İlginçtir ki Cumhuriyetin kuruluş yıllarında aktif rol almış olan aydın,entelektüel eğitimli bilim insanları hakkında veriler çok az. Özellikle fotoğraflar karşımıza çıkmıyor. Videolar hemen hiç yok ! Halbuki bu aktivistler, bilim insanların ölüm tarihleri 1950’li yıllar. Fakat mesela Yunus Emre desek doğru yanlış pek çok bilgi dökülürken Cumhuriyetin ilk yıllarındaki aktif bilim insanları yok hükmünde. Halil Nimetullah ÖZTÜRK de bu bilim insanlarından biri.

Harf devrimi zamanında harf devriminin tutarsızlığına değinen Öztürk; Latin harflerine geçmek doğru bir yöntem değildir; asıl sorun harflerde değil, dilin kendi yapısında ve yazım kurallarının henüz oturmamış olmasındadır diye düşünüyor ve Latin alfabesine geçişi en azından çok gerekli görmüyordu. İlerleyen yazılarda belirtecek olduğum Mustafa Şekip TUNÇ’un ateşli savunmasının tam aksine.
Öztürk, Türkçe, bilimsel sınıflandırmayla hâlâ “gözlem öncesi” (kural öncesi) aşamadadır. Bu aşamada yapılacak harf değişiklikleri düzen getirmez, tam aksine daha büyük karışıklık yaratır diye düşünürken artık toplumun dili geliştirme anlamında bilinçlenip mesafe kat etmeye başladığını tam bu anda harfleri değiştirmenin tutarsız olduğuna inanır.
Halil Nimetullah Cumhuriyet devrimlerinin savunucularından olmasına rağmen harf devrimine karşı çıkması da onun bilim insanı körü körüne destek vermez kuralına sadık kaldığının bir işareti olsa gerek. Ya da zamanla fikrini değiştirmiş de olabilir.
Onun 8 Nisan 1926 yılında yazdığı kısa bir makaleyi burada aktarıyorum. ( Kaynak :Recep Alpyağıl, Felsefe Sözlüklerimiz – 1, İz Yayıncılık, İstanbul, 2015 s.542)
Latin Harflerini Kabul Etmeli mi, Etmemeli mi?
Halil Nimetullah Öztürk
Türkçede kullanılan harfler toplumsal bir kurumdur. Toplumsal kurumlar değişmez; sadece toplumun yaşadığı dönüşümlere göre düzeltilip uyarlanabilir.
Darülfünun hocalarından Nimetullah Bey, Latin harflerinin kabulüne karşı olduğunu belirtmiştir. Konuyla ilgili anketimize şöyle bir cevap vermiştir:
“Latin harflerine taraftar değilim. Çünkü şimdiye kadar bu değişikliğin sağlayacağı faydalar hakkında söylenenler arasında ciddi, bilimsel bir fikirle karşılaşmadım.”
Bugün Türkçede kullanılan harfler, kökeni ne olursa olsun, bir toplumsal kurum haline gelmiştir. Böyle kurumlar, sadece toplumsal değişimlere göre uyarlanabilir.
İlk olarak şunu belirtmeliyim ki, Latin harflerinin kabulünü savunanlar çoğunlukla imla (yazım) sorunlarını gerekçe gösteriyor. Ancak imla konusu harflerle değil, doğrudan doğruya dille ilgilidir. Yani harf sorunu aslında yazım sorunudur, yazım sorunu da dil sorunudur.
Yazımımızın karışık ve kuralsız olması, dilimizdeki kelimelerin henüz belli kurallara oturmamış olmasındandır. Bu da doğaldır. Bilimsel bakış açısına göre, her toplumsal olay dört aşamadan geçer: gözlem öncesi, gözlem, yasa ve sistem aşamaları. Dilimiz henüz bu sürecin ilk aşamasındadır; yani gözlem öncesi bir karmaşa içerisindedir.
Ama bu karmaşa bilinçlidir. Önceden Arapça ve Fransızca gibi dillerden aldığımız kuruallar bizi yabancı bir düzene sokmuştu. Şimdi ise kendi dilimizin yapısına uygun bir yol arıyoruz.
Bugün yaşadığımız bu bilinçli düzensizlik, aslında dilin gözlem aşamasına geçmesini sağlayacak bir toplumsal zorlamadır. Harf değişimi gibi öneriler de bu toplumsal heyecanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
Bu heyecan, uzmanları harekete geçirecek ve dil üzerine bilinçli gözlemler yapılmaya başlanacaktır. Gözlem aşaması da zamanla bir kural ve sistem oluşturmaya dönüşecektir.
Bu süreçte kelimelerin kökeni, yapısı, geçirdiği değişiklikler belirlenecek ve dilimiz bilimsel kurallara oturtulacaktır. Böylece her kelime sabit bir yazım şekline kavuşacaktır. Bu sabit şekiller belirlendikten sonra, gereken düzenlemeleri uzmanlar yapacaktır.
Bu yollar izlenmeden yapılacak her türlü girişim başarısızlığa mahkûmdur. Çünkü bilimsel değildir.
Görüldüğü gibi, yazım sorununa bilimsel yaklaşım bu şekilde olmalıdır. Bu yolu izlemek yerine harfleri değiştirmek, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. Hele ki böyle kültürel bir meselede bilimsel olmayan bir yol izlenirse, bugün şikâyetçi olduğumuz karmaşa tam anlamıyla bir anarşiye dönüşür. Dilimiz yazılamaz, okunamaz hale gelir.
Bu da okur-yazar sayısını daha da düşürecektir. Bilimsel dille söylersek, bu tür bir hareket “toplumsal bir sapkınlık”tan başka bir şey değildir.

Yorum bırakın