ÇOK OKUMAYA DAİR

Çok, sık, büyük, fazla olanın rağbet gördüğü, muhabbet edildiği bir zamânda yaşıyoruz. Çok okumak ve çok okunmak, yazdığınız yazılarda fazlaca alıntılar yapmak, kaynaklar kullanmak, büyük büyük meydânları sokakları hayâl etmek, sıkça seyâhat etmek vs. Sayılarını arttırabileceğimiz gibi çeşitlerini de çoğaltmak mümkün. Mezkûr anlayışların hepsinde, bendenize, zamân-mekân ilişkisi açısından bir rol çalma çabası var gibi gelir. Aslında zamândan çalmaktır yapılan, farklı veçheleriyle.

Oysa, kudemâya göre zamânın içerisinde vakîtler, vakîtlere de iliştirilmiş dem’ler mevcûttur. Muhtelif kavrayış, anlayış, fehm, idrâk, argo söylersek oluru (yapıp-etmelerimizin) bu dem’leri yakalamamızla mümkündür. Şüphesiz ki böyle bir dünyâ görüşü zamândan çalmak şöyle dursun, ona tâbi olmayı görev sayacaktır. Burada aklıma gelmişken merâklısı olur için şunu da belirtmek isterim: yıllar önce okuduğum bir metninde Erich Fromm, saatin şehirlerde kullanılışının neden Batı’lı kentlerde olduğunu açıklamaya çalışmıştı.

Kudemâ derken, sâdece Müslümânları kastettiğimiz de sayılmasın. Belki mezkûr lafzı aslî anlamından daha vüs’atli kullandığımızı da eklemeliyiz. Birkaç örnek verelim.

Schopenhauer çok okuyanlara şaşırdığını çünkü düşünmeye ne ara vakit bulduklarını bilmediğini söylemişti. (Oysa kendisi de çok okuyan birisiydi. Tâife-i felâsife, ilmiyle âmel etmek zorunluluğu hissetmeyen insânlardır da.) Wittgenstein, Frege ve Russell’ın bâzı eserleri üzerine çalışmaya senelerini vermiş, sonrasında da opus magnumu için aynı çabayı göstermiştir. Bilhâssa asker olduğu İkinci Cihân Harbi(ki aslında birinci de dense yeridir.) esnâsında dönüp dolaşıp Tolstoy’un Hacı Murat’ını okumuştur. Defalarca. Üstelik çok benzer durumları Kant ve Hegel’in hayâtlarını birâz okuyanlar da göreceklerdir. Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî-i Şerîf’te iktibâs ettiği bâzı hikâyeler döner dolaşır üç, dört kitâba dayanır. Üstelik Hazret’in kendisi de ‘o öyle dedi bu böyle dedi de sen ne diyorsun’ buyurmaktan kendisini alamaz. Gazâlî Hz. yolunu kesen şakîlere notlarını almamalarını, onlar için çok uzun süre öğrencilik ettiğini anlatır. Kendisiyle dalga geçen şakîlerin tavrı üzerine, evine varınca, hatırımda yanlış kalmadıysa 2 sene kadar oturur ve notlarını ezberler. Spinoza öldüğünde terekesinde yüz civârında kitâbı olduğu ve bunların da kısm-ı azamının sözlük-gramer kitâplarını ihtivâ ettiği kayıtlara geçmişti. Derrida’nın belgeselinden aklımda kalmış: bu kitâpların hepsini okudunuz mu diye soran röportajcıya Derrida şöyle cevâp veriyordu: ‘Hâyır. Ama bir ikisini çok iyi okudum.’ Borges’in evine giden bir yazar da gördüğü karşısında şaşkınlığını gizleyememişti. Çok az kitâbı vardı ve çoğu hikâye kitâplarıydı. Althusser’in terekesini tasnîf eden kurumun kayıtlarına bakmıştım. Althusser, aşağı yukarı dört bin  kitâp ile ömrünü tamâm etmişti. Üstelik bu kitâpların bir kısmı farklı lisânlarda aynı kitâplardı. (Althusser doğru dürüst İngilizce bilmiyordu. Neredeyse hiç. Kitapları arasında Nâzım Hikmet’in de iki kitâbı vardı. Memleketimden İnsan Manzaraları ve Kemal Tahir ile mektûplaşmalarının Fransızca çevirileri.) Baudrillard çok iyi Almanca bilmesine rağmen Heidegger’i zâhmet edip doğru dürüst okumamıştı. Üstelik Antik Yunan Felsefesi’ni de hiç bilmediğini söylüyordu. Rousseau ise bir türlü iyi Latince öğrenemediğinden yakınıyor, uzun süre bir bavula sığdırdığı kitâplarıyla oradan oraya gidiyordu.

Aklıma bir çırpıda gelen bunca örneği vermem ve böyle bir yazıyı yazma sebebim ne olabilir? Yıllar evvel râhmetli Alija İzzetbegovic’in, Notes From Prison isimli Türkçe’ye Özgürlüğe Kaçışım olarak çevrilen kitâbındaki bir notunda okumuştum. Meâlen şöyle diyordu: ‘Lüzûmsuz okuma bizi daha zeki yapmaz. Bâzı insânlar kitâpları basîtçe yutar. Onlar, kavramak, öğrenmek, okunulan şeyi işlemek, hazmetmek için zârûrî olan gerekli düşünce aralıkları olmaksızın bunu yaparlar.’ Bendeniz bu cümleleri okuyana dek, kimse bana ‘çok okumanın’ matah bir şey olmadığından bahsetmemişti. Süleyman Nazif’in Malta Geceleri’nde o veciz biçimde ifâde ettiği gibi zamânlar yaşadım sırf bu yüzden. ‘Kimsesiz, sıtmalı, hicrânlı, tükenmez geceler/ Ne kadâr gözyaşı döktüm bunu yıldızlara sor!’ Kendimi paraladım bilgilenmek için desem yeridir. Her şeyi bu çözecekmiş gibi. İşte bu yazı aynı yolu geçenler için hiç değilse bile bile aynı tuzağa düşmeleri için bir pusula, bir de hâlâ bunun böyle olmadığını kendimi iknâ etmem için bir meşrûiyet vesikâsıdır.

Ne buyurdu Hz Mevlânâ: ‘Zâhid, nasıl edeyim, der; ârifse, nasıl edecek, der.’

 Merâklısına Notlar

 Wittgenstein, Ray Monk, Kabalcı Yay.

Spinoza, Steven Nadler, İletişim Yay. Ayrıca, sanıyorum o kitâpta da alıntılanan fakat ismini unuttuğum bir ingilizce makâle.

Althusser için https://www.imec-archives.com/papiers/alain-badiou/#prettyPhoto

Baudrillard Live, Mike Jane, 1993, p.21

İtiraflar, Rousseau, Islık Yay.

Borges’in Evinde, Alberto Manguel, Yapı Kredi Yay.

Mecâlis-i Seba, Mevlânâ Hz., İnkılâp Yay.

El – Münkız Mine’d Dalâl, İmâm-ı Gazâlî, Gelenek Yay.

Malta Geceleri, Süleyman Nazîf, Yeni Matbaa, İstanbul, 1924

Yazan: Mustafa ÖZDEMİR   22.08.2019 (https://www.derindusunce.org/2019/08/22/cok-okumaya-dair/)

Yorumlar

Yorum bırakın