Yazar: efecity

  • Devlet ve Amaç

    Devlet ve Amaç

    Yazan: Özcan Atar

    Devlet adı verilen büyük mekanizmanın baştan aşağıya sorgulanması dizayn edilmesi görev alanlarının tam anlamıyla tespit edilip dişililerin düzenli ve akışkan bir şekilde işletilmesinin sağlanması gerekiyor. Tabi bu temsil yeteneği çok güçlü bir iradenin uzun soluklu çalışmasıyla ancak üstesinden gelinebilecek bir durum.

    20. yüzyılın başlarında belirlenmiş pek köhneleşmiş kurallar bütününün tekrar ve acilen incelenip belirlenmiş olan çağ problemlerinin bir an önce çözülmesi gerekiyor. Beyinlerde oluşturulmuş ama kağıt üzerine düşmemiş teoriler ya da kitaplarda kalmış ama pratiğe geçmemiş bilgiler anlamlandırılmalı yararlı hale dönüştürülmelidir.

    Devleti teraziyi tutan bir el olarak düşünmek zorundaysak ki öyledir. Bu terazinin bir kefesinin devamlı yukarıda kalması da benzersiz bir adaletsizliği gösterir. Toplumlar bu dengeyi kendileri sağlamak zorunda kaldıklarında ortaya çıkacak yangının kaç yıl devam edeceğini tahmin etmek de zor. Suriye’de ve diğer ülkelerde çıkan isyanlar hepimizin gözü önünde. Tabi bunlar bizim için bir tiyatro değil.

    Onca büyük hacimli kitaplar engin düşünceler teoriler tezler vs. hep insanların gündelik küçük sorunlarının çözülmesi amacıyla üretilir. İnsanlar mutluluğun peşindedirler bu dünyada. Nafile bir bekleyiştir bu aslında ama gerçek gibi yaşanılan bu algılar dünyasında sanal yaşamlarımızın bize sunacağı sevinçler mutluluklar hayal kadar gerçektir de aynı zamanda . Gündelik çaresizliklerimize çareler sunup insana mutluluk vermesi için büyük karmaşık devlet sistemleri oluşturma çabası bir o kadar paradoksal durumdur hakikatte. Devletler, kanunlar, çabalar , arayışlar, buluşlar, fikirler fiziken küçük manen büyük insanın gözlerinden hüzünle bir damla yaş çıkmasın tık tık atan kalbi ızdıraplar içinde çırpınmasın diye değil midir?

    Toplumların oluşturduğu ruhsuz mekanikleşmiş devlet sistemleri ne kadar acımasız ve hoyratça ise gönüller o kadar yıpranmakta mutsuz insan cennetleri o kadar çoğalmaktadır. Daha bebeklikten başlayan esir olma ölünceye kadar devam etmekte insanın özgürlük arayışı da hiç bitmemektedir. Çalışıyorsunuz çabalıyorsunuz her yönünüzden ablukaya alındığınızdan “mutluluk” için “diğer alem”i beklemek mecburiyetinde kalıyorsunuz.

    Bireylerden yola koyularak oluşturulan Platon’cu devlet sisteminde en ilkel anlamıyla işçilerin (özel sektör çalışanlarının hepsi ki kamuda olanlar korunma kapsamındadırlar haliyle ), bilge ( yöneticiler-devlet içindeki alt-üst memur bürokrat,hakim savcı vs.) ve askerler (paşalar her rütbedekiler vs.) için çalışıp kanaatkar olmaları gibi bir anlayış bugün pratikte uygulanma şansını yakalamış ve kapitalizm ile belki Platon’un safça iyi niyetle söylediği bu sistem daha ileri giderek toplumun tepesinde “öğütme” görevini yapmaya devam etmektedir.

    Şu da söylenebilir ki doğrudur sistem/devlet, düzen, kısıtlama aynı zamanda özgürlüğün en geniş manada kullanılması için gereklidir. Evet özgürlük mutluluktur ve özgürlük için de sınırlar gereklidir ancak bu sınırlar ne kadar olmalıdır nasıl olmalıdır kime göre neye göre olmalıdır. Milyarlarca beyinden milyarlarca sınırlama kısıtlama fikirleri çıkarsa o zaman da “özgürlük” sorunu nasıl çözülecek. Var bunun cevabı ancak bu başlıbaşına bir konu.

    Bizim devlet sistemi kendi reflekslerinin içinde çözümler bulmuş ve kendi dairesi içinde kendi bireylerini kalkanla koruma görevini hakkıyla yapmaya çalışırken ötekileştirdiği kitleler ile arasını iyice açmaya başlamıştır. Ta Osmanlıdan hatta daha öncesinden gelen bir gelenek olarak gelen “devletin yüceliği” meselesi hala devam etmektedir. Pekala bu devam etsin ancak artık bu mekanizmanın da artık yağlanmaya yenilenmeye bir ihitiyacı yok mu? Elbette var.

  • Mutluluk Bizden Çalınıyor

    Mutluluk Bizden Çalınıyor

    Yazan : Özcan Atar

    Artık anlaşıldı ki bu ülkede her gelen hükümet Milletine illallah çektirmeye yemin etmiş.  Önemli olan mutluluk değil mi? Evet. Bu mutluluk nasıl elde edilir. İnsanların ihtiyaçlarının karşılanmasıyla. Nedir bu ihtiyaçlar:

    1.Sağlık

    2.Ekonomik istikrar

    3.Sosyal düzen

    4.Sorunları gideren her şey.

    Bu dört madde genel anlamda iki “şey” üzerine varlık buluyor.

    1.Bireyin kişisel özelliklerinin, donanımının seviyesine göre gösterdiği eylem ve duygular

    2.Tüm bireylerin, düzen ve istikrarı için  geliştirdikleri sistem olan devlet.

    Birey başattır.  Devlet, bireyin mutluluğu için oluşturulmuş bir mekanizmadır. Mekanizma (devlet) düşünce ve eylemlerin etkisiyle hareket kabiliyeti kazanır. Her bir birey sistemin kendisini yemesini asla istemez fakat mekanizma  hoyratça bireye saldırırsa o zaman sonuçların nerelere evrileceği nerede başlayıp nerede duracağı kestirilemez.

                    Şimdi AKP maalesef mekanizmayı doğru kullanamıyor. Sistemi (devleti) koruma  güdüsüyle halbuki bireyler artık usanmış durumda. Halk şimdi tam bir sıkışmışlık yaşıyor. Zenginler ile devlet arasında. Devlet içinde birileri insanların sinir uçlarına dokunuyor. Yazık!

                    İki örnek :

    I. Araba

    II. Yurt dışı Alışveriş

        I.Araba: Almak mümkün değil alınsa da çok çok fahiş fiyatlara alınıyor. Ne basiretsizlik. Zorbaca. Biz içerideki üreticiden araba almaya zorlanıyoruz. Alabiliyor muyuz? Hayır. Neden çünkü patenti dışarıdan üretimi içeriden oluyor ve bu arabayı alırken

    A.Üretici

    B.Devlet (yani hükümet)  

            Aralarında anlaşmışlar , anlaşma da aşağıdaki gibi:

    Araba üreticisi  Türkiye de üretecek ve satacak. Satınca :

    Patent hakkı masrafını  

    Diğer  tüm giderleri arabaya yansıtacak

    Kar elde edecek.

    Karından devlete ödeyecek. Zaten tüm giderlerin içinde devlete vergi veriyordu. Tekrar ve tekrar vergiler ödeyecek. KDV vergi, ÖTV vergisi vs. vs.

    Devlet üreticiye sen üretmeye karından bana vermeye devam et ben de Türk halkının sadece senden alması için yasalar çıkarayım.

    Dışarıdan araba almak yasak değil ama alırsan aldığın araba kadar da ben alacağım diyor devlet. İnsanlar duruyor. Ya da İtalya’da  10 bin birimse Türkiye’de 30 bin birime araba alıyor. O da en düşük paketten.Bazı araba çeşitlerini biz bilmiyoruz. 

    Devlet kar ediyor.

     Her iki durumda da kar etmeyen sadece “millet” oluyor. İlginçtir ki devlet kendini türeten bireye zorbalık yapıyor. Yıllardan beri hiçbir hükümet bu sistemi düzeltemiyor ya da düzeltmiyor.

    II. Alışveriş

     Dijital alışveriş siteleri çıkalıdan beri online  hareketlilik arttı ve gerçekten de insanlar bu durumdan mutluydu. Araba alamasalar da basit ihtiyaçlarını alarak mutlu oluyorlardı. Ancak 1 Mayıs 2022 tarihinden sonra artık gümrüklerden geçen bireysel alışverişlerden %30 vergi alınmasına karar verdi devlet. İnanılmaz. Vergi büyük ticaret yapan ticari işletmeler için değil sadece bireysel 100-200-300 dolarlık eşya alanlar için geçerli. Artık Türkiyede bilgisayar almak çok pahalı. Telefonlar hakeza.  Firma toptan bilgisayarları getirmiş istediği fiyata satıyor. Fiyat ortalama 8000-10000 tl civarımda. Birey kendisi Amazon ya da Aliexpressten almak istese 3 bin-5 bin tl. Oradan alıyordu. Hatta öyle sitede her gördüğünüzü de alamazsınız vergisini verseniz de alamazsınız. Mesela telefon alamazsınız. Evet artık dışarıdan bir eşya almanızın esprisi kalmadı çünkü ZENGİN ile DEVLET gene anlaştı. Al gülüm ver gülüm.

    İlginç olan 10 binlerce çeşit üründen Türkiye de hep en eski olanı Firmalarca içeriye girdiriliyor aynı arabada olduğu gibi. Türk insanı her tarafından çevrelenmiş durumda maalesef. Aşağıya insanların yorumlarını alıntılıyorum. İnsanlar tek kelimeyle “mutsuz”lar. Aynı benim gibi.

    Alıntılanan site : donanımhaber.com. (link: https://www.donanimhaber.com/yurt-disindan-siparis-edilen-urunlerin-gumruk-vergisi-artti–146241

    gcb1903(Gökhan BEDİR)4 hf. :

    Öyle Urfa’ya bedava elektrik vereceğim, Selo’yu salacağım diyeceğine muhalefet çıkıp “imei kayıt ücreti denen fahiş zorbalığı sonlandıracağız” dese iyi olmaz mı?

    “Gençlerin ve gelir grubu düşük vatandaşların yurt dışından uygun fiyata bir kaç dolara aldığı ürünlere getirilen bu zorba vergi saçmalığını kaldıracağız” dese daha çok hoşunuza gitmez mi?

    Tüm Fetö tutuklularını salsa mı yoksa bireysel kullanıcının temel ihtiyacını giderecek kadar teknolojik ürünü almasına vergi almaması mı daha çok hoşunuza gider?

    Anlamıyorum bu muhalefeti ben. Şu anda garibanın, öğrencinin, yoksulun sırtına kırbaç vuran bir iktidar var. Muhalefet Pkk’lı haklarından, Pyd’lilerin uğradığı haksızlıklardan, kaçak elektrik kullananlara bedava elektrik gibi abudik gubidik şeylerden konu açıyor. Bizim sorunumuz bu değil. Bizi kırbaçlayan bir iktidar var. Varı yoğu kendi burjuvası ile amuduyla götüren bir iktidar var. Ama muhalefet lideri çıkıp alakasız ve garip şeyleri vaat ediyor.

    İsteklerimiz basit.

    1- İSS hizmeti veren şirketler alt yapı yatırımı yapmaz zorundadır. Bu şirketlerin yapmadığı yerlere bizzati kamu kendi yatırım yaparak tüm ülkeye en az 100 mbit sağlıklı interneti sağlayacak alt yapıyı kuracaktır.

    2- 2 senede 1 kere insanların aldığı telefon (çıkar göster diyen dayılara en çok) vergiden muaf tutularak en temel ihtiyaçlardan biri olan telefona ulaşım kolaylaştırılacak.

    3- İnternet hizmeti fahiş fiyatlara değil herkesin makul şekilde ulaşacağı fiyatlara sağlanacak.

    4- Yurt dışından 100 dolar (bu fiyat tartışılabilir) altına verilen siparişlerden gümrük vergisi, gümrüğe sunum ücreti gibi garip adlar altında ya da başka hiçbir ad altında ücret talep edilmeyecek.

    5- İmei kayıt ücreti denen saçmalık anında son bulacak. İmei kaydı güvenlik için zorunlu olabilir lakin bir ücrete tabi olmayacak.

    6- GSS gönüllü olacak. 5 milyon genç erkek zorla borçlandırıldı, hepsi silinecek ve sadece isteyenler bu hizmeti almaya devam edecek.

    7- Her sene bedava kitap saçmalığı son bulacak. Emanet kitap verilecek. Sene başı verilen kitap teminatla teslim edilecek ailelere. Sene sonunda bir zarara uğramadan ve yeniden kullanıma uygun şekilde geri alınacak, bir tahribat varsa kitap ücreti veliden tahsil edilecek.

    8- Özellikle meslek lisesi öğrencilerine devletin staj bulma zorunluluğu olacak. Gerekirse yasa ile her şirketin kendi alanında stajyer çalıştırma zorunluluğu olacak. Öyle göstermelik 1 2 tane değil, her öğrenci stajını düzgünce tamamlamak zorundaysa bu zorunluluğu devlet sağlayacak.

    9- Kayıp kaçak bedeli denen saçmalık, hanelerde elektrik, su, telefon gibi temel ihtiyaçlardan alınan KDV, ÖTV vs gibi tüm vergiler kaldırılacak. Kaçak kullananlara “biz iktidar olursak size artık hep bedava olacak” değil, “biz iktidar olursak kaçak kullananlara hapis cezası vereceğiz” denecek.

    10- X parti gençlik kollarından değil Türkiye’nin hiçbir siyasi partiyle işi olmayan gençlerinden taleplerini iletebilecekleri platformlar kurulacak. Bu platformlar göstermelik değil gerçekten işe yarayan yerler olacak.

    Şu maddeler ile Z kuşağı muşağı değil tüm gençlerin gönlüne girersin. Ama bizimkiler ne yapıyor? Selo’ya özgürlük vereceğim (yeniden yargılanacak, bağımsız yargı falan değil direkt ben dedim olur kafası devam edecek yani), Fetöcüleri salacağım, kaçak elektrik kullananlara elektriği bedava vereceğim (babasının malı ya, verir tabi) gibi garip açıklamalar yapıyor. Ölümü gördük sıtmaya razıyız diye kendini “tercih edilen” sanıyor. Bilmiyor ki millet öyle bir sıkışmış durumda ki Akp’den karşısında tuvalet terliği, sarı olan, plastik, bir tarafı kompuştur hani, ayak dışarı çıkar, basamazsın yahu, yani giyemezsin de ayağını sürürsün üstüne basarak, işte o derece pis, çirkin tuvalet terliği aday olsa ona oy verme kıvamına geldi. Yok mu şu ülkede bir tane Allah’ın kulu çıkıp şu vaatleri versin. Yoksa aynı tas aynı hamam devam edecek mi demek istiyorlar? Nedir bu gençliğin çektiği?

    Lee-on!(Levent)4 hf.

    Yillar oldu, eskiden ebay ile sipariş geçerdim. Paypal a rest cekilmesinden sonra ebay bitti. Sonra AliExpress den devam ettim. Simdi onu da bitirdiler. Sanki ulkede bi b.k uretiliyor da, bir de vergi aliyorlar disardan alacagin seye. Ha al yine ama bir adabı mantigi olur. Kafasına estiklerinde 10 10 vergi iteliyorlar… Ali babanin çiftliği oldu ülke..

    Bella Ciao(Cemal Yazgan)4 hf.

    Milletine bu kadar düşman bir hükümet görülmemiştir..yüzde 30 nedir..Allah ıslah etsin .

     kadirsu(abdulkadir mahmut su)4 hf.

    yazık bize vallahi çok yazık bize.araba alamıyoruz,yakıt alamıyoruz,telefon alamıyoruz,ev alamıyoruz,tatile gidemiyoruz,ailenle hafta sonu bile bi yere gidemiyoruz,giyim kuşam gibi ihtiyaçlarımızı zar zor karşılar olduk,yurt dışına gidemediğimiz gibi artık yurt dışından bi şeyde getiremiyoruz.niye,yönetenlerimiz böyle uygun gördüğü için.iğrenç mobilyalı evlerinde daha da lüks içinde oturmaları için…1 sene daha sıkalım bakalım dişimizi

     StaatSanWalt(FFF)4 hf.

    Vallahi sırf dışarıdan ucuza tek birşey alıyorduk ilk önce parayı hiç ettiler şimdi vergi üstüne vergi koydular yahu sizin derdiniz ne bu Türk milleti ile ya? Vay arkadaş dünya tarihinde eşi benzeri yoktur kendi milletine bu kadar düşman olup bu kadar destek gören tek iktidar yoktur

    MMiu(miu)4 hf.

    El süpürgesi aldım xiaomi, hepa filtresi ülkede yok. Aliexpress den almıştım, bu tarz basit ihtiyaçlar için neden soyulmalı vatandaş, aliexpress de şöyle bir gezinince görüyorsunki Türkiye ve diğer ülkeler diye artık ayrım var, ya yollamıyorlar, ya da bazı koşulları var ya da kol gibi vergi. Eskiden ucuz ürünler kargosuz vergisiz eve kadar gelirdi, ucuz dediğim en az 100$, düştüğümüz hallere bak. Birde vergi toplayıp çar çur etmeseler helal olsun diyeceğim de durum ortada, vergi konusunda bu kadar saçmalık çaresizlik göstergesi, ülkece okeye dönüyoruz, yakında piston aşağı oluruz…

  • GERGA

    GERGA

    https://knotsofancientoriginaydin.com/2021/01/15/gerga/

    Presentatin on the project: Zeynep TOKER

    GERGA

    1.Introduction

    How well do we know the history that lies beneath the ground where we live ?

    That’s the question we’re looking  for answers to. We want to explore our history, introduce the lesser-known or unknown sites by taking this opportunity that comes to our  feet today. But we didn’t think we’d get started so soon. When we first heard about Gerga, it was totally new to us. It’s a bit shame for a person who has lived in Aydin for many years. However, isn’t it fascinating to discover such a mysterious site on top of the paths  we often take? So are you ready?

    In this corner of our site we will introduce Gerga, a sacred place,  to you.  Now let’s find out some information on the subject.

    2.Brief History

    Gerga is an important center that reflects ancient Carian culture. The word ‘GERGA’ or ‘GERGAS ’written on the Stones in Cyrillic alphabet mean God or Goddess. It was a common area that all ancient cities in the Carian region consider Gerga sacred. It proves how important the city was. The temples that are still standing are made of large cut Stones. Due to the fact that many illegal excavations were carried out by treasure hunters, Aydin Provincial Directorate of Culture and Toursim has put it under protection. Fort he last 2 years, Assoc. Prof. Dr Murat Chekilmez from the Department of Archaeology at Adnan Menderes University has been conducting his research on Gerga. According to his research results and excavations, it stated that Gerga was a sacred place for people nearby its surroundings. In other words, it has played a vital role as a temple where people come to make a wish and sacrifice an animal so that their dreams can come true. During the field trip to Gerga, we could see that tremendous work of clearance and excavation has been done by Murat Chekilmez. We are grateful for his work.

    GERGA

    3. IMPORTANCE   

    Looking at its historical traces, we could say that Gerga is a historic sanctuary waiting to be discovered. Since other civilizations in the Carian region used Gerga as a common area, we think that the excavations will guide us to  recognize other civilizations too. It’s impossible not to be impressed! Gerga, a place to worship on top of the hills with its temples, animal statues, writing on the stones will attract a great number of local tourists across the Turkey and foreign tourists from around the world. This will be beneficial for both local and national economy.  We hope everyone will value and preserve this treasure of our local community greatly so that our next generation nationwide and worldwide could enjoy it.

    1.Giriş

     Yaşadığımız yerlerin altında kalan tarihi ne kadar tanıyoruz?

    İşte biz bütün bu soruya cevaplar arıyoruz. Bugün ayağımıza gelen bu fırsatı değerlendirerek biz de tarihimizi keşfetmek, bilinmeyenleri ortaya çıkarmak ve insanlara fayda sağlayacak şeyler yapmak istiyoruz. Ama işe bu kadar erken başlayacağımızı düşünmemiştik. Gerga’yı ilk duyduğumuzda sanki Aydın’da yaşamıyormuş gibiydik. Sık sık geçtiğimiz yolların üstünde böyle bir kutsal alanın keşfedilmesi çok etkileyici değil mi? Şimdi ise işe koyulduk ve araştırmaya başladık. Peki sen bizimle misin? Biz de geçmişimizi öğrenerek güzel yarınlar inşa etmek istiyoruz. O yüzden bu projedeyiz!

    Sitemizin bu köşesinde size Gerga’yı tanıtacağız. Şimdi konuyla ilgili biraz bilgi sahibi olalım.

    2.Tarihçe

    Gerga, Karya kültürünü yansıtan önemli bir merkezdir. Karya bölgesindeki bütün antik kentlerin kutsal saydığı ortak alan olması kentin ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu kanıtlar nitelikte. Hala daha ayakta olan tapınakları, büyük kesme taşlardan yapılmış; alınlığında ise Kiril alfabesinden oluşan Gergas yazıyor. İsmini MÖ 2000. yıldan almış. Daha öncesinde defineciler tarafından birçok kaçak kazı yapılması nedeniyle Aydın İl Kültür Müdürlüğü kenti korumaya almış. Şu anda ise kentle ilgili kazı ve araştırma işleriyle Adnan Menderes Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doçent Dr. Murat Çekilmez ilgilenmekte. Kazı ve temizleme çalışmalarından sonra araştırma sonuçlarına göre Gerga civarındaki yerleşim alanlarında yaşayan insanlar için bir kutsal alan rölünü taşıyordu. Başka bir değişle, insanların oraya gelip hayvan kurban ederek dilek tutmaya ve dua etmeye geldikleri bir kutsal alandı. Keşif gezimiz esnasında Murat Çekilmez ve ekibine ait çok büyük ölçüde kazı ve temizleme çalışmalarını yaptığını gördük. Ona minnettarız ve teşekkürlerimizi sunarız.

    3.ÖNEM

    Tarihçesinden de anlayacağımız gibi Gerga, keşfedilmeyi bekleyen büyük bir hazine. Karya bölgesindeki diğer medeniyetlerin ortak alan olarak Gerga’yı kullanması nedeniyle, kazılar sonucunda bize diğer uygarlıkları tanımakta da yol göstereceğini düşünüyoruz. Bundan etkilenmemek mümkün değil! Gerekli araştırmalar sonucunda bulunan bilgiler ve çıkarılan tapınak, taş vb. şeylerle halka açılması, bize her açıdan fayda sağlayacaktır. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından yerli yabancı turist çekecektir. Bu da hem ülke ekonomisi hem dünya tarihi için yararlı olacaktır. Umarım bu cevherin değerini bilelim ve onu koruyalım ki gelecek nesil hem ülke çapında hem dünyada bunun keyfini çıkarsın.

  • Kokular Kitabı

    Kokular Kitabı

    Kokular Kitabı

    Kokular Kitabı Vedat Ozan’ın 4 ciltlik kitabı. Kitapta kokular 4  farklı yönüyle ele alınmış:  Koku-Parfüm, Koku-Lezzet, Koku-Kültür, Koku-Genel. 
    parfüm

    Kitap ile ilgili bilgi ön söz yazısında yazarı tarafından detaylıca  verilmiş. Yazar bilimsel konuları  hafifleterek akıcı ve samimi bir üslup  kullanmış.Yer yer  konulardan uzaklaşılmışsa da bu okuyucuyu sıkmayacak şekilde ustaca kapatılmış. 

    Öncelikle KOKU konusu Türkiye için çok orijinal bir konu. Bu anlamda kütüphanelerimizde bulunması gereken kitaplar. Kitaplarda tarih kültür koku bilgi her şey var. O kadar sürükleyici bir anlatım ki insan kitabı okumaktan kendini kesinlikle alamıyor. Bambaşka ufuklar…Vedat Ozan  iyi ki varsınız diyorum. Kitabın kaynakçası da bir hayli zengin yazar bu konuya çok önem veriyor. Kitaplar ciltli fakat kağıt kalitesi iyi olabilirdi.

    Yazarının en  büyük arzusu milletimizin araştırmacı bir ruha sahip olması. Düşünen ve araştıran milletler medeni milletlerdir. Koku bir medeniyet belirtisidir. Benim koku denilince çocukluğumdan beri aklımda kalan naftalin, kekik, tarçın  kokusudur. Köy evlerimizde misafirlere yatak serildiğinde naftalin kokusu yayılırdı etrafa. Çocukluğumdan kalan kokulardan biri de kesinlikle kekiktir. Duvar aralarına sıkıştırılmış otlar arasında kekik de varmış demek ki aklıma iyice kazınmış kokusu. Doğal kokuları bahsetmiyorum bile. Taze ot çam kokularını… Çocukluğum dağ köylerinde geçtiğinden ben bu kokuları hiç unutmam deniz kenarında büyüyenler kim bilir nasıl kokular hatırlıyorlardır. Ben bir de tarçın kokusu ve ıhlamur kokusuna da mest oluyordum. Dedelerimle kahvehaneye gittiğimde tarçın veya ıhlamur getirirdi kahveci. O kokuyu  asla unutamam.

                                                                Yazan : Özcan ATAR     

  • Taş Düşmeyen Çukur

    Taş Düşmeyen Çukur

    Çeviren: Özcan ATAR


    Yazan: Amantur ABDIR

      O zamanlar kuvvetlinin kuvvetsizi ezdiği, zenginin fakiri aşağıladığı savaşlar yapılırdı. Bir kabile diğer kabileyi tamamen yok etse yiğidini köle kızını cariye yapsa da kimse hiçbir şey diyemezdi. O zamanlar tüm bunlar normal kabul edilirdi. Kabile olarak ayakta kalabilmek için ve yaşayabilmek için ya öldürmek ya da ölmek şarttı. İnsan kaderinin bu iki yolun kesiştiği noktaya rastladığı bir zamandı. Kişi ne kadar çok düşman öldürürse o kadar büyük kahraman olur handan daha büyük bir nam alırdı. Böyle kahramanları çok güçlü kabileler başka kabilelerin itinden bitine kadar her şeyini hükmü altına alır kazanında et kaynatıp döşeğinde kız öldürürdü. Yenilen kabile bağımsızlığını kaybedince galip kabilenin üstünlüğünü kabul etmese dilini konuşmasa yer yüzünde yaşamlarını devam ettirmeleri imkansızdı. O devirlerde yenildiğinden alçak sayılan halk için mankurtluk hayatta kalma yolu ise mankurt olmamak ölüm sebebiydi. 

    Böylesine çetin bir hayat makus bir talih, büyük nehrin aşağı kıyısında yerleşmiş geleneklerine bağlı, topraklarına sahip çıkmaya çalışan, başka halkın otunu kendi atına yedirmeyen, sakin bir hayat süren küçük bir kabilenin kaderine yazıldı. Komşu kabileler saldırdığında onları sadece geri püskürtmeyle yetinen ve sadece bu yolu doğru gören bu küçük kabilenin de kanı aniden değişti geni bozuldu.Toprakları kendilerine yetiyordu fakat onlar da diğer kabileler gibi topraklarını genişletmeye insan sayısını çoğaltmaya heves edip gözleri haram zenginliğine yöneldi. Haset başladı. Han böyle yapmazsa sanki han gibi han olamazdı. İnsan gibi insan olamazdı. Elma gibi beynine alem gibi haram bir fikir geldi. İnsan, insan olarak yaratıldığından bu yana, kötülük ile iyiliğin kaynağı oldu ve insan oğlunun kara kafasına bir kez daha kara bir düşünce kapladı.

    O gün sıradan günlerden bir gündü. Aynen önceki gibi şafak sökmüş yıldızlar kaybolmuş yer yüzü ağarmıştı. Her zamanki gibi hanın çadırından, sade halkın küçücük keçe evlerine kadar her tündükten duman çıkıyor, ormanda kuşlar ötüyor, bahçede hayvanlar meleyor yeni gün her zamanki gibi yeniden başlıyordu. Güneş her gün olduğu gibi şafak kırmızısını yarıp önce yamaca ışığını değdiriyor sonra yavaş yavaş yükselerek bitki üzerindeki çiği eritiyor ve yer ana güneş şulesini emerek üşümüş bedenini ısıtıyordu. Atlara su verilmiş ve bütün hayvanlar otlağa çıkarılmıştı. Nöbetçiler hanın ak çadırının önünde eskisi gibi değişerek nöbet tutuyorlardı. Neyse her şey yerindeydi. Ama tek bir değişiklik vardı: Hanın çadırında her zamankinden farklı olarak sabaha kadar kandil sönmemişti.

    Sonra her şey hanın emrine göre yapılmaya başladı. Halk aniden hareketlendi. Dağlar kazılıp ormanlar devrildi. Kağanlığa ait her bir bölgeden meşhur demirci ustalar merkeze çağrılarak savaş silahları dövülmeye başlandı; mızrak de, kılıç de, ok de, sadak de, kalkan de, gürz de, zırh der, miğfer de, badana de saysanız sayı yetmez. O gün karargahın içi dumanla doldu toprak kazılarak ocak yapıldı hayvanlar kesilip yenildi büyük bir bayram oldu. 

    Karanlık orman aniden tarlaya dönüştü. Ağaç bulamayanlar çadır ağacını satıp verilen her emri yerine getirmeye çalıştı. Hayatın mutat düzeni bozuldu. Sükunet içerisindeki halk alıştığı sıcak yerini terk etti. Bu arada han ne yapıyor ne düşünüyor kimse bilmiyordu. Öğrenmeye de kimse cesaret edemiyordu. Halk “han ağzı hantal” ata sözüyle kendilerini avutuyordu.

    Birkaç gün sonra akıllı han emrindeki bütün halkı karargaha topladı. O gün de öbür gündeki büyük bir toplantı oldu. Hanın ne istediği o zamana kadar açıkça söylenmese de telaş içindeki halk nedendir kara günlerin geleceğini sezmişti. 

    Han tahtını tarlaya kurdurdu, tacını takıp güzel giysilerini giydi ve toplantıyı başlattı. Niyetini kabileye açıkça söylemek için konuşmasına başlarken annesinin uşağı hanın kulağına bir şeyler fısıldamaya başladı. Han konuşmasını durdurup hiddetle ileriye annesinin obasına doğru atıldı. Orada toplanmış halk ne olduğunu anlayamadan şaşırıp kaldı. Han annesinin yüzüstü hareketsiz bir şekilde yatmış olduğunu gördü ve nabzını yokladı. Bileği sıcaktı nabzı atıyor nefes de alıyordu. Han:

    – Anne! Diye bağırdığı zaman hareketsiz yatan annesi yerinden doğruldu. Saçları keçelenmiş, çenesi kasılmış, gözleri hayretten fırlayacak bir şekildeydi. Göğsü kabarıp, elleri titriyordu. Oğlunun han olmasına bakmadan onu sıkıştırdı. Oğlu her soruya dalgın ve düşünceli bir şekilde cevap verdi. 

    – Beni öldür yaptıklarınla. 

    Oğlu buna da ses çıkarmadan annesine gözlerine ihtirasla baktı sadece . Annesinin konuşmaya bile mecalinin kalmadığını ömründe ilk defa görüyordu. 

    Yaşlı kadın, ömrünün sonuna yaklaştığını istemeden de olsa düşündü ama sonuçta ihtiyarlığın çaresinin olmadığını biliyordu. Kocakarı oğlunun öyle bir tavır takınması karşısında tekrar yumuşadı. Kötü olsa da içinden çıkan eğri yılana dayanamadı. Gece gördüğü kötü rüyasını anlatarak oğlunu niyetinden geri caydırmaya çalıştı. Bu gayreti de işe yaramadı. Oğlu hâlâ rahat ve endişesizdi. Babasının ruhunu hatırlattı ona fakat olmadı. En sonunda verdiği ana sütüyle yalvardı, ancak han niyetinden asla vazgeçmedi. Annesinin sabahtan beri gösterdiği çaba hiçbir işe yaramadı, oğlu annesinin dediğine muvafakat etmedi.

    Tüm işler hanın kontrolünde yapılıyordu. Önce karargahın önüne çukur kazılıp taş atıldı. Önceden hazırlanmış birbirinin benzeri olan taşlar birer birer bir çukura atılıyordu. Niçin böyle yapıldığını kimse bilemedi. “Han istediğini yapardı”. Taşlar çukurun ortasına kadar geldiğinde taş atma durduruldu. Kalabalığın içindeki bütün erkekler çukurun kenarına dizildi. Her birinin çukurdan birer taş alması emredildi. Hanın niyeti belli oldu. Komşu halka saldırma ilânı yapıldı. Harp sabahı herkesin aldığı taşı kaybetmeden, ele geçirdikleri esirlere de bir tane taş vermek kaydıyla geri getirmesi gerektiği emredildi. Askerler atlara binip hanın emrini yerine getirmek için yola çıktı. Hem de hanın tek oğlu askerlerin başında gitti. Han genç oğlunu savaş meydanlarında eğiterek onun savaşlarda diğer halklara boyun eğdirip toprak sahibi olmasını ve bütün hayatı boyunca başkasına bağlı kalmadan iyi yaşamasını istiyordu. 

    İkinci gün karargaha ikinci büyük haber geldi: komşu kabileye boyun eğdirilmiş, hanın tahtı yıkılmış, karargahı tahrip edilmiş, adetlere göre erkekler köle kadınlar cariye yapılmış, asiler öldürülmüş, omurgalar kıvrılmış kaburgalar kırılmıştı. Hanın isteği gerçekleşmişti. Emeline ulaşan han çok mutluydu. Annesinin rüyası doğru çıkmamıştı.

    Savaşa gidenler dönmeye başladılar. Üstelik altın, gümüş, ipek kumaş dolu ganimetlerle geldiler. Hanın çevresindeki bütün kadınlar gelinler, kızlar, altın küpe, yakut yüzük taktılar. Gururlu han ve bütün erkekler iki üç kadınla evlenmenin hazzını yaşadılar. Neden önceden böyle kolay bir yolla ganimet kazanmadıklarına pişman oldular. Ama ilginç olanı hanın annesi kendine gönderilen saç tokasını kabul etmemişti. 

    Savaştan önce çukurdan taş alan erkekler ve yanlarındaki esirler taş aldıkları çukura taşları tekrar atınca çukur öncekinden daha fazla taşla doldu. Bu durumu han bizzat seyretti. Bu usulle hanın askerlerinin ne kadar insanı öldürdüğü ortaya çıkıyordu. Hanın savaşta galip geldiği halk önünde ispatlanmış oluyordu. Zaferin gözle görünmesini sağlayan bu usulü ilk bu han ortaya koymuştu. Bu usul bir çok savaşta kullanıldı. Böylece kabile, gücünü ispatlıyor ve iktidarını güçlendiriyordu. Han kolay ganimet sahibi olmak öncekinden daha fazla kadınla beraber olup hükmettiği halkı daha fazla ezmek istedi. Tatlıyı yedikçe yiyesi geliyordu ve şöyle diyordu: ” tatlıyı bırakmaktansa midemiz patlasın.” hanın aklı başından gidince halka düşman olur sözü işte böyleleri içindir. Kazılan iki üç ayrı çukura da taş döküldü. Ne kadar çukur o kadar saldırılacak kabile demekti. Yeni yürüyen çocuktan zor yürüyen ihtiyara kadar herkes seferber ediliyordu. Aksi taktirde çukurlardaki taş bitmek bilmiyordu. Çok askerle çok ganimet sahibi olmak hevesi, halkı köle yapmak hevesi, bu kabileyi daha büyük kabilelerle savaşmaya yönlendiriyordu. Böylece han dönerken önceki taşlarını geri getirmek ve esirlere de birer taş getirtmek şartıyla ordusunu gönderdi. Şimdi onlardan sadece ganimet bekleniyordu. Askerler hafif gidip ağır gelirlerse hanın hazinesi dolar ve hanlık genişlerdi.

    Büyük kabileleri ele geçirmek için önce küçük kabileleri boyun eğdirmek gerekiyordu ama problem işte bu küçük kabileden çıktı. Küçük olmalarına küçüktüler fakat kalabalık bir orduya engel olmasını bildiler. Bu kabilenin böyle karşılık gösterebileceğini kimse düşünememişti. Hatta buralarda böyle bir kabilenin yaşadığını han hatırlamamıştı bile. Onun için hemen diğer büyük kabilelere saldırmayı emretmişti. Meğer “göze değmeyen bacağa çomak” sözü bunun için söylenmiş. Üstelik insanı doyurmayacak kadar küçük bir kılçık gırtlağa saplanmıştı! Ne içeri giriyor ne de dışarı çıkıyordu. Bu hal biraz daha sürse insanın canı boğazından çıkacak gibiydi. Ne olduğunu kimse bilemezdi…

    Han ordusunun başarıya ulaşması için Allah’a yalvarıyordu. Haramlığı Allah’tan dileme belki ondandır. Çoktan unutmuş olduğu Tanrıyı o zaman hatırlayıp Allah’a itaat etti. Ama çaresizdi. Zaferi kendisinden bilen han yenilmeyi de kendisinden bilmek zorundaydı. 

    Bir tanecik oğlunun da vefat ettiğini duyduğunda perişan oldu, gözü karardı, göğsü sıkıştı hanın. Bu zamana kadar torun sahibi olmadığını ve neslinin de kesildiğini çok geç anladı. 

    Hazırladıkları çukura artık bir tek taş bile atılmıyordu. Cepheden bir haber daha geldi. O küçücük kabile geri hücuma geçmiş ve kendilerine doğru geliyordu. Artık bütün zenginliklerini verseler de düşman geri dönmeyecekti. Hanın başına bir karanlık çöktü. Her şeyden vazgeçti yavrusundan, halkından, paradan-puldan… ıssız bomboş bir tarlada yapayalnız kalmış gibiydi. Artık onun için hayatın hiçbir anlamı kalmamıştı. Kendi kazdırdığı kuyulara kendisi girip ölmek istedi. Ama yapamadı. Annesi ile son bir defa daha görüşmek istedi ama cesaret edemedi. Atların nal şakırtısı insan haykırışları duyuluyordu. Tereddüde zaman yoktu. Odul nehrinin kıyısındaki çiftliğe doğru yürüdü. Ayaklarının nasıl adım attığının da farkında değildi. Yaşıyor muydu, onu da fark edemedi han.