmızı bulutlar ak tepeli dağların etrafında dolanıp duruyordu. Dağ yamaçlarından gürüldeyerek aşağı bayıra doğru akmakta olan su, bahar havasına girmiş ağaçları yararak aralıyordu. Ağaç gölgesindeki ak çadır suyun dibine kondurulmuş çadırın hemen yanında ata binmek için hazırlanırken kart-kart geğirerek yolcu etmek için çıkan Kurgalday eneye döndü:
-Gelininizin hastalığı sadece sıcak çarpmasındanmış dünürüm. Ateş gibi sıcak bir suya girsin! Suya bir iki girse iyileşir diyerek Kargalday Ene’nin gönlüne su serpti.
Kargalday Ene iki gözü yiyecekle dolu heybeyi Moldabay’ın atının üzerine koyarken Moldabay onun nefesine olan güvenle şöyle dedi:
-Çocuklarımın hayrını gör. Allah yolunu açık etsin. Bu küçük hediyeleri yeğenlerim yesin. Sağlık sıhhatin oldukça daha…Kargalday Enenin sözü bitmiyordu.
Moldobay gülerek :
– Zahmet oldu dünürüm
Ha ha ha! Böylece nefesi en tesirli üfürükçülerden birisi daha uzaklaşıp gitti.
Hastalıklı Salkın her gelenin söylediklerini uygulayarak daha bir gücünü kaybetti. Salkın hastalanıp yattığından beri Kargalday Ene eli hafif üfürükçüleri bir biri ardına çağırıyordu. Ne yapsın? Onun biricik tek gelini. Onun için üfürükçülerden elinde olanı esirgemezdi ancak üfürükçüler okusalar da tütsüleseler de Salkın’ı bir türlü iyileştiremiyorlardı. Demek Salkın bir ruh hastası değildi. Artık bunu evde yaşayan üç insan kendi gözleriyle şahit olmuşlardı.
Esen ile Salkın köydeki hastanenin uzaklığını göze alarak gitmeye karar verdiler. Ne yazık ki onları bu güne kadar köydeki hastane hiç kabul etmedi. Karı Ene’nin yalvarmasına da aldırmadan Salkın’ı hastaneye götürmeye kararlıydı Esen. Böyle zamanlarda Karı Ene’nin yüreğini ağrıtan hataları olduğunda kendisini suçlayan Salkın için için üzülüyordu. Şuan bile evin içerisinde bir o ya bir bu yana dönüp duruyor ve utancından yüzünü örterek yatıyordu. Tedavi olursa ancak sudan olur diye düşünen Kargalday Ene gelininin üstünden düşmüş olan yorganı alıp üzerine örttü ve:
– Ne kadar da sıcaksın ya! dedi.
Zifiri bir karanlık vardı. Göz gözü görmüyordu. Hava buz gibiydi. Gökyüzünü kaplayan bulutlar Çisil çisil yağmur serpiyordu. Derin bir sessizlik hakimdi fakat sessizliği bozan Kaşaalı suyunun gürleyen sesiydi.
Bu anı bekleyen Karday Ene gelinine :
– Kalk kızım vakit geldi! Diye seslendi.
– Bu sabah iki defa suya girersen acaba nasıl olur…
Esen bu defa annesine hiç cevap vermedi. Kaba bir hareketle karısının üstünde duran baltayı aldı ve duvara astı. Kapıyı açıp dışarıya çıktı. Çadırın dibine çöküp derin düşüncelere daldı.
Yağmur hafif hafif yağmaya devam ediyordu. Salkın yorgun ve hasta bedenini büyük bir zorlukla dışarı çıkarabildi. Evin dibinde donuk bir halde oturmakta olan kocasının hiç farkına varmadı. Bütün elbiselerini çıkardı çırılçıplak bir halde etrafı kara taşla çevrili göle girdi. Sıcak bedeni dağlardan gelen buz gibi suya girince irkildi. Sonra üşüyüp titremeye başladı. Tüm gücünü ve cesaretini toplayarak kendini suya bırakan Salkın başını suya sokup sokup çıkarıyor ve bedenini yıkamaya çalışıyordu. Bir anda kemikleri sızlayıp yüreği dup dup atmaya başladı. Böyle yapmayı üfürükçülerden öğrenmişti. Hatta böyle yapmak gerektiğini üfürükçüler söylemişlerdi. Şimdi ise Salkın göleğin ortasında çırılçıplak duruyor sanki birisi kendisine saldıracakmış gibi etrafı gözetliyordu.
Sanki zifiri karanlıkta, hayali varlıklarla gökyüzünden uçarak gelip Salkın’ın saçını koparacak yüreğini çıkaracaklarmış gibiydi. Tam o sırada “ çık hey çık oradan!” diye bağıran bir sesi adeta kulağına inmiş bir yumruk gibi duydu. “ haydi yürü diyen” öfkeli sesi duyunca Salkın sırılsıklam bir halde sudan çıkmaya çalışırken bayıldı. Acı çığlığı duyup dışarı fırlayan Kargalday Ene gördükleri karşısında kemikleri sızladı. Aklını kaçıracak gibi oldu. Esen Salkını sudan çıkarmak için uğraşıyordu. Kargalday Ene Salkın’a korkuyla baktı ve:
– Gözünü aç lütfen ben köpeğe git demiştim köpeğe!
Diyerek Salkın’ın baygın bedenine yapışıp onu silkeledi. Salkın’ı eve götürüp yatırdılar. Karagay Ene korku içerisinde “Eyvah! Eyvah!” diyerek evin içerisinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Salkın’ın yüzüne su serpip kendi kendine tövbe ediyordu. Esen ise böyle olacağını bilseydi eve girmeye çalışan ite bu kadar bağırmazdı.
Henüz konuşamayan Salkın’ın yüzü soluktu. Yüzünde sağlıklı olduğunu gösteren tek emare onun neye baktığı belirsiz açık gözleridir. Gece yarısında Salkın ancak kendine geldi. O zamana kadar arkasına yaslanmış Karı Ene elindeki okutulmuş su fincanını yere koydu ve felaketi hissetmiş gibi yüreği yerinden oynadı.
– Çok korkmuş galiba. Şimdi ne yapsam. Git atına bin Moldobay’ı bul ve onu eve getir dedi Esene.
Rengi kaçmış Esen hiç birşey diyemediç atı neredeydi? Kime gidecekti onu da anlamadı. Öylesine dışarı çıktı.
Dağın soğuk rüzgarı Esen’in yüzünü kesiyordu. Yağmurun ne zaman öfkeleneceği bilinmez. Yani Tiyanşan’ın Kuzey tepelerine kar kaplamıştı. Zamansız yağan karın soğuk havası eli yüzü dondurup ciğerlere değiyordu. Kör karanlıkta kar bembeyaz parlıyordu. Bu karanlıkta Esen karın üstünde sık ağaçların arasından gitti. Karın düşmesinden eğilen dallar, akkunun kanadı gibi yeri çiziyordu. Bir ağacın dalı çatırt! diye kırıldı. Esen evden uzaklaşmadan kırılan dalın sesiyle birlikte evdeki Salkın’ın anlamsız acı çığlığı duyuldu.
Artık Salkın ömür boyu hastalıklı olarak kalacaktı.


Yorum bırakın