Yazar: efecity

  • Uzak Kuzey Dağlarında

    Uzak Kuzey Dağlarında

    Kırgız Türkçesinden Aktaran : Özcan ATAR

    Hikayeyi yazan : Ömürzak CENŞEBAY UULU

    UZAK KUZEY DAĞLARINDA

    Batmakta olan güneşin şulesi yavaş yavaş kaybolurken koyu kırmızı bulutlar ak tepeli dağların etrafında dolanıp duruyordu. Dağ yamaçlarından gürüldeyerek aşağı bayıra doğru akmakta olan su, bahar havasına girmiş ağaçları yararak aralıyordu. Ağaç gölgesindeki ak çadır suyun dibine kondurulmuş çadırın hemen yanında ata binmek için hazırlanırken kart-kart geğirerek yolcu etmek için çıkan Kurgalday eneye döndü:

    -Gelininizin hastalığı sadece sıcak çarpmasındanmış dünürüm. Ateş gibi sıcak bir suya girsin! Suya bir iki girse iyileşir diyerek Kargalday Ene’nin gönlüne su serpti.

    Kargalday Ene iki gözü yiyecekle dolu heybeyi Moldabay’ın atının üzerine koyarken Moldabay onun nefesine olan güvenle şöyle dedi:

    -Çocuklarımın hayrını gör. Allah yolunu açık etsin. Bu küçük hediyeleri yeğenlerim yesin. Sağlık sıhhatin oldukça daha…Kargalday Enenin sözü bitmiyordu.

    Moldobay gülerek :

    – Zahmet oldu dünürüm

    Ha ha ha! Böylece nefesi en tesirli üfürükçülerden birisi daha uzaklaşıp gitti.

    Hastalıklı Salkın her gelenin söylediklerini uygulayarak daha bir gücünü kaybetti. Salkın hastalanıp yattığından beri Kargalday Ene eli hafif üfürükçüleri bir biri ardına  çağırıyordu. Ne yapsın? Onun  biricik tek gelini. Onun için üfürükçülerden elinde olanı esirgemezdi ancak üfürükçüler okusalar da tütsüleseler de  Salkın’ı bir türlü iyileştiremiyorlardı. Demek Salkın bir ruh hastası değildi. Artık bunu evde yaşayan üç insan kendi gözleriyle şahit olmuşlardı.

    Esen ile Salkın köydeki hastanenin uzaklığını göze alarak gitmeye karar verdiler.  Ne yazık ki onları bu güne kadar köydeki hastane hiç kabul etmedi. Karı Ene’nin yalvarmasına da aldırmadan Salkın’ı hastaneye götürmeye kararlıydı Esen. Böyle zamanlarda Karı Ene’nin yüreğini ağrıtan hataları olduğunda kendisini suçlayan Salkın için için üzülüyordu. Şuan bile evin içerisinde bir o ya bir bu yana dönüp duruyor ve utancından yüzünü örterek yatıyordu. Tedavi olursa ancak sudan olur diye düşünen Kargalday Ene gelininin üstünden düşmüş olan yorganı alıp üzerine örttü ve:

    – Ne kadar da sıcaksın ya! dedi.

    Zifiri bir karanlık vardı. Göz gözü görmüyordu. Hava buz gibiydi. Gökyüzünü kaplayan bulutlar Çisil çisil yağmur serpiyordu. Derin bir sessizlik hakimdi fakat sessizliği bozan Kaşaalı suyunun gürleyen sesiydi.

    Bu anı bekleyen Karday Ene gelinine :

    – Kalk kızım vakit geldi! Diye seslendi.

    – Bu sabah iki defa suya girersen acaba nasıl olur…

    Esen bu defa annesine hiç cevap vermedi. Kaba bir hareketle karısının üstünde duran baltayı aldı ve duvara astı. Kapıyı açıp dışarıya çıktı. Çadırın dibine çöküp derin düşüncelere daldı.

    Yağmur hafif hafif yağmaya devam ediyordu. Salkın yorgun ve hasta bedenini büyük bir zorlukla dışarı çıkarabildi. Evin dibinde donuk bir halde oturmakta olan  kocasının hiç farkına varmadı. Bütün elbiselerini çıkardı çırılçıplak bir halde etrafı kara taşla çevrili göle girdi. Sıcak bedeni dağlardan gelen buz gibi suya girince irkildi. Sonra üşüyüp titremeye başladı. Tüm gücünü ve cesaretini toplayarak kendini suya bırakan Salkın başını suya sokup sokup çıkarıyor ve bedenini yıkamaya çalışıyordu. Bir anda kemikleri sızlayıp yüreği dup dup atmaya başladı. Böyle yapmayı üfürükçülerden öğrenmişti. Hatta böyle yapmak gerektiğini üfürükçüler söylemişlerdi. Şimdi ise Salkın göleğin ortasında çırılçıplak duruyor sanki birisi kendisine saldıracakmış gibi etrafı gözetliyordu.

    Sanki zifiri karanlıkta, hayali varlıklarla gökyüzünden uçarak gelip Salkın’ın  saçını koparacak yüreğini çıkaracaklarmış gibiydi. Tam o sırada “ çık hey çık oradan!” diye bağıran bir sesi adeta kulağına inmiş bir yumruk gibi duydu. “ haydi yürü diyen” öfkeli sesi duyunca Salkın sırılsıklam bir halde sudan çıkmaya çalışırken bayıldı. Acı çığlığı duyup dışarı fırlayan Kargalday Ene gördükleri karşısında  kemikleri sızladı. Aklını kaçıracak gibi oldu. Esen Salkını sudan çıkarmak için uğraşıyordu. Kargalday Ene Salkın’a korkuyla baktı ve:

    – Gözünü aç lütfen ben köpeğe git demiştim köpeğe!

    Diyerek Salkın’ın  baygın bedenine  yapışıp onu silkeledi. Salkın’ı eve götürüp yatırdılar. Karagay Ene korku içerisinde “Eyvah! Eyvah!” diyerek evin içerisinde bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu. Salkın’ın yüzüne su serpip kendi kendine tövbe ediyordu. Esen ise böyle olacağını bilseydi eve girmeye çalışan ite bu kadar bağırmazdı.

    Henüz konuşamayan Salkın’ın yüzü soluktu. Yüzünde sağlıklı olduğunu gösteren tek emare onun neye baktığı belirsiz açık gözleridir. Gece yarısında Salkın ancak kendine geldi. O zamana kadar arkasına yaslanmış Karı Ene  elindeki okutulmuş su fincanını yere koydu ve felaketi hissetmiş gibi yüreği yerinden oynadı.

    – Çok korkmuş galiba. Şimdi ne yapsam. Git atına bin Moldobay’ı bul ve onu eve getir dedi Esene.

    Rengi kaçmış Esen hiç birşey diyemediç atı neredeydi? Kime gidecekti onu da anlamadı. Öylesine dışarı çıktı.

    Dağın soğuk rüzgarı Esen’in yüzünü kesiyordu. Yağmurun ne zaman öfkeleneceği bilinmez. Yani Tiyanşan’ın Kuzey tepelerine kar kaplamıştı. Zamansız yağan karın soğuk havası eli yüzü dondurup ciğerlere değiyordu. Kör karanlıkta kar bembeyaz parlıyordu. Bu karanlıkta Esen karın üstünde sık ağaçların arasından gitti. Karın düşmesinden eğilen dallar, akkunun kanadı gibi yeri çiziyordu. Bir  ağacın dalı çatırt! diye kırıldı. Esen evden uzaklaşmadan kırılan dalın sesiyle birlikte evdeki Salkın’ın anlamsız acı çığlığı duyuldu.

    Artık Salkın ömür boyu hastalıklı olarak kalacaktı.      

  • Knots of ancient Aydin

    Knots of ancient Aydin

    Knots of ancient Aydin

    Aydin is the city where you will find the warm welcome of local people while a hot weather of Mediterranean climate will accompany you. Famous Greek historian Herodotus for this city said: “It is the most wonderful place under the sky with the best climate on earth to live.” Famous Turkish traveler and explorer Evliya Chelebi has praised Aydin by saying: “It is the place where pure olive oil flows from its mountains and honey from its plains.”

    Aydin has always attracted people by its unique location, warm climate, beautiful coastlines, delicious olive oil dishes and folk dances. With warm winters and very hot summers, there are three distinctive features that make Aydin privileged: fig fruit, Efeler and keşkek (keshkek).

     Although fig fruit is grown in many parts of the world, the best quality figs are  grown in a great abundance in Aydin due to its geographical position. Fig fruit, which is consumed wet and dry, has extremely high nutritional value.  

    Efeler make Aydin privileged both in Turkey and in the world. Efe; is literally a symbol of courage, boldness and generousity. They have played a critical role in Turkey’s history. Efeler made an epic defense against  the Greeks in the War of Independence. This defense set an example for all of Anatolia. Efeler represent a culture in their own right with their distinctive clothing, a specific lifestyle and an authentic dance moves.  The melody and movements of their dance are so unique that they have recieved honors at many nationa  and international folk dance competitions.  

    If you attend a wedding or any other event in Aydin, you will taste a unique, local meal by the name “keshkek”. The dish, which is very demanding to cook, is a legacy of Aydin local people “Yoruks”. A lot of visitors who want to taste this dish are coming from different regions of Turkey.

    Coming close to the heart of the matter, Aydin is truly an open-air space of history and it   attracts  thousands of tourists with its clear water beaches and charming  warm climate as well. You will feel the breath of every single civilization in this modest city where many civilizations have existed since ancient times. Look who we had here: Lydians, Persians, Alexander the Great, the Kingdom of Pergamon, Rome, the Byzantine Empire, Anatolian Seljuks, Aydinogullari Principality, Ottomans and so on…

    Aydin has world-renowned ancient cities such as Aphrodisias, Alabanda, Alinda, the Temple of Apollo, Miletus, Nysa, Priene, Tralleis, and Magnesia. Aydin, the Valley of Civilizations which displays millenial history of rock paintings in the Beshparmak(Latmos) Mountains discovered by Dr. Anneliese Peschlow. In the light of the this information, it is so upsetting that very little known about Aydin Province.

    We pursued three ancient ruins and rock paintings which are less known or not known at all in this unique city where Western Civilization meets Eastern civilization. So much so that the name of one of the remain was not identified and registered in historic places checklist. This unknown ancient ruin is waiting to be unraveled in the farthest corner of Aydin Madran Mountain. We have given a temporary name to these remains in order to understand what we are talking about throughout this research: Madran Baba Mountain Ruins ( MMBR ). The name was given on account of its location. It is at the foot of Madran Mountain. 

    It appears that there are so many historical artifacts in Aydin Province such as ruins, inscriptions, pictures that have not been identified yet. We could only bring to light the writings on the walls of a cave. Nobody knows how many cave writings from ancient times are waiting for us with a deep patience. Every piece of information to be discovered will be a torch which sheds the light one the dark pages of history.

    No one could have imagined that there are 8,000-year-old cave paintings on the rocks in the LATMOS forest in the district of Kocharli in Aydin Province. We found out this hidden treasure and we wanted primarily our local community and later on the whole world to see and protect these mysterious rocks.

    GERGA  which is located in the Chine District nearby Deliktash surroundings dates back to the Archaic period. There are the remains of the city with very little information about it waiting to be investigated. It seems that this precious work from ancient times deserves worldwide recognition which belongs to world heritage.

    The ancient city of  ORTHOSIA located in the village of Donduran in Aydin, is also waiting its turn to come to light. There are many historical cities in Aydin which lie beneath the surface of its earth. We hope that this project which we started for the recognition of Aydin, which is not even noticed by the local people in the terms of unknown wealth, will bring us closer to our goal.  create an awareness in our community on a large scale and if we can make a connection with our newly discovered small ancient site, past heritage will remain connected to its roots in safer hands. In other words, we will make the first connection with the newly discovered ancient remains in remote corner of Aydin by creating an awareness in our community and we will feel proud to preserve and pass on our ancient values to the next generation. 

  • the undoing

    the undoing

    Yorum: Özcan ATAR

    Dizi adı: The Undoing (Geri Alma)

    Yıl: 2020

    YönetmenSusanna BierDavid E. Kelley

    Oyuncular: Nicole Kidman (Grace Fraser), Hugh Grant (Jonathan Fraser), Noah Jupe (Henry Fraser), Matilda De Angelis (Elena Alves), Edgar Ramirez (Dedektif Joe Mendoza), Donald Sutherland (Franklin Reinhardt), Noma Dumezweni (Haley Fitzgerald), Lily Rabe (Sylvia Steineitz), Edan Alexander (Miguel Alves), Ismael Cruz Cordova (Fernando Alves), Michael Devine (Dedektif Paul O’Rourke), Jeremy Shamos (Robert Connaver)

    Müzik: Evgueni Galperine, Sacha Galperine

     Tür: Drama-Gizem

    Konu: Aile

    Ana Fikir: Amerikan aile yapısındaki ve Amerikan sosyal yapıdaki bozuk ilişkiler


    Filmin Esin Kaynağı: İngilizceden çevrilmiştir-The Undoing, Jean HanffKorelitz‘in 2014 yılında You Should Have Known adlı romanından uyarlanan bir Amerikan gizem psikolojik gerilim televizyon mini dizisidir. Dizi karmaşık değil oldukça sade kurgusu da herkes tarafından hemen anlaşılabilir.

    Evet, mini dizi kategorisindeki bu dizi sürükleyici. Dizinin sonuna kadar ilerleyen süreçte katilin kim olduğunu seyirci olarak bulamıyorsunuz. Fakat birçok filmde olduğu gibi final sönüktü diyebilirim. İnsan finalde hep farklı bir tat almak istiyor. Ancak yapım ve senaryoların pek çoğu bu tadı vermekte zayıf kalıyor.

    Film karmaşık bir kurgu değil. Film Fraser ailesinin çatırdayıp çökmesini konu alıyor. Aile zengin. Baba Jonathan Onkolog anne meşhur bir psikolog. Ancak anne kocasından ilgi görmüyor fakat eşine ihanet de etmiyor. Baba Jonathan’ın ise dizinin içindeki ilerleyen diyaloglardan anlıyoruz ki başka kadınlarla ilişkileri var. Özellikle de hastalarıyla ya da hasta yakınlarıyla. Fakat Jonathan birçoğunu bir gecelik ilişki diye söylerken en son sevgilisine aşık olduğunu açıkça ifade ediyor ve  karısını sevse de diğerinden vazgeçemediğini söylüyor. Eşi Grace iyi eğitimli tanınan ünlü bir psikolog olup da eşinin kendisini aldattığını anlayamıyor olması da ilginç. Belki  anlasa da ailenin bozulmaması için yapılan bir fedakârlık olarak da düşünülebilir.

    Jonathan, hastasının annesine (Elena) kapılır. Ondan vaz geçemez. Kapıldığı kadın Elena, etkileyici ve kendi içinde psikolojik saplantıları olan biridir. Bir sanatçı olan Elena zengin değildir eşi ile de problemleri vardır. Okul aile birliğinin içine girerek sosyal statüsü yüksek ve zengin ailelere ayak uydurmaya çalışırken  Elena’ya Grace de kapılır. Hatta Grace eşcinsel tavırlar sergileyen Elena’nın atölyesine gider kendi resmini çizdirir. Aslında Grace de bulunduğu zenginler ortamından bunalmış olduğundan Elena’ya yapışır öyle ki gönlünü ona kaptırır. Böylece Elena’ya aynı aileden hem Grace’nin kocası Jonathan hem de Jonathan’ın karısı Grace gönlünü kaptırır. Birbirilerinden habersizlerken Jonathan işin kötüye gitmeye başladığını görür ve Elena’dan uzaklaşmak istese de Elena artık bu aileyi kafaya takmıştır ve ayrılmaz. Jonathan da Elena’yı öldürür. Elena’nın oğlu Elena’yı stüdyosunda başı parçalanmış yerde yatıyor olarak görür. Olay duyulunca kimin öldürdüğünü bulmaya çalışırlarken soruşturmalar genişler ve şüpheliler Elena’nın kocası, Grace, Jonathan’ın olabileceği düşünülür. Dizi tüm bölümlerde her bir şüpheli üzerinde durur.  Grace kocasının kendisini aldattığını bu soruşturmalarda öğrenir ve Jonathan’dan nefret edecekken Jonathan Elena’nın çok takıntılı ve etkileyici olduğunu onun için ihanet etmek zorunda kaldığını karısına anlatır ve Grace de Elena’ya aşık olmak üzere olduğunu bildiğinden kocasıyla empati kurar ve onu affetme eğiliminde gözükür. Ancak Grace Jonathan’ın ihanetlerini görüp onun psikopat biri olduğuna ikna olunca mahkemede kocası aleyhine aniden suçlamalarda bulunur ve kocasının Elena’yı öldürdüğünü söyleyerek kocasını ele verir. Bu arada film içinde Elena’nın eşinden ve hatta Henry’den bile şüphelenilir ki baba JONATHAN küçük oğlunu suçlayabilecek kadar asosyal tehlikeli bir psikopattır. Grace’nin babası Jonathan’ı ilk gördüğünden beri hiç sevmez fakat kızının görüşlerine saygısından Jonathan’a katlanır hatta Jonathan hapisten kurtulsun diye yüklü miktarda şartlı tahliye olsun diye ödeme yapar.

    Ben Jonathan eşini aldattığı için Grace’nin de kocasını aldatma yoluna gireceğini ummuştum birçok Amerikan ve Avrupa filmlerinde olduğu gibi ama Grace tutarlı ve ERDEMLİ insan olduğunu göstererek kocasını hiç aldatmamış ve film sonuna kadar da aldatmadı. Öyle erdemli ki kocasının psikolojisini çoktan çözdüğü halde ona düzeltme şansı vermiş olduğu görülüyor filmde.

    Tabi filmde Amerikan toplumunda sosyal statülerin derinliği, alt tabakaya üst perdeden bakmalar, zenginlerin anlam arayışları (Grace bunu temsil ediyor), çarpık ilişkiler, okulların iç işleyişleri vs. yansıtılıyor. Hemen tüm filmlerde evlilerin her an aldatma korkusu içinde oldukları görülüyor. Bu durum gerçekte de böyle ise vay!!

    Bir garip sahne  vardı ki ! Akıldışı. Jonathan yasak aşk yaşayıp öldürdüğü sevgilisinin kocası olan Fernando Alves ’in evine öylece gidiyor ve ona Elena’yı öldürmediğine ikna etmeye çalışıyor. İlginçtir Fernando olur böyle şeyler havasında Jonathan’ı karşılıyor. Akıl alası değil. O arada Fernando’nun kucağında taşıdığı bebek de aslında Jonathan’a ait.

      Ben katil JONATHAN rolünü oynayan Hugh Grant’in bu filmdeki oyunculuğunu hiç beğenmedim. Olmamış maalesef. Nicole Kidman başta olmak üzere diğer oyuncuları çok beğendim.  Hugh Grant başarılı bir oyuncuysa bile bu dizide maalesef başarılı değil. Davranışları, mimikleri her şeyi iticiydi. Ama Nicole Kidman, Elena rolündeki Matilda DeAngelis ve özellikle Donald Sutherland çok başarılıydılar. Bu dizide Elena daha fazla rol alabilirdi çünkü her şey onun üzerinde dönüyordu. Bana göre erkenden öldürülmemeliydi.  Küçük Fraser Henry ise boyundan büyük işlere burnunu sokuyordu anlamsızca daha çocukça ve daha masumane bir rol giydirilebilirdi. Fakat o küçücük yaşına rağmen telefonundan takip ettiği benim bile anlamakta zorlanabildiğim duruşmalardaki cümleleri anlıyor ve yorumluyordu. Hatta bir sahnede çocuk Henry anne ve babasıyla bulunduğu ortamda  babasına : “ Sen Elena’yı s….tin mi?” diye abes bir soru sordu. Aile içi konuşmalara bakar mısınız?

    Aslında ana oyuncu Nicolas KİDMAN ile birlikte filmin sürükleyicisi yan rollerdeki oyuncular olmuştur. O kadar iyi idiler. Yan oyunculardan özellikle avukat Haley rolündeki Noma Dumezweni’yi ve büyükbaba rolündeki Donald Sutherland harika oynadılar.

    Aslında kızı tarafından her şeyiyle idol olan büyükbaba da maalesef karısına çok fazla ihanet etmişti. Bunu bizzat büyük bir pişmanlıkla kızı Grace’ye itiraf etti. Öyle ki Amerikan ve Avrupa filmlerinde ortak bir sonuç olarak şu çıkıyor: İhanet! Allah bu toplumları (hoş bizim de bunlardan kalır bir yanımız yok ya)karanlıklardan aydınlıklara çıkarsın!

    Evet! Sanatın, cinselliğin, suçun, takıntının, ihanetin işlendiği bu film öyle hafızalar da yıllar boyu kalır mı?

  • Türk Medeniyeti-V

    Türk Medeniyeti-V

    Yazan: Özcan ATAR

    “Tarafsızlık bir düş, dürüstlük bir vazifedir.”Dücane CÜNDİOĞLU

       “…dürüst olmak gerekirse, bizler (Avrupalılar) melek isek Türkler İsa’ydı”

    Joosep Järs (Gezgin)

    Ahmet Bican ERCİLASUN hocam derste heyecanla : “ Yazıtlar bulununca Avrupalılar yazıtların kendilerine ait olabileceğini düşünerek akın akın geldiler ne kadar belge bilgi varsa atla eşekle ülkelerine götürdüler fakat yazıtların Türklere ait olduğunu anladıklarında büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Türkler gibi barbarlara yakıştıramamışlardı” demişti.

    Yazı, bilgi Türklerden sadır olamazdı (!). Türkler sadece savaşırlar ve kan dökerlerdi(!) İnternet çağından önce tüm dünya bilgiye kör sağır iken elbette Türklerin vahşi olduğunu dünyaya inandırmakta başarılı oldular.

    (daha…)
  • The Son (Evlat)

    The Son (Evlat)

    Yorum: Özcan ATAR

    Film Adı: The Son (Evlat)

    Tarihi: 2022

    Tür: Dram

    Yönetmen: Florian Zeller

    Senaryo: Florian Zeller

    Oyuncular: Hugh Jackman, Laura Dern, Vanessa Kirby, Anthony Hopkins, Zen McGrath

    Ülke:  ABD

     Konu: Ayrılık

                    Bazı filmler vardır oyuncuyu görürsünüz ve filmi seyretmeden filmin kaliteli olacağından neredeyse eminsinizdir. Bruce Willis, Antony Quinn gibi  işte ne bileyim Diane Lane gibi. Bu filmde de Antony Hopkins ve Laura DERN’i görünce bu film seyretmeye değer dedim. Fakat filmde Antony’e çok az  yer verilmişti. Hatta Laura’ya da az zaman verilmişti.

    Film boşanma süreçleri ve sebepleri üzerine hiç durmamış boşanmanın kötü sonuçları üzerine dikkat çekmiş. Özellikle çocuklar üzerindeki olumsuz etkisi. İlginçtir ki ben Hugh Jackman’ın bu filmdeki oyunculuğunu çok beğenmedim. Bende nedense üzgün baba hissiyatı oluşamadı. Ben en çok Vanessa Kirby’i beğendim. Zen McGrath ve ilginçtir Laura Dern’den  de çok etkilendiğimi söyleyemem. Antony elbette muhteşem bir oyuncu fakat bu filmde onu da çok fazla göremedik. Benim açımdan bakıldığında en azından bu film için oyuncular vasat kaldı. Vanessa Kirby Pieces Of A Woman (Bir Kadının Parçaları) filmindeki kadar etkileyici bir performans (filmdeki rolü gereği) göstermemiş olsa da bakışları…Evet, onda da gözler Hopkins gibi,  Michelle gibi, Diana gibi oldukça etkileyici ve filmi sürükler nitelikte.

    Nicholas (Zen McGrath) babası Peter’in (Hugh Jackman) annesi Kate  (Laura Dern ) ile birlikte onları terk ettikten sonra babasına karşı öfke içindedir. Nicholas, babasına bir şekilde ulaşıp hem onu tanımak ve hem babasından intikam almak, ondan niçin ayrıldığına dair hesap sormak için  tanımak hem de ondan bir şekilde intikam almak için babasının yanında kalmak isteğinde bulunur. Baba yeni karısı Beth (Vanessa Kirby) istemese de   oğlunu yanına alır ama nafile Nicholas bir türlü düzelmediği gibi hastalığı daha da ilerler ve Nicholas maalesef babasının evindeki av tüfeği ile ki o tüfeği de büyükbabası Antony (Antony Hopkins)   babasına hediye etmiştir.  Baba Peter de babasını sevmemiştir. Oğlu da babasını sevmemiştir. Bu aile dramı gene daha büyük bir dramla son bulmuş ve Nicholas intihar etmiştir.

    Öncelikle filmde sapkın cinsel hazlara yer verilmemiş. Bu takdir edilesi bir iş. Böyle film bulmak şans işi. Filmin son sahnesi de oldukça üzüntü vericiydi. Ama buralara kadar gelmemek için bir ebeveynlerin çok ama çok dikkatli olmaları gerekiyor. İş ve aile döngüsünü istikrarlı ve dengeli götürmek son derece önemli ama bir o kadar da zor bir iş. Neyse ki intihar edecek noktalara kadar gelecek insan sayısı az. Ayrılıklar yaşanan ailelerde çocuklar hayatın tazeleyici akışı içinde her şeye katlanıp alışıyorlar da bu dramlar az oluyor.