Yazan: Özcan ATAR
“Tarafsızlık bir düş, dürüstlük bir vazifedir.”Dücane CÜNDİOĞLU
“…dürüst olmak gerekirse, bizler (Avrupalılar) melek isek Türkler İsa’ydı”

Ahmet Bican ERCİLASUN hocam derste heyecanla : “ Yazıtlar bulununca Avrupalılar yazıtların kendilerine ait olabileceğini düşünerek akın akın geldiler ne kadar belge bilgi varsa atla eşekle ülkelerine götürdüler fakat yazıtların Türklere ait olduğunu anladıklarında büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Türkler gibi barbarlara yakıştıramamışlardı” demişti.
Yazı, bilgi Türklerden sadır olamazdı (!). Türkler sadece savaşırlar ve kan dökerlerdi(!) İnternet çağından önce tüm dünya bilgiye kör sağır iken elbette Türklerin vahşi olduğunu dünyaya inandırmakta başarılı oldular.
Vahşiydi Türkler(!). Dünya Türkleri ya hiç tanımıyordu ya da vahşi olarak tanıyorlardı. Yüzyıllardan beri gelen bu düşüncenin değişmesi hala yavaş ilerliyor. Bunca bilgi akışı olmasına rağmen. Bir Batılı gezgin : “ Bugün size anlatmak istediğim hikâye Türkiye’nin hikâyesi. Batı medyasında en yanlış tanıtılan ülke… Dostum dürüst olmak gerekirse Türkler ve İslamiyet dünyaya kötülükten başka bir şey sunmuyormuş gibi gösteriliyor (batı medyasında) …bazen dünyanın en büyük ikinci dini (İslam) terör diniymiş gibi gösteriliyor. (Türkiye’ye) gitmeden önce en kötüye hazırdım ama Türkler benden iki adım öndeydi….İki klişemiz vardı: Herkes örtülü olmak zorunda, içki yasak. Daha ilk gün bu iki klişemiz kırıldı. Daha bu ilk gündü ve ben başka hangi yanlışlarımız var diye meraklanmaya başlamıştım. Türkler hakkında çok şeyler öğrenmeye başladım mesela insanlar bize karşı sebepsiz yere naziktiler. …Dürüst olmak gerekirse şayet bizler (Avrupalılar) melek isek Türkler İsa’ydı.… İnsanların her birinin nazik olması bir tesadüf değildi sır inançlarında gizliydi. Oysa bana İslam, Radikal ve Zalim bir din olarak söylenmişti. (Türkler) tam anlamıyla davranış biçimimi değiştiriyorlar.”1 Gezgin olduğu için gerçeği görebiliyordu. Ya gezmeyen onca insan? Hayallerinde Türkleri barbar olarak düşünmeye devam ediyorlar internet çağında.
Medeniyetin oluşumunda okumak ve yazmak şart ise okumak ve yazmanın şekillenmesinde Şehir Kültürünün önemi büyüktür. Şehirleşme, yerleşim olmadığında bizim Türk Medeniyetinden bahsetmemiz mümkün olamazdı. Batının (elbette bilimsel verilerin azlığından kaynaklı bilgi eksikliği sebebiyle istemeden de olsa yanlış bilgi aktaranlar olmuştur mesela XIX. yüzyılın sonunda G.N.POTANİN: “Bilim insanlarının bozkır halklarına karşı ihmalkâr davranması bilimin gelişimini geciktirmiştir. Aryan kibrimiz ve yalan tarih bakış açımız “Barbarların” manevi-kültürel tarihteki rolü üzerine doğru bakış açılarının oluşturulmasını engellemektedir.” diyebilmektetdir.2) ısrarla barbar cahil yobaz vahşi gösterebilmek adına dayattığı hatta inandırdığı Türkler göçebe bir kavim değil miydi? Göçebelik ile zorunlu yayılım arasındaki fark bilindiği halde Türklere ısrarla göçebe denilmesi gerçekten kötülüğün farklı bir boyutu olsa gerek.

Daha henüz İslam’ın hâkim olmadığı zamanlarda Türkler büyük şehirler inşa etmişlerdi Orta Asya’da. Hunlulara ait “Selenge ve Çikoy Nehirleri üzerinde bulunan İvolga şehri ve Dureni yerleşimi kazıları Hun metalurji uzmanlarının, dökümcülerinin, demircilerinin ve diğer ustaların yerleşim yerleri olduğunu ve bu insanların kendi devletine gerekli olan at teçhizatlarını, çalışma ve yaşam için aletleri tedarik ettiklerini göstermiştir…. Tam olarak o zaman Orta Asya da Hun tarım yerleşim yerleri, kaleleri ve şehirleri oluşturulmuştur. Günümüzde kerpiç surlarla ve hendeklerle güçlendirilmiş 10 m² den büyük ve 20’den fazla ise güçlendirilmemiş tarım yerleşim yerleri bilinmektedir… Kaynaklarda sadece başkent Lung-ch’eng şehri hakkında değil aynı zamanda başka yerlerde Hunların inşa ettiği mabetler, ibadethaneler ve konut saraylar (konaklar) hakkında da bilgi verilmektedir. Kendi topraklarında Hunlar sınır kıtaları için derin hendek engeller ve yüzlerce kuyu açmışlardır. 19Son bilgi Hunların sınır bölgelerini gözetlemek amacıyla yer altında nöbetçiler için barınaklar inşa etmişlerdir şeklinde yorumlanabilir.” 3 “American Journal of Physical Anthropology dergisinin III. sayısında yayımlanan Koreli ve Moğol arkeologların M.Ö I. yy’a ait bir Hun Mezarında yapılan çalışmalar neticesinde gün ışığına çıkarılmış bazı buluntulara değinilmiştir. Bunlardan; “altın kolye, gümüş kaşık, altın, bronz, demir gibi madenlerle süslenmiş ahşap bir tabut” dikkat çeker. (Kim 2010:431) Nitekim altın kolye Hun Sanatı, gümüş kaşık gümüş madeninin bolluğunu, madenlerle süslenmiş olan tabut ise; Hunların madencilikte ne kadar ileri düzeye ulaştığını gösterir. Daha önce ortaya çıkarılmış bulunan maden işleme atölyelerinin doğruluğunu sağlamlaştıran bu tabutun işlenmesi için belirli bir sanat anlayışı doğmuş olmalıdır. Sanat anlayışlarının oluşumu ise; belirli bir süre bir arada yaşamayı da gerektirir. Bununla beraber maden işleme atölyesi Hunların kendi yaşadıkları yere inşa edilmiştir. Bu da bize Hunların mimari anlayışı hakkında bilgi verebilmektedir. Yine aynı döneme ait kazı çalışmalarında ortaya çıkan Hun mezarlarında Kırgızların kullandığı “şöt” adı verilen kazmaya benzer bir alet (duvarda bıraktığı izlerden anlaşılır) , İskit tipi üç kenarlı temrenleri olan ağaç ve kemik oklar bulunmuştur. Talas mezarından çıkarılan beşik, tahta kap-kacaklar ve ölü hediyeleri arasında türlü eşyalar ortaya çıkarılmıştır. Ölülerin antropolojik incelemeleri sonucunda, bunların Hunlar olduğuna dair şüphe kalmamıştır. Alma-Ata’ya bağlı olan Karagalinke yerleşmesinde tek başına bulunan ve bir Şaman mezarı olduğu sanılan mezarda türlü takı ve süs eşyaları ile üzerine çeşitli resimler ile süslemeler yapılmış altın şerit ortaya çıkmıştır. Bu buluntular ve özellikle altın şerit; Bernştam tarafından “yerli sanat mahsulü” olarak nitelendirilmiştir. Çu Irmağı boyunda Ak Peşin harabesi’nde ortaya çıkarılan 8 odalı köşkün Soğdlara ait olduğu sanılmaktadır (İnan 1948: 276).” 4 “Her şey bir yana Orta Asya bir kentler bölgesiydi. Arap istilâsından çok önce Yunan coğrafyacı Strabon daha M.Ö. birinci asırda Orta As yayı “bin kentli toprak” diye tarif etmişti. Bir Bizanslı yazar daha sonra tek bir Orta Asya hükümdarının, yani Baktriya Kralı’nın hükmü altında “yüzlerce kent” olduğunu belirtmişti.’ Orta Asya’nın kentleri büyük ölçüde kentleşmiş olan Orta Doğu’dan gelenleri bile büyülüyordu.5 Bilim insanına yakışmayan ön yargıyı bir kenara bırakırsak: “XIX. yüzyıldan önce Sibirya ve Orta Asya’daki yerli halkı araştırmış olsalar bile bilim insanları bu bölgelerde gelişmiş yüksek bir medeniyet bulamamışlardır, fakat eski şehirlerin kalıntılarının bilimsel olarak XIX. yüzyılın sonundan itibaren araştırılmaya başlanması ve bulunması erken göçebe kültürlerdeki şehirlerin rolü ve önemi hakkındaki ilk fikirleri tersine çevirmiştir. Aynı zamanda bilim camiası tarafından bilinen yerleşim yerlerinde Türk dönemine ait kültür katmanının olmaması Göktürklerin tamamen göçebe yaşam biçiminin kanıtı olamaz. Literatürdeki savaşçı Türk boylarının düzenli olarak yerleşik güney komşularına saldırmalarına rağmen demir üretimi yaptıkları, el sanatlarıyla uğraştıkları, yazıları ve gelişmiş devlet sistemlerinin olduğu yerleşik bir nüfusun varlığına işaret etmektedir ki bu nüfus askerî aristokrasinin bir parçası olmamıştır ve yeterince düzenli yerleşimler olan şehirlere sahip olmuşlardır. Türklerin şehirler inşa ettikleri, bunların tamamen yeryüzünden silindikleri ve yok edildikleri çeşitli yazılı kaynaklar tarafından kanıtlanmıştır. Şehirlerin varlıkları hakkındaki bilgilerin insanların hafızasından silinmeye çalışıldığını varsaymak mümkündür. Fakat Çin hanedanlarının kroniklerinde, Orhon, Yenisey anıtlarında, Orta Çağ Batı ve Müslüman gezginlerin eserlerinde Türk şehirleri hakkında bilgiler korunmuştur. Türk şehirleri konusunda birincil el kaynaklara başvurulması ilginç bilgiler elde edilmesini sağlamıştır.”6

Belki Türk Medeniyetinin en büyük engeli maalesef bulunduğu yerleşim merkezlerinde coğrafyanın azizliğine uğrayarak kullanılan yapı malzemelerinin kilden yapılmış olmasıydı. Zaman silindiri topraktan yapılmış şehirleri kolaylıkla dünya sahnesinden silmişti. Bugün Karahanlı başkentine yolunuz düşse uçsuz bucaksız ovada bir tek minare (Kırgızlar Burana derler) görürsünüz.
Bugün artık şaşalı günlerinden birkaç kalıntıdan başka hiçbir şey kalmamış olan Merv şehri dünyanın en büyük medeniyet şehirlerindendi. Gelişmiş su sistemleri olan Orta Asya şehirlerinden biri olan Merv şehrinde su kanallarında çalışan 12 bin kişi vardı ve 300 kadarı da dalgıçtı.7
Evet tarihin en eski devirlerini ve insanlık tarihi içinde Türkleri ve Türk Medeniye niyetinin izlerinin peşine düşmek daha pek çok araştırma gerektirir. Her bulgu yeni bir arayışın da başlangıcı oluyor. Belki de bu 10 bin yıl sonraki nesiller için de bugünkü gibi olacaktır. Bizlerin peşine düşecekler ve dünyanın pek çok yerinde Türklerin izine rast gelince belki de bugünkü batılı araştırmacıların dediği gibi o günkü bazı fikri saplantılı bilim insanları “Türkler her yerde olduğundan yerleşik şehirleri yok göçebeydi” diyeceklerdir.
Türk Medeniyetinin temelini hiç koşulsuz “dil” i oluşturmaktadır. “Dil”i, on binlerce yıl içinde birbiriyle karışmış insan ırklarının tek ayırt edici özelliğidir de diyebiliriz ancak ırk temelli değil Medeniyet belirleyici bir gösterge olarak. Sonuçta bugün dünyanın hepsi İngiliz değil ama neredeyse hepsi İngilizce konuşuyor. Tabi dünyanın İngilizce konuşması İngiliz Medeniyetinden başka medeniyet olmadığını mı gösteriyor elbette hayır. Öyleyse Medeniyetin oluşmasında tek başına Dil de yetmiyor. Böylece dil medeniyetin tek göstergesi değil en önemli birinci göstergesi oluyor. Allah, Kitabında “İnsanlar! Sizi erkek bir ile bir dişiden (birleşiminden) yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi ırklara ve boylara ayırdık. ALLAH yanında sizin en değerliniz en erdemli (duyarlı) olanınızdır. ALLAH bilendir, haberdardır.”8 diye belirtiyor ki tüm akıl yürütmelerin sonucu Allah’ın bu cümlesinde düğümleniyor. Amacımız üstünlüğümüzü ortaya koymak çabası değil, “Allah’ın bu cümlesinin “tüm insanlığın en üst doğru aklıdır”’ı kabullendikten sonra bu aklın altındaki akıl yürütme ve araştırmalarda bazı Bilim insanlarının yukarıda değinildiği gibi “kötülük” lerinin önüne geçmek yaptıklarının hem bilimsel hem de vicdani yönden doğru olmadığını dünyaya haykırmaktır. “ALLAH bilendir, haberdardır” cümlesinde “haberdardır” kelimesi ilginç bir anlamı ifade eder. Sözlükte “bir nesneyi gereğince bilmek için yoklayıp sınamak, bir şeyin iç yüzünden haberdar olmak” anlamına gelen hubr (hibre) masdarından sıfat olup “bilen, bir nesnenin mahiyetine ve iç yüzüne vâkıf olan” demektir. …Gazali‘ye göre, alîm ismi mutlak mânada ilme delâlet eder. Habîr (haberdar omak), ilmin duyularla algılanamayan bâtınî kısmını ifade eder.9 Ayette geçen anahtar kelimeler dizgisi: “İnsanlık”, “erkekler”, “kadınlar”, “millet”, “kabile”, “üstünlük”, “değerli”, “duyarlı”, “alim(bilen)” “habir (düşüncelerin okuması ,haberdar)”. Bu cümlenin alt okumasını yaparsak : Siz dünyada en üstün ırk olduğunuzu fehmedip yazıp çiziyorsanız da aslında ırklar sadece erkek ve dişilerin birleşmesinden meydana gelen tüm insanlar için geçerli bir aşamanın sonucudur. Evrensel bir üst akıl Allah nezdinde değerlidir bu aklın oluşmasını istiyorsanız bedeni bir işlevden ziyade ruhsal bir “bilinç (duyarlılık)”e sahip olmalısınız. Zaten Allah ne yaptığınızı görüyor ne düşündüğünüzü (de) çok iyi biliyor.
Artık üstünlüğün duyarlılıkta olduğunu Türk Medeniyeti yazı dizisinde ikinci defa ispatladıktan sonra Türk Medeniyetinin “şehirlileşme/göçebe/zorunlu yayılma” meselesinden sonraki aşama olan “okuma/yazma” aşamasına da değinmek gerekiyor.
KAYNAKLAR:
1) : https://www.youtube.com/c/WildVikingTravels/videos, 7 Tem 2022
(2) Genel Türk Tarihi Araştırmalar Dergisi ,Cilt/Volume 2, Sayı/Issue 4, Temmuz/July 2020, ss. 511-522. Geliş Tarihi–Received Date: 28.05.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 17.07.2020 ÇEVİRİ MAKALELER – TRANSLATION ARTICLES HUNLARIN ŞEHİRLERİ∗ LEONİD KIZLASOV Çev. TAHSİN BİLĞİ
(3) Genel Türk Tarihi Araştırmalar Dergisi ,Cilt/Volume 2, Sayı/Issue 4, Temmuz/July 2020, ss. 511-522. Geliş Tarihi–Received Date: 28.05.2020 Kabul Tarihi–Accepted Date: 17.07.2020 ÇEVİRİ MAKALELER – TRANSLATION ARTICLES HUNLARIN ŞEHİRLERİ∗ LEONİD KIZLASOV Çev. TAHSİN BİLĞİ
(4) : https://www.altayli.net/eski-turklerde-sehircilik.html
(5) (Starr S. Frederick, Kayıp Aydınlanma, Kronik Yay.,Nisan 2021,İstanbul)
(6) : Genel Türk Tarihi Araştırmalar Dergisi, Cilt/Volume 4, Sayı/Issue 7, Ocak/January 2022, ss. 451-458. Geliş Tarihi–Received Date: 28.08.2021 Kabul Tarihi–Accepted Date: 25.11.2021 ÇEVİRİ MAKALE – TRANSLATION ARTICLE İLK TÜRKLERİN DÖNEMİNDE AVRASYA BOZKIR BÖLGESİ KONARGÖÇERLERİNİN ŞEHİR KÜLTÜRÜ: ARAŞTIRMA PROBLEMLERİNİN ORTAYA KONULMASI*
(7) (Starr S. Frederick, Kayıp Aydınlanma, Kronik Yay.,Nisan 2021,İstanbul)
(8) Hucurat Suresi,ayet:13, Elmalı Hamdi Yazır meali
(9) Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Habir madde başlığı, Bekir Topaloğlu

Yorum bırakın