Film Fragmanları

  • Glitch 2015

    Yorum: Özcan ATAR

    Dizi  Adı :  Glitch

    Başlangıç Tarihi: 2015 | 55 dk. | Dram

    Yönetmen : Tony AYRES

    OyuncularPatrick BrammallHannah Monson , Emma Booth Emily Barclay

    Ülke:  Avustralya

    Konu: Hayat Ölüm ve Adalet

    Ana fikir: Adalet yerini bulurken kaderin de ağlarını örmesi.

     Dizi 3 sezon sürüyor. Her bölüm 55 dk. Filmin konusu ilginç. Bilim kurgu, fantastikle karışık bir suç dram filmi. Bu diziye benzeyen The Returned (2012 ) dizisi var Glitch bu diziden esinlenmiş olabilir. Ayrıca TheReturned dizisi de Erico Verissimo‘nun 1971’de yayımlanan romanından uyarlanan 1994 yapımı  Incidente em Antares (1994) adlı bir mini diziden esinlenmiş olabilir. Böylece dizinin oluşum sürecini  1994 yılına kadar götürebiliriz. Evet, her edebi eser, her düşünce aslında öncekilerin yazıp söylediklerinin değiştirilmiş ya da genişletilmiş birer kopyası değil midir? Bu dizi de böyle işte. Belki de yazarımız  Erico Verissimo kabirlerden kalkan insanları Kuran’dan esinlenmiş olabilir. En nihayetinde kabirlerden kalkan insanlar bildiğim kadarıyla dini kitapların içinde sadece Kuranda detaylı olarak var. İncil, “insan diriltilecek” diyor sadece ve Tevrat’da tekrar diriliş sahnesi  hiç anlatılmıyor. Bu açıdan değerlendirdiğimizde şu yazım :KABİRLERDENKALKIŞ! Okunduğunda ne anlatmak istediğim daha net anlaşılabilir. Bu noktada bizim film/dizi yapımcılarımız nelerle uğraşıyorlar acaba. Elimizde maden gibi Kuran (ve onun çevresinde oluşan kültür) var bu kitabı niçin film ve dizilere uyarlamıyoruz da Amerikalı Avusturyalı Avrupalı  bilmeden de olsa (belki de bilinçli olarak) bu konuları muhteşem bir şekilde inceleyip filme uyarlıyor.


    Filmde şükür ki cinsel içerik yok denecek kadar azdı ki artık biz öyle üç beş sahneyi yadırgamaz hale getirildik. İhanet aldatma filan tabii ki var. Yoksa  Netfilix’in amacına ulaşamazdı. Hatta bizim Netfilix için yapılmış olan yerli dizilerimizde bile Amerikanvari şapşal sahneler var.  Örneğin bizim bir yerli dizide ( ki  yerli dizi/film pek seyretmem ) iki sevgili bir müzeye gidiyorlar buraya kadar iyi ama bu iki sevgili müze tuvaletinde hararetli bir cinsel ilişki yaşıyorlar. Allah aşkına bu bizim ülkemizde olan ve olağan bir durum mudur? Evet, KZ!(Karanlık Zihniyet) başardı!

       Underrated diziler içerisinde değerlendirilebilecek bir dizi  ki ben genelde bu tip dizileri seyrederim ve kanaatimce onlardan süzülen düşünceler ilgi çekicidir. Olaylar Avusturalyanın Yoorana (kasaba kurgu) kasabasında geçiyor. Bir gece kasabanın mezarlığından 6 kişi çıplak olarak çıkıyor. Yani ölüler dirilip  mezarlarından kalkıyorlar ve dünyaya tekrar geliyorlar. Bu sahne fevkalade etkileyici çekilmiş. Ve dizide sürüklenmek için bu başlangıç bu gizem önemliydi. Dirilen bu ölülerin her biri farklı zamanlarda ölmüş olan kişilerdi. Kimi 2 yıl kimi 10 yıl kimi 200 yıl önce ölmüş kişilerdi. Ve bu ölüler dirilince şoktaydılar ve ölmeden önceki hayatlarına dair hiçbir şeyi hatırlayamıyorlardı. Fakat zaman içinde hafızlarında geçmişleri canlandı ve her bir dirilen kişi niçin ve nasıl öldürüldüklerini anlayınca bunun öcünü almak ya da gerçekleri yeni kuşağa doğru olarak anlatabilmek en büyük amaçları oluyordu. Dizi bu minvalde ilerliyor. Tabi dizi içinde şoklar, kırgınlıklar, ihanetler vs. bir çok konu. Mevcut. Ben oyuncu performansları beğendim. Sadece filmde Aaron L. McGrath (Beau  Cooper) ‘ın oyunculuğunu beğenmedim. Belki yaşı gereği o kadar etkileyici değildi.

    Dirilenlerden biri filmin başrol oyuncusu James’in iki yıl önce meme kanserinden ölen karısı Kate idi. James onu tekrar dirilmiş önünde görünce hayretler içinde kaldı. Fakat James Kate öldükten hemen sonra iş arkadaşı Sarah ile evlenmiştir. Kate dirilip de bu durumu görünce çok üzülür ve ihanete uğramış hisseder. James ne de olsa benim ölen karım diye Sarah’la evli olmasına rağmen Kate ile tekrar birlikte olur. Aslında Kate’yi hiçbir zaman unutamadığını anlatmaya çalışır. Kate eşinin iş arkadaşı Sarahla evli olduğunu öğrenince hemen kendisi çok önemliymiş gibi benim kocam başkasıyla evlenmiş o halde ben de başkasıyla olurum diye bir gençle ilişkiye giriyor James bunu öğrenince olur bu işler havasında hayata devam ediyor. Aslında ne kar sinir bozucu değil mi? Dizi bu dramla başlıyor. Dirilmiş olanlar bir doktor gözetiminde kasabadan saklanıyorlar. Fakat kasabanın bir sınırı var ki orası ölümle yaşam arasındaki dramatik bir çizgi. O çizgi ihlal edilecek olursa dirilmiş olanlar toza dönüşerek ölüyorlar.

    Dünya’da doğmak ne kadar doğalsa ölmek de o denli normaldir. Dünyanın yaşamsal döngüsü bu kurallara göre  dizayn edilmiş. Kural: Ölmek var dönmek yok. Lakin bu insanlar kural ihlali ile döndürüldüler. Bu hayatın akışına ters bir durum. Ve bu kural ihlali bütün insanlığın yok olması ile sonuçlanabilecek ciddi bir ihlaldir. Bu geri dönüşü bilim insanları illegal olarak yapmaktadırlar. Ancak deneylerde yapılan yanlışlar önüne alınamayacak karmaşa ve kaosa sebep olmuştur. Bu  da Dünya’nın sonunun gelmesine sebep olacaktır. Kadere çomak sokulmaz/sokulamaz. Dünyanın kurtuluşu için dirilenlerin tekrar mezarlarına dönmesi gerekmektedir. Bazıları dirense de finalde Kate’inin James’ten ayrılma sahnesinde boğazımız düğümlendi. Düşündük… ölümler, dirilişler, sevdiklerimizden ayrılışlar Tanrım bir insan için ne büyük bir sınav !

  • Manchester By the Sea (Yaşamın Kıyısında)

    Yorum: Özcan ATAR

    Film  Adı :  Manchester By the Sea (Yaşamın Kıyısında)

    Başlangıç Tarihi: 2017 

    Tür: Dram

    Yönetmen : Kenneth Lonergan

    Senaryo : Kenneth Lonergan

    Oyuncular:  Casey AffleckMichelle WilliamsKyle ChandlerLugas Hedges

    Ülke:  ABD

     Konu: Hayat

    Ana fikir: Toplum ve bireyin sorunları

    Randi rolündeki Michelle Williams bu filmde arkada kalmış ama bu oyuncu rolünü mükemmel yapıyor. “Bu Dans Senin” filminde de aldatma ihanet gibi rolünü o kadar iyi yapmıştı ki. Rol için bile aldatıyor olması insanı derinden etkiliyor. İstemsizce bu kadını görünce nefret ile üzüntü arasında bir karmaşa yaşıyorum. Bu filmde de aynısı oldu. Özellikle gözlerindeki o pişmanım ama haklıyım da duygusunu verebilmesi pes doğrusu. Keşke Michelle ’ye daha çok rol verilseydi filmde. Bana göre yeğene gereksiz yere fazla zumlanmış film.  Bu tip ağır dram filmi sevenler için oldukça etkileyici bir film.

  • Take This Waltz

    Yorum: Özcan ATAR Film Adı: Take This Waltz (Bu Dans Senin) Tarihi: 2011 Tür: Dram YönetmenSarah Polley Senaryo : Sarah Polley Oyuncular: Michelle WilliamsSeth Rogen  Luke Kirby Ülke: Kanada  Konu: Ayrılık Ana fikir: Arada kalmışlık

             Bu film konusu itibariyle sinema dünyasında çokça işleniyor. Unfaithful bana göre en etkileyici filmlerden biridir. Unfaithful’de Diane Lane filmi çok farklı noktalara taşıyor. İşini iyi yapmak herhalde böyle bir şey.  Benim açımdan bu iki filmi değerli kılan kadın aktörlerin üstün oyunculuklarıdır. Ve her iki aktörde de ortak nokta “gözler”. İhaneti ve pişmanlığı bu iki oyuncu gözlerinde o kadar iyi yansıtıyorlar ki içinizde oluşan duygular birbirine giriyor. Tabi seyirciler çok farklı durumlardan etkileniyorlardır şüphesiz ama benim etkilendiğim “bakışlar” idi. Bizim Hülya KOÇYİĞİT de onlar gibi bakar ve seyircileri kalplerinden yakalardı.

    Filmdeki oyunculardan Seth Rogen‘in oyunculuğunu hiç beğenmedim. Michelle Williams‘ın yanına hiç uymamış. Acaba rol icabı  mı (yani aldatmaya sebep teşkil etsin diye mi) aptala benzer duygular mimikler gösteriyordu. Açıkçası başka filmlerde seyretmediğim için ya da o filmlerden hatırlayamadığım için rol icabı yapıp yapmadığı hakkında bir fikir  serdedemeyeceğim.  Daniel  rolündeki Luke Kirby ise eh işte hani film gereği de olsa Margot’un kalbini kazanmak için o kadar çaba da göstermedi bana göre  tercih edilmesi gereken adam  hissiyatını maalesef veremedi. Zaten Margot bu dalgalara niçin kapıldı o bile senaryoda tam belirginleştirilmemiş. O seyirciye bırakılmış gibi.      

          Bu filmin yönetmeni ve senaristi Sarah Polley. Başarılı film ortaya çıkarmış. Modern zamanların kadınlarının nerelere doğru savrulabileceğini bize net sade bir şekilde sinemalaştırmış. İşte modern zaman kadını imajını ben tüm yazılarımda yazdığım gibi KZ! (Karanlık Zihniyet) kısaltması ile belirtiyorum KZ! Bu bayağı halleri bize Özgürlük adı altında öneriyor. Ben bu kadar güzel insanların film adı altında bile olsa cüretkâr sahnelerde rol almalarına asla tasvip etmediğim gibi tahammül de edemiyorum. Milyar insana bedenlerini bu denli ifşa etmeye- beden sizin olsa bile- haklarının olmadığına inanıyorum. Bunu sanat kisvesinin ardında korumaya almak bile en basit tabirle insana ve insanlığa yapılan büyük ihanettir. Modern zamanların kadınları Margot gibi düşünülüyorsa modern zamanların erkeleri de pespaye demektir. Mertlik, yiğitlik, dürüstlük nerede kaldı. Bu özellikler eski yüzyıllarda mı kaldı.      

             İçimdeki sıkıntıyı da anlattıktan sonra filme döneyim. Margot ve eşi Lou’nun mutlu görünen bir evlilikleri var. Ancak tavuk yemeği yapma meraklısı olan Lou kendini işine o  kadar çok kaptırmıştır ki eşine tavuk yemeği kadar bile ilgi göstermiyordur. Lou  aslında iyi bir insan ve iyi bir eştir. Lou kendince güzel şakalar yaparak eşini (Margot) mutlu ettiği yanılsaması içindedir. Öyle dürüst bir kocadır ki  eşini aldatan  pek çok  erkeğin aksine eşine sadıktır. Ancaaaaakkkk! Margot’un  dünyası farklıdır. Gündelik konuşmaların içinde :”Yeniler bir gün eskir” diyenler olduğu gibi “eskiler de bir gün eskir” diyenler de var. O gündelik basit sıkıcı hele içinde cinsel hiçbir zevkin olmadığı bir hayatı asla istememektedir (zaten cinsellik fantezilerini filmin sonuna doğru pek net görebiliyorsunuz) . Bir fırsatını bulsa kendince basit kocasını terk edecektir ya da terk etmese bile aldatacaktır. Ki bu fırsatı karşı komşusu olan bir gençle yakalıyor ve kocasını karşı komşusu ile aldatmaya başlıyor. Halbuki filmin ilk karelerinde Margot tek başına bir geziye çıkar ve bu gezide sergilenen bir tiyatro ile karşılaşır. Kasabada oynanan bu tiyatroda zina suçundan idam edilmekte olan bir kişi vardır. İlginç olan doğada çekilen bu filme/tiyatroda Margot’a  doğaçlama bir şekilde eğlence olsun diye zinacıyı kırbaçlama görevi verilir. Sarah (Senarist) daha filmin başından Margot’a yapacağı hatalar yüzünden cezalandırılacağını ima etmektedir. Margot aldatma zamanlarında öyle iyi rol yapıyor ki seyirci olarak Margot’u öldürmek istiyorsunuz, ondan nefret ediyorsunuz, Margot’a hak veriyorsunuz, Margot’a acıdığınız da oluyor. Diyorsunuz ki tavuktan başka bir şey düşünmezsen tabii ki olacağı buydu. Fakat  Lou hiç ihanet etmediği için fikrinizden cayıp Lou ’ya üzülüyorsunuz. Bir sürü duygu çıkmazları yaşıyorsunuz. Ancak filmde hadi aldatma  neyse de Margot , kocası: ” Hadi git ! “deyince Margot hızla  yılışık Daniel’e koşuyor. Hadi diyorsunuz içinizden aşk bu ete de konar b..ka da konar. Ama aniden karşınızda bir sahne beliyor ki akla ziyan. Margot  Daniel’le beraber affedersiniz iki kadın bir erkek iki erkek bir kadın şeklinde  üçlü seks yapıyor. Şimdi bu filmde bu sahne ne alaka. (Zavallı Lou bırak üçlüyü normal ilişki bile yaşayamıyor) Ey Sarah ! Bununla ne anlatmaya çalışıyorsun. Modern ve özgür kadınlar bu ilişkileri tercih eder mi demek istiyorsun ya da hayır genel için değil sadece film icabı Margot böyle istiyordu mu demek istiyorsun ,zaten Margot’un pis karakteri Lou’ ya uymazdı mı demek istiyorsun ya da ne bileyim o KZ! Sana böyle yapmanı mı söyledi, yani Netfilix filmi olsan anlardım da bu ne şimdi!      

             Filmin ilerleyen sahnelerinde Margot maalesef zibidi genç Daniel’den bir türlü kopamaz. Zibidi genç Daniel de onca bekar kız varken Margot’a takılır. İki gevşek (Margot ve Daniel) özgürlük ve aşk adı altında akla hayale gelmez işler yaparlar.  İnsan işte ne zaman nereye kadar ne yapacağını kimse bilemez. Melekler Tanrı’ya boyun eğip sorma cüretinde bulundular da : “ Senin adını her an her zaman saygıyla anan her yönüyle sana ram olmuş bizler (melekler) varken kan akıtacak kötülükler yapacak olan İnsanı mı yaratacaksın?” O : “ Siz bilmezsiniz.” dedi. 

                   Filmin sonunda Margot, Lou ve Daniel arasında gelgitler yaparken kocası aptal Lou ne kızar ne tam kıskanır (hödük) ne de neden diye sorgular, ısrar eder. “Hadi git sevgiline” der sadece (ısrar etse benim hatam neydi diye sorsa belki Margot pişman olacaktı ama…) ve Margot’la bir araya asla gelmeyeceğini netleştirmiş olur. Yani Margot artık kocasından ayrılmak zorunda kalmıştır. Fakat Sarah (yazar senaryoya göre)  Margot’a aslında hiç hak vermez. Bunu Dainel ile Margot’un ilerleyen zamanlardaki hallerinden anlıyorsunuz. Artık o şehvet dolu günler bitmiş işler gündelik rutine dönmüştür. Tıpkı eski kocası Lou ile olduğu gibi. Yani Margot g…t gibi kalmıştır arada. Filmin en son karesinden bir öncesinde Margot fırında kek yapmaktadır. Fırın ve kek. Bu durum Tavuk ve Fırın ve kocası iken bu defa da Kek ve fırın ve kendisi olmuştur. Burada Margot işte yukarıda anlattığım gözlerine ve bakışlarına öyle etkileyici rol yaptırır ki nefret ettiğiniz Margot’a hayranlık duyar, acır ve hak verirsiniz. Kek pişerken duygusuz gevşek Daniel,  Margot’un yanından öylece geçip mutfak penceresinden ufku seyretmeye başlamıştır. Yani Margot’dan da bıkmış yeni arayışlara girme hevesindedir Daniel. Margot ise yavaşça Daniel’e sarılır ama Daniel’den tepki yoktur. En son karede ise Margot tek başınadır artık yanında ne Daniel vardır ne de ahmak kocası Lou.  Yalnızdır ama bu defa yüzü gülmektedir. Mutludur. Özgürlük, tam özgürlük, modern kadının tam mutluluğudur. Ey senarist Sarah! Sen filmin en başında Margot’un yanlış yolda gideceği iması verip bunu da zinayıcıyı  Margota’a  kırbaçlatarak göstermemiş miydin? Evet gösterdin. Ama filmi niçin Margot gülerken bitirdin. (Gerçi Margot’un yüzü gülerken bir anda değişti gibiydi  ama bana mı öyle geldi. Artık seyirci ister özgürlükten kaynaklı mutluluk  isterse pişmanlıklar mı anlasın ?) 

  • The Killing of  Two Lovers (İki Aşığın Ölümü)

    Yorum : Özcan Atar

    Film Adı: The Killing of  Two Lovers (İki Aşığın Ölümü)

    Film tarihi: 2020

    Tür : Dram

    Ülke: ABD

    Yönetmen: Robert Machoian

    Senaryo: Robert Machoian

    Oyuncular: Clayne CrawfordSepideh MoafiAvery Pizzuto

      

    Bir Amerikan kasabasında geçen aile dramı. Küçük bir bütçeyle çekildiği söylenen film bütçesinin benim için hiçbir önemi yok. Uçtulu kaçtılı vurdulu kırdılı dedektifli mafyalı filmleri hiç sevmediğimden hayata yakın filmleri özellikle de dram filmlerini seyretmek çok daha fazla hoşuma gidiyor. Özellikle Fransız dram filmlerini çok beğeniyorum. Rus ve kanada filmleri de hakeza. Bir filmde ajan kelimesini görmem bile filmi seyretmemem için kâfi bir sebeptir. Hayatımız gündelik. Basit yaşıyoruz. CIA KGB MİT gibi şeylerle ne işim olur! Fantastik filmleri de seyrettiğim oldu ama benim önceliğim asla değil fantastik filmler.  Komedi filmleri de güzel ama hayatımız Türkiye gibi bir ülkede geçiyorsa gülmek en anlamsız bir eylem olur herhalde.            İki karakterimiz arasında geçiyor olaylar. Film bu iki karaktere eşit rol vermemiş. David (Clayne Crawford)  ve Niki (Sepideh Moafi). David üzerinde daha fazla yoğunlaşmış film. Olaylar David’in gözüyle anlatılıyor. Evlenmişler 4 tane de çocukları var fakat belki maddi sıkıntılardan dolayı (belki de Niki’nin diğer filmlerdeki kadınların arayışına benzeyen sebeplerden belki Niki’nin bir sürü çocuktan boğulmasından kaynaklı artık her ne ise film bu tarafın üzerinde hiç durmamış bunu seyirciye bırakmış) eşler bir süre ayrı kalmaları gerektiğine karar vermişler ve bu ayrı kalmalar esnasında başkaları ile de ilişki kuracaklarına dair kendi aralarında mutabık kalmışlar ama… David filmde herhangi bir kadınla ilişki kurmamışken Niki… o pek rahat durmuyor. Bir sevgili ediniyor fırsat bulmuşken. Fakat ortada bir sorun var:  4 çocuk. Özellikle büyük kız Jesse (Avery Pizzuto) annesine babasını aldattığı için o kadar kızıyor ki babası David’e bir şeyler yapmasını ihtar ediyor. Baba David zaten eşinin onu biriyle aldattığını da görüyor lakin aralarında anlaşmış olmaktan dolayı bir şey de yapamıyor ve David  krizler geçiriyor. Anlaşmayı tek taraflı bozuyor ve ailesini toparlamak adına mücadeleye başlıyor. David azıcık bir zeka pırıltın var idiyse böyle anlaşma mı olur. Kızı Jesse o kadar akıllı ki babası David’e böyle bir anlaşmanın saçma olduğunu kafasına çivi gibi çaktıktan sonra ancak David kendine gelip uyanıyor! Hey David! Her şeyde sona kalan David! Altın gibi karakterin akılla birleşmeyince Niki’yi kaybediyorsun! Kızın olmasa Niki çoktan seni sepetlemişti!   

        Filmde David’in bozuk ruh halini çok daha derinden hissetmemiz için belirgin bir metalik sesler şeklinde, bozuk araba motoru şeklinde veya ne bileyim bir metale duvara çekiç darbesi vuruluyor gibi sesler çıkıyor. Ve filmin sonunda bam diye gürültülü bir ses geliyor ki bu ne anlama geliyor! 

          Zavallı David çocukları yanına çekebilmek için her yolu deniyor filmde. Ancak Jesse üzerinde etkili olamıyor çünkü anne Jesse’yi babadan uzak tutmaya çalışıyor gibi. Jesse’nin sorunlarına babanın el atmasına Niki izin vermiyor. 

        Bir de tabi Niki ‘ye dadanan bir p…enk var ki akıllara ziyan. Niki ! Amacın ne senin!  

      Birçok travmalar yaşıyor David elinde silah önce karısını öldürmek istiyor ama yapamıyor sonra karısının  sevgilisini öldürmek istiyor ama o da olmuyor. Aslında David her anlamda hayata yenik düşen bir insan (sanki Clayne bu rolünde kendi hayatını da anlatmış gibi). Bu mücadelede bile karısının sevgilisinden de maalesef -insanın içi burkuluyor ama dayak – yiyor. Ya işte bu yabancılar gerçekten rollerini çok iyi kotarıyorlar.  Filmlerin konuları ister sanat ağırlıklı olsun ister dram ister komedi olsun hangi türde film olsa da rollerini çok ama çok iyi yapıyorlar. Filmin sonunda ne mi oluyor ?…

        Peki film ne diyor: Çerden çöpten adamlar için  ve evdeki yıkıcı olmayan  bazı eş hatalarından dolayı aile düzenininizi bozmayın! Girdaplara dalmayın ! 

     

  • Nocturnal Animals 2016

    Yorum: Özcan ATAR, Film  Adı :  Nocturnal Animals (Gece Hayvanları), Tarihi: 2016, Tür: Dram

    Yönetmen : Tom Ford, Senaryo : Tom Ford, Oyuncular: Amy AdamsJake Gyllenhaal, Michael Shannon, Ülke:  ABD,  Konu: Ayrılık

          Austin Wright‘ın 1993’te yayımlanan Tony and Susan adlı romanından uyarlanmış bir film. Susan (Amy Adams)     Edward Sheffield’ı (Jake Gyllenhaal)  19 yıl önce terk etmiş. Filmde geçen diyaloglardan anlıyoruz ki gene modern kadının özgürlük ve daha iyi (artık iyi neyse) arayışı üzerine temellendirilmiş bir film.(Bu konuyu kitabında işleyen erkek bir yazar, artık erkeklerin  kadınlar  hakkında böyle düşündüklerine inansa gerek)

         İnsanın sinir uçlarına dokunuyor film. Gerginlik! Elbette Amy çok iyi bir oyuncu ancak bu filmde Jake Edward rolün de çok etkileyici bir performans göstermiş. Filmi, konusundan ziyade (ki bu konu pek çok defa işlendi ve hayatın tam da içinden olduğu için yüzyıllarca işlenmeye devam edecek şüphesiz) senaryosu öne çıkarıyor. Film iç içe geçmiş sahnelerle seyirciye sunuluyor. Şimdiki zaman ve geçmiş zaman ve kitabın içindeki kurgu zaman. Yani hikâye içinde hikâye.

                    Edward bu kadar duygu yoğunluğuna rağmen 20 yıl öncesi atması gerektiği adımları kitap üzerinden 20 yıl sonra anlatıyor. Kitap içindeki konu tabi yüzeysel bakınca basit. Arabayla tatile giden bir aileye yol anarşistleri musallat oluyor. Arabada bulunan bir kız ve annesine tecavüz ediyorlar. Babayı da ıssız bir yere bırakıyorlar. Baba bir şekilde polise ulaşıyor ve anne ile kız ölmüş olarak bulunuyor. Bu kadar. Ancak kitaba mecazen yaklaşırsanız ki öyle,  kitaptaki her imge her olay 20 yıl önceki eşiyle yaşananları anlatıyor.

                    Susan zengin.  Susan’ın ailesi özellikle annesi Anne (Laura Linney )  Edward’ı fakir olduğu ve ayağı yere basmayan hayallere sahip olduğunu düşündüklerinden kızları Susanın Edward ile evlenmesini istemiyordu. İlginçtir Susan da zaman içinde annesi gibi  Edward’ı hayalcilikle suçlar ve birçok eksik noktasını bulur Edward’ın. Onu zayıf  olarak niteler. Önüne çıkan oldukça yakışıklı   Hutton’a  (Armie Hammer) aşık olur ve Edward’ı terk eder hem de sudan sebeplerle. Daha acı bir gerçek daha vardır ki bunu buraya yazmıyorum. Bu yazıyı okuyan merak edenlere bırakıyorum bu dramı.

                    Duygularınız, kitaptaki kurgunun içinde savrulurken; aynı zamanda gerçek şimdiki zaman ve gerçek geçmiş zaman içindeki örüntüleri de çözmenin heyecanı sizi filme mıhlıyor. Kitaptaki kurguyla gerçek zamanların hangi yönlerden birbiriyle bağlanması gerektiği örtülü olduğundan seyircinin beynini epey zorlaması gerekiyor. Onun için bu sayfada bu detaylara girmek yazıyı sayfalarca uzatmak anlamına geleceğinden kitap kurgusunun içindeki anlamları da yazmayacağım.

                    İnsanoğlunun bu hayatta verdiği kararlardan en önemlisi eş seçimidir. Bu da zordur. Tahminleriniz duygularınız alaşağı olabilir. Sonuçta “insan” denilen varlıklarız. Evlilikteki beklentiler erkek ve kadın için kim bilir nelerdir. Dünyada kaç insan evliliğini sorgular haldedir. Özellikle modern zaman çıkmazındayken kadınlar için evlilik zor ama eski yüzyıllarda da evlilikler kadınlar için zor olmuştur zannımca. Evliliklerde erkeklerin mutluluk derecesi ile kadının mutluluk derecesini ölçme şansımız da yok. Bunun tam tersi ayrılan eşlerde çekilen acının da bilinirliği yok. Yazılar konuşmalar edebiyat vs. bu acıyı bize vermeye çalışır ya bu oldukça sübjektiftir. Fakat benim hissiyatım ayrılık durumlarında erkeklerin daha çok acı çektiği. Kadınlar boşandıktan sonra da dünyaya daha sağlam tutunabilirken erkekler yalnızlıkta kaybolup yok olabiliyor. Erkeklerin anneleri de kadın olduğundan erkekler kadınlarsız tutunmakta bir çocuk gibi zorlanabiliyorlar. Bu filmde de Edward o kadar üzülmüştür ki Susan’ın terk edişinden, kendisine kitap yazdırtacak kadar!  Edward evlenmemiş de olabilir başka biriyle! Edward kitabı Susan’a göndermese, Susan’ın – sıkıntıları olsa bile-  Edward’ı çok da sevmeye devam ettiğini söyleyemem. Susan’ın yaptıkları affedilecek cinsten değil! Gerçek hayatta bu durumları yaşayacak kadar ileri gidenler varsa oldukça üzüntü verici.

                    Filmin sonundaki sürpriz ne mi? İzlerseniz anlayabilirsiniz.