Aldığı ödüller: Robert Award for Best Actress in a Leading Role
Bu film kült film olabilecek bir film. Görüntüler filmin akışı kıyafetler her şey muhteşem. Danimarka’nın tarihinde din ve aklın çatışmasını harika yansıtmış olan bir film. Hıristiyanlığın eleştirisi mi aklın eleştirisi mi doğrusu seyirciye kalmış gibi. Film 2 saatten uzun. Ancak film o kadar akıcı ki iki saatin ne zaman geçtiğini anlamıyorsunuz.
Eskiden bizler bayramlarda yılbaşında birbirimize karpostallar gönderirdik. O karpostalları seçmek apayrı bir mutluluktu. Rengarenk karpostallar bazıları pırıl pırıl simli bazıları mat ama muhteşem manzaralı idi. Bu film de aynen pitoresklik bir film. Hemen her sahnesi karpostallık. Film Hıristiyanlığı eleştiriyor. Bir rahip, İsa gibi yeni bir muştucunun peşinde. İsayı tekrar doğuracak Meryemler aranıyor. Bu yolda çok genç kız feda ediliyor. Bir Meryem…Her dinin mutlaka sapkın yönleri de ortaya çıkar. İnsanoğlu inancı ile diğer canlılardan ayrılıyor fakat inancında aşırılığa gittiğinde işte bambaşka sonuçlar çıkıyor.
Film gerilim korku karışık olmuş. Film açıkçası merak içinde kendini seyrettiriyor. Yönetmen Michael Mohan bunu fazlasıyla başarmış. Hele korkunun yanında görsel şölen, felsefe, eleştiri de varsa artık film bambaşka sanatsal bir boyuta evriliyor. Immaculate, Giallo türü filmlerin en iyilerinden.
Hıristiyanlık ile ilgili filmlerde mümkün olduğunca estetik aranır. Eski yıllarda da bu tip filmler vardı fakat tabi film görselliği oldukça kalitesizdi. Yarı karanlık korku Hristiyan filmleri çokça vardı. Bir hafta içinde Hristiyanlığı işleyen üç film izledim. Sarhoş olup evini ailesini ihmal eden bir kişinin hidayete ererek doğru yolu bulması bu film 1980’lerde çekilmiş, Anthony Hopkins’in başrolünde oynadığı Mary adlı film (bu filmi yorumlayacağım). Özünde Hristiyanlık konulu filmlerin bazıları korku temasını işlemiyor sevgi ve yanlışlardan uzaklaşma daha işleniyor. Özünde bu filmler de insanların kendilerini sorgulamaya zorluyor.
Filmin ana karakteri Cecilia (Sydney Bernice Sweeney) iyi oyunculuk çıkarıyor. Fakat film bana göre oyunculuklardan daha fazla görsele odaklanmış gibi. Konular ilerlerken karakterler sanki kıyıdan köşeden aniden çıkıp hemen çekilivermişler gibiydi. Hani nasıl desem mutmain olmak vardır ya işte ben Cecilia’da Rahip Tedeschi ve Cardinal’de bunu göremedim. Film sona doğru daha yoğun duygular olması gerekirken Rahibe’nin acayip kaçış planları ile fazlaca oyalandık diye düşünüyorum. Elbette bu filmin başarısına gölge etmez. Bu filmi eleştirmek için kendi İslam konulu filmlerimizin olması gerek ama bizde nerde böyle muhteşem İslam filmleri. Bizdekiler Hz. Ömer gibi Rabia gibi garabet filmler var (90 lı yıllarda okul müdürümüz bizi Hz. Ömer filmini seyretmemiz için sinemaya götürmüştü o yaşta Hz. Ömer karakterini görünce bu ne böyle ! dediğimi hatırlıyorum. )
1968 Yılında çekilen bir film bu kadar mı etkileyici olur. Evet, Sergio Leone olursa olur. Film konusu itibariyle elbette insanı şaşırtmıyor. Belki durağan filmi sevmeyen izleyiciler bu ne yavaşlık da diyebilirler. Ancak hemen her karesi görsel şölen, hemen her karesi işitsel şölen olan bu film kesinlikle Film Klasiklerinin içinde olmayı hak ediyor.
Filmi izlerken adeta o tarihin içinde kendinizi buluyorsunuz. Oyunculuklar o kadar iyi ki! Charles Bronson ( Armonika), Henry Fonda( Frank), Claudia Cardinale (Jill McBain), Jason Robarts (Cheyenne)…
Bu oyuncular gerçekten işlerini mükemmel yapıyorlar. Oyunculukları çok iyi. Özellikle Charles Bronson’u izlemek benim için ayrı bir zevk. Filmin en öne çıkan özelliği : Sessizlik ve gündelik koşuşturmalarımızda farkına varmadığımız seslerin çarpıcı bir şekilde seyirciye işittirilmesi. Bir kapı gıcırtısı, rüzgardan bir açılıp kapanan ahşap pencere kanatlarının çarpma sesi vs. Western filmlerinde bu özellik zaten kullanılıyordu fakat bu filmde daha da belirgin hale getirilmiş.
Film yavaş ilerliyormuş gibi görünse de insanı meraklandıran bir akış da var. Acaba Armonika ile Frank karşılaşınca ne olacak. Her iki karakter de özel.
Filmin 2:23. Dakikasında Armonika kameranın sağ köşesinden belirirken Frank yavaşça ve korkusuzca düello alanına ilerliyor iki gizemli insan elbette kötüler cezalarını çekiyor. Aslında evler gri, yer gök gri, her taraf toz toprak kirli , her yer kurak ve çöl, insanların hayatları çöl, özellikle erkekler zır cahil ve kaba onların ruhları da çöl. Belki o çölde tek vaha kadınlar. Bu filmlerde ilginçtir KADINLAR akıllı tutarlı ve vicdanlı. Tabii ki çocuklar ve yaşlılar. Yaşlı çocuk ve kadın öldürmemeye çalışıyorlar. İlginçtir daha 100 yıl önce böyle yaşayan Amerika dünyanın en ileri ülkesi oluverdi.
Filmde benim dikkatimi çeken Charles Bronson’un bakış ve davranışı Cüneyt Arkın’a, Claudia’nın bakışları ise Hülya KOÇYİĞT’e benziyor. Belki bana öyle gelmiştir. İzlenmesi gereken bir film.