Yarım Akıl

Yazan: Tursun CUMALI

Çeviren: Özcan ATAR


Günlük güneşlik olan bu ovada bir nehrin içerisinde çırılçıplak bir halde bir kız yüzüyordu. Beyaz elbisesi dolgun vücuduna yapışmıştı. Bir gümüş balığına benzeyen gelin, göz kamaştırıyordu.Tam o anda kızın başında bir erkek peydah oldu. Gelin bir anlık şaşkınlıktan sonra yüzmeye devam etti. Erkek bu sıcak havada başına deri bir şapka giymişti. Sırtında da eski bir palto vardı. Bir ayağıyla yeri kazmaya çalışırken utangaç bir tavırla nehirde yüzmekte olan genç ve güzel geline bakıyordu. Sırlı gözlerinin aydınlığında saf bir gülüşü vardı erkeğin.

Gelin onu bu hâlde görünce kıkır kıkır gülmeye başladı ve üzerinde hiçbir korku belirtisi olmaksızın erkeğin yanına doğru yavaş yavaş yaklaştı:

– Tölökbay buraya gel! Seni de yıkayayım.

Nehir kenarındaki Tölökbay gülümseyen gözlerle bir adım daha geriledi.

-Zavallı “Yarımakıl” hayatında hiç çıplak bir kadına dokunmamışsındır. Gel sana göstereyim diyerek genç kız durmadan kahkahalar atıyordu.

Aşağıdaki köyden otlanması için getirilen inekler sazlığın dibinde geviş getiriyorlardı. Bu inekleri genç kız getirmişti. Yarımakıl ise genç kıza yardım etmek için gelmişti.

Bu arada alaca renkli kara öküz susadığı için yavaşça ineklerin yanından ayrılıp hantal bir yürüyüşle suyun yanına yaklaştı ve Yarımakıl’ın yanına durdu. Sudaki kız bir öküze bir de Yarımakıl’a bakıp gülmekten kendini alamadı.

-Tölökbay ağabey yanındaki öküze baksana. Ne zamandır gözlerini dikerek bana bakıyor. Sen ise…! Hadi gel, suya gir, diye alaylı sözlerine devam ediyordu.

Gelinin gözünde Yarımakıl ile öküzün hiçbir farkı yoktu.Hayatında hiçbir kadınla yatmayan bir erkekte nasıl bir duygu olsun ki diye düşündü genç kız.

Aslında Tölökbay kırk yaşından fazlaydı ve bir kadınla hiç yatmamıştı. Zavallıya kim baksın ki! Yüzü çatlamış, kararmış, dişleri sararmış gözleri çapaklanmış, yaz kış demeden başından deri şapka, üzerinden deri palto eksik olmasa bir de küçük büyük herkesin işine koşup hem de işini bitirdikten sonra bir yemek dahi yemeden sırıtarak gitse, elinden iyilikten başka bir şey gelmese…

İşte böyle bir Yarımakıl’ı kim insan yerine koyardı. Evet bir zamanlar Yarımakıl’ın en ateşli zamanında babası onu evlendirecek oldu. Fakat Tölökbay’ı evlendirmek o kadar kolay olmadı. Bütün köylerde kız arandı ve zorla bir kız buldular ve Allah’a şükür dediler buldukları kız için.

Güzel olmasa ne olur ki. “Yarımakıl” olsa da Tölökbay’ın da nesli devam edecek diye köy halkı dua etti. Acaba bu evlendirme fikrini kim bulmuştu. Yarımakıl kızla evlendiği günden beri onu yanına hiç yaklaştırmıyordu. Biraz zaman geçsin alışır diyordu köyün büyükleri. Ancak Yarımakıl karısını her zaman dövdüğü için kendine gelen rızkı kaldıramayan Yarımakıl karısını öldürmesin diyerek gelini tekrar kendi evine götürdüler. İşte o zamandan beri “Yarımakıl’da normal insanın duygusu yok düşüncesi köy iiçinde kabullenilmişti.

İlginç olan köyün çoluk çocuğu Yarımakıl’la dalga geçerek : ” Yarımakıl’ın beğendiği bir kız vardı. Ana babası bunu bilmeden onu çirkin bir kızla evlendirdiler. Hey! Tölökbay haydi söyle sevdiğin biri var mı? Varsa onun ismini söyle bize” diye gülerlerdi. Tölökbay gözlerini yere indirip ” var” derdi Yarımakıl. “Kimmiş o kimmiş o” diye yapışırdı gençler. “Küköşçü “diye kıs kıs gülerdi Yarımakıl. Herkes gülmeye başlardı. Küköşçü köyün en zenginin kızıydı. “Sonra kim var” diye sormaya devam ederlerdi. Yarımakıl “Bumaşçı” diyerek çapaklı gözlerini oynattığında gençler gülmekten bayılırlardı. O kız da köy muhtarının güzel karısıydı. Bu gülmelere darılan Yarımakıl gençlerin yanından hemen uzaklaşırdı. Gençler ise hâlâ gülmeye devam ederlerdi. Hiç kimse hiç bir şey anlamıyordu

Suyun diğer tarafından şimşekler çakıyor gökyüzü gürlüyordu. Gökyüzünü kara bulutlar kaplamıştı. Nehrin berrak suyunda yüzmeye devam eden gelin Tölökbay’ı suya sokamayınca yavaşça sudan çıktı. Dağın temiz suyundan çıkan genç kızın kalbi ferahladı bedeni sertleşti ve rahatladı. Kız sudan çıkınca elbisesini sıkacaktı ki Yarımakıl’a yapışmak istedi.” Bu insanda niçin duygu olmaz? Kız : ” Tölökbay ağabey hadi elbisemi sıksana.” dedi.

Yarımakıl sanki bir şeyden korkmuş gibi etrafına bakarak gelinin yanına geldi. Gelin bir anda elbisesini çıkardı. İşte şimdi Yarımakıl’a bulanık görünen gelinin vücudu, sanki büyüteçle bakıyormuş gibi gözüne net bir bir şekilde görülüyordu. Yarımakıl’ın hissi bir an değişti.

– Hadi gel! gel yanıma! dedi gelin sabırsızca.

Karşıki dağların tepelerinde yağmakta olan yağmur bir anda aşağıya doğru gelmeye başladı. Yağmurla gelen sel suyu nehrin berrak suyuna karıştı. Genç kız tekrar suya girdi. Çamurlu suda yıkandı. Fakat gelin çamurlu suyun farkına varamadı. Aynen bulanık su gibi bozulmuştu kalbi. Bir garip olmuştu. Yarımakıl ise sanki çok güzel bir şey bulmuş gibi, sanki dileğine kavuşmuş gibi, serin yaylada otlayan inekleri güdüyormuş gibi, kendini kaybetmişcesine nefes almadan koşuyordu. Kız sudan çıktı ( bu defa Yarımakıl’ı çağırmadı). Nehrin akışı hızlandı. Güneş uzun zamandır bulutların arkasına saklanmıştı. Şimşek çaktı, gök gürültüsü hemen yakınlarında duyuldu. Gelin inekleri hemen toplamazsa sele tutulacaklarını anladı. İnekleri hemen topladılar Yarımakıl’la. Nehrin diğer tarafına geçeceklerdi.

Dilsiz düşman bir anda şiddetlendi nehrin suyu taşmaya başlamıştı. İyice doyan inekler birer ikişer nehri geçmeye çalışıyorlardı. Gelin de az kalsın boğulacaktı fakat o anda kara öküzün kuyruğuna iyice yapışmıştı. Yarımakıl ise hiçbir şeyin farkına varmadan inekleri döve döve karşıya geçirmeye çalışıyordu.

– Tölökbay ağabey beni tut! dedi bir an başı dönen genç gelin.

Yarımakıl gelinin sesini duyunca hemen onun yanına gidip tıpkı kırmızı bir çiçeği koparmış gibi onu kucağına aldı. Su deli gibi coşmuş akıyordu. Yarımakıl hâlâ hiçbir şeyin farkında olmadan büyük bir mutluluk içerisindeydi. Tam tersine onu bir güç harekete geçiriyordu.

Genç kızın örülü saçları suyun içindeydi.Kız başındaki kırmızı örtüsünü düşeceği zaman yakaladı. Tam o anda aklına bir fikir geldi. Kendisini kucağında götürmekte olan Yarımakıl’ın cesaretini ölçmek istedi. Yazık ki sonradan bu fikre pişman olacağını hiç düşünememişti:

-Tölökbay ağabey örtüm suya düştü diye bağırdı gelin.

O anda tüm bedeni ürperen Yarımakıl selin üzerindeki kırmızı örtüyü gördü. Tölökbay büyük bir kıvraklıkla gelini kıyıya çıkardı ve örtüyü almak için tekrar suya atladı.

Şimşek tam tepelerinde çakıyor; bahar yağmuru sazlığın üzerine şakır şakır dökülüyordu. Nehir suyu gittikçe artıyordu. Genç gelin şakasına pişman oldu. Tüm bedeni titredi.

– Tölökbay ağabey sizi aldatmıştım. Örtüm elimde

Kız kırmızı örtüsünü sallıyordu fakat Yarımakıl hiçbir şey duymuyordu. Suyun içerisinde bir görünüp bir kaybolarak güya örtünün arkasında yüzmeye çalışıyordu.

Tabiatın dilsiz düşmanı daha da şiddetlenerek tüm dünyayı alt üst ediyormuş gibi, ganimetini hiç kimseye vermek istemiyormuş gibi Yarımakıl’ın kızıl örtüsünü uzaklara götürüyordu. Şimşekler çakıyor, gök gürlüyordu. Siyah bulutlar ikiye bölünerek kocaman dişlerini gösterip sırıtıyor gibiydi.

– Tölökbay ağabey geri dön! diye bağırarak kırmızı örtüsünü sallıyordu genç gelin.

Yarımakıl gelinin bağırdığını nasıl duysun. Dilsiz düşmanla ısrarla savaşıyor hayâlindeki kırmızı örtüye ulaşmaya çalışıyordu. Suda bir batıp bir çıkıyordu. Oysa onun kırmızı örtüsü hâlâ suyun üzerinde yüzüyordu. Kırmızı örtü Yarımakıl’ı bir türlü kendine yaklaştırmıyordu. Yarımakıl kırmızı örtüsüne yetişemeyeceğini anlamıştı ve suyun üzerinde bir kayık gibi yüzüyordu.

Yer yüzünde karanlık çöküp gök gürleyip yağmur şakır şakır yağıyordu.

Ejderha ağzından çıkan ateş gibi kırmızı şimşeğin ışığında kırmızı örtüsünü sallayarak su boyunda koşan genç kızın hayâli, ona bakan dünyanın kocaman göz bebeğinde nefis bir tablo gibi çerçeveye alındı.

                                                         

Yorumlar

Yorum bırakın