Film Fragmanları

  • 1999 yılına ait günlüklerimden

    1999 yılı günlüklerimden

    1999 yılında yazdığım günlüklerden bazıları. 1993’ten bu yana günlük tutuyorum. Bu günlükleri ara ara siteme taşıyacağım. Biliyorum bu günlükler okuyanları sıkabilir. Ama ben bu günlüklerde başkalarına yararlı olmaktan ziyade kendi dünyamla hesaplaşmalarımı anlatıyorum.

    Oldum olası başkalarının günlüklerine değer veririm. Onları daha gerçekçi bulurum. İçtendir. Süslü laflar yerine kalpten çıkan hislerdir günlükler. Kendimizle hesaplaşma niteliği taşıdığından yalan yoktur içlerinde. Yanlışlar saçmalıklar vardır ama yalan yoktur.

    Belki içlerinde kendinizden de bir şeyler bulursunuz. Belki mutlu olursunuz.belki de eeeh ne saçmalık der pas geçersiniz.

    30 Temmuz 1999

    Her şey aptalca ! Ve her şey aptalca. Her şey yalamayla başladı ve bitti.yaladı. Anladıysa yalamanın benim söylediklerimi haklı çıkardığını.ama nerede insanlarda o anlayış. Bekle ki bulasın. Daha dün yazmıştım içimde bir alev topu var diye. Alev topum dün patladı.

    Şimdi boşum. Bomboş. Ne yapacağımı ne edeceğimi bilmiyorum.Plânım yok.öylesine oturuyorum. Çay da hazırlamadım kendime. Dolapta yemek namına hiçbir şey yok. Öylesine yazıyorum. Yazmak isteğim de yok ki. Parmaklarım klavyenin üzerindeki harfleri zorlukla bulabiliyor.

    Sinirliyim.çok sinirli…..her şey berbat. Ev aramalıyım. Değişiklik olsun. Bıktım. Her şeyden bıktım.

    09 Ağustos 1999

    Her şey bir toz bulutunun yükselmesi gibi oluverdi. Bir şimşeğin çakması gibi. Hayatımın geri kalan kısmında neler olacak merak ediyorum.

    30 Temmuzdaki yazımda işten ayrıldığımı yazmıştım. Fakat 09 Ağustos öğlesinde yeniden işe başladım. Yel gibiyim. Esiyorum. Mızrak gibiyim.Deliyorum. Deliriyor muyum? Uzun zaman oldu çalışıyorum. Aptallarla ayyaşlar dengesizler cinsi sapıklar karı hastaları  küfürbazlar ile Rusların Kırgızların ve Türklerin bulunduğu bir iş yerinde çalışıyorum. Aylığım 80 dolar. Ağlasam mı gülsem mi bilemiyorum.

    Fabrikada arkadaşla konuşurken yatay ve dikey hararetlilikten bahsettik. Biz hiçbir zaman dikey hareketliliği gerçekleştiremedik. Nasipsizlik işte. Hayatımın sonraki devreleri nasıl olacak acaba . Geleceği çok mu düşünüyorum. Hay aksi şeytan. Düşünce egzersizliğinden hep aynı şeyleri yazmaktan bıkıyorum!

    Şuan yazıları yeni taşındığım evde yazıyorum. Hayatımı ev taşımakla geçiriyorum. Türkiye’de kirada yaşadığımızdan hep ev değiştirdik. Bunun dışında parti binası vakıf binaları ve arkadaşlarımızın evleri vs. Ben ev taşımakta oldukça başarılıyım artık. Hem de ben gerçek bir hamalım. Bilincindeyim her şeyin ve ben bir hamal olarak doğdum ve hamal olarak öleceğim. Takdiri ilahi bu. Bana Allah’tan bir ceza bu. Bir çok günahlarımın karşılığı olarak. Keşke bununla bitse cezam.

    Bişkek’e geldim taşımacılık hala devam ediyor. Hem arkadaşların hem de kendi evimin taşınması. Evimde sadece kendi eşyalarım olsa iyi diğer arkadaşların da eşyaları vardı. Çok zor oldu taşınma çok zor.

    Taşınma zor olsa da yeni evim bir harika. Manzarası çok güzel. Ev yeni tamirattan çıkmış. Oda ve mutfak ve koridoru kağıt kaplamalı. Beyaz kağıt kaplama olduğundan odanın içerisi oldukça aydınlık. Balkonu hele mutfağı bir cennet. İşyerinde zor duruyorum eve gelmek için. Önceki evim kerpiçtendi ve eski bir evdi. Camları yoktu. İyi ki o evi bıraktım.

    Şimdilik her şey çok güzel gidiyor.

  • Dost olarak “Tanrı” yeter

    Yazan : Özcan ATAR

    Dünya gerçekten ağırdır. Mutluluktan uçurduğunda bile size ağır gelir. Belki bir saat belki beş gün sonra hüznün girdaplarında gezinmeye başlarsınız. Ya da dünya olanca ağırlığı  ile üstünüze çöktümüştür. İnsanlar üzmüştür seni, fakirlik ağlatmıştır seni, iş yeri sıkmıştır ruhunu. Belki beş dakika belki beş yıl sonra yüzünüzde mutluluk meltemleri esebilir tekrar. İşte dünya böyle oyalar bizi. Milyarlarca insanı oyaladı milyarlarca insanı oyalıyor henüz görevi bitmedi milyarlarca insanı meşgul etmeye devam edecek. Geçmiş unutulabilir gelecekten korkulabilir, belki şuan en mutlu ya da mutsuz sizsinizdir. Ama bu dalgalı, fırtınalı  dağdağalı gecede nereye yapışalım da bizi oyalayan bu oyundan kurtulalım. Çok basit. Allahın ipi. İnanmak ve onun ipine sımsıkı sarılmakla esrarensiz karmaşık zor oyundan kolaylıkla kurtulabiliriz. İnanç önemli. İnançsızlık bataklığın yutması gibi insanı yutabilir. Siz yutulurken kimse yardım elini uzatamaz size. Kurtuluş iman ipine sarılmakta.

    Tanrı : “ İnançsızların dostu tağutlardır. Tağutlar onları inancın ışığından mahrum bırakıp inançsızlığın karanlıklarına sürükler.”der.

    Şayet üniversiteyi niçin kazanamadım diye kahrolmak istemiyorsak, işsizlik korkusuyla tutuşmak istemiyorsak, sevdiğim insan niçin öldü diye sorgulamak istemiyorsak, neden benim de evim malım yok diye dert küpü olmak istemiyorsak, başkan oldum kral oldum diye böbürlenerek gezmek istemiyorsak kariyer kariyer diye diye bağırırken  asıl kariyer yapılacak yer için çalışmıyorsak, beni beğensinler diye çatlamak istemiyorsak yapacağımız tek şey var o da Allaha inanmak onun ipine sımsıkı sarılmak.

    Dost olarak Allah yeter!

  • İŞSİZLİĞİN YARARLARI

    Yazan: Özcan ATAR

    Paul Lafarque “Tembellik Hakkı” adlı eserinde “hala anlamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ve ücretli işlerden kurtaracak olan azat eden boş zaman ve özgürlük veren tanrı olduğunu”

                    Makineleşme ve teknoloji ilerliyorken insanların daha özgür olmaları gerekiyordu ve bu oluyor çünkü makineleşme işsizliği doğuruyor. Peki Paul’un dediği gibi işsizlik bizim anladığımızın tersine güzel bir durum mudur. Bugüne kadar pek çoğumuz işsizliğin insanı bunalıma sürüklediğini, gençleri mutsuz yaptığını, işsizliğin insan fıtratına aykırı olduğunu söyledik ve yazdık. Psikologlar işsiz insanın halini her yönüyle incelediler. İşsizliğin ülkelerin gelişmişlik düzeylerini de belirlediğini biliyordu. Kendimiz de bizzat işsizliğin sıkıntılarını yaşadık. Ama bugün ben işsizliği Paul’un açısından bakacağım.

                    Karınca gibi çalışıyor insanlar özellikle büyük şehirlerde insanların çalışma tempoları en yüksek düzeye çıkmış bulunmakta. Sabah sokaklarda telaşla işe yetişmek için koşuşturan insanlar, akşam otobüslerde balık gibi üst üste eve dönen yorgun bedenler, yorgunluktan kızarmış gözler, düşünceli yüzler görürsünüz. Bu çalışma temposuyla ne zamana kadar yaşarlar acaba dersiniz. Herkes bir telaş bir koşuşturma içinde. “kahretsin!” Dersiniz. Günde 12-13-14  saat çalışan (tabi devlet işçi ve memurları için değil) insanları görünce üzülmekten kendinizi alamazsınız. Kimi kariyer için kimi geçimini sağlayabilmek için kimi karın tokluğuna kimi bir hırs uğruna çok çalışmakta çok. Halbuki insanlar çalışmak için dünyaya gelmediler. Sırf Allahın mükemmelliğini görmek için, kul olduğumuzun bilincine varmak için gönderildik.

                    Kimileri dinin 13-14 saat çalışmayı iyi gördüğünü düşünüyor olabilir. Ama ben asla böyle düşünmüyorum. Din bize sadece geçiminizi idame ettirmek için çalışın diyor. Yoksa saatlerce hiç durmadan çalışın demiyor.

                    Yüksek tempoda uzun zaman çalışan kendine vakit ayıramayan bir insanın ben mutlu olacağına kesinlikle inanmıyorum. Bu tip bir çalışma şekli ne dine ne de insan fıtratına uygundur.

                    O halde biz çalışmanın zararları diye maddeler sıralayabiliriz pekala:

                    1. Allah’tan ayırır

                    2. Dostlardan ayırır.

                    3. Komşuluğu yok eder.

                    4. Vücut sağlığını bozar.

                    5. Sanattan ayırır.

                    6. Akıl sağlığını bozar.

                    7. Kalbi çürütür

                    8. Beynin kapasitesini düşürür.

                    9. Öğrenmeye engel olur.

                    10. Ahlaki bayağılığa götürür.

                    11. Çocuk ve anne arasını bozar.

                    12. Asabi çekilmez insanlar topluluğu doğar.        

                    13. Hırs ve çekemezlik hastalığı çıkar,

                    14. Süründürür.

    Şimdi ey işsizler! Mutluluk sizin hayat sizindir. Tiyatroya sinemaya gidin, kitap okuyun, ailenizle güzel bir kahvaltı yapın.

    Niçin üzülüp  hasta oluyorsunuz sevinin nasıl olsa çalışmak zorunda kalacaksınız.

  • Immaculate

    Yönetmen : Michael Mohan

    OYUNCULAR :

    Sydney Bernice Sweeney (Cecilia)

    Álvaro Antonio García Pérez (Father Sal Tedeschi)

    Giorgio Colangeli (Cardinal Franco Merola)

    Eskiden bizler bayramlarda yılbaşında birbirimize karpostallar gönderirdik. O karpostalları seçmek apayrı bir mutluluktu. Rengarenk karpostallar bazıları pırıl pırıl simli bazıları mat ama muhteşem manzaralı idi. Bu film de aynen pitoresklik bir film. Hemen her sahnesi karpostallık. Film Hıristiyanlığı eleştiriyor. Bir rahip,  İsa gibi yeni bir muştucunun peşinde. İsayı tekrar doğuracak Meryemler aranıyor. Bu yolda çok genç kız feda ediliyor. Bir Meryem…Her dinin mutlaka sapkın yönleri de ortaya çıkar. İnsanoğlu inancı ile diğer canlılardan ayrılıyor fakat inancında aşırılığa gittiğinde işte bambaşka sonuçlar çıkıyor.

    Hıristiyanlık ile ilgili filmlerde mümkün olduğunca estetik aranır. Eski yıllarda da bu tip filmler vardı fakat tabi film görselliği oldukça kalitesizdi. Yarı karanlık korku Hristiyan filmleri çokça vardı. Bir hafta içinde Hristiyanlığı işleyen üç film izledim.  Sarhoş olup evini ailesini ihmal eden bir kişinin hidayete ererek doğru yolu bulması bu film 1980’lerde çekilmiş, Anthony Hopkins’in başrolünde oynadığı Mary adlı film (bu filmi yorumlayacağım). Özünde Hristiyanlık konulu filmlerin bazıları korku temasını işlemiyor sevgi ve yanlışlardan uzaklaşma daha işleniyor. Özünde bu filmler de insanların kendilerini sorgulamaya zorluyor.

    Filmin ana karakteri   Cecilia (Sydney Bernice Sweeney) iyi oyunculuk çıkarıyor. Fakat film bana göre oyunculuklardan daha fazla görsele odaklanmış gibi. Konular ilerlerken karakterler sanki kıyıdan köşeden aniden çıkıp hemen çekilivermişler gibiydi. Hani nasıl desem mutmain olmak vardır ya işte ben Cecilia’da Rahip Tedeschi  ve Cardinal’de bunu göremedim. Film sona doğru daha yoğun duygular olması gerekirken Rahibe’nin acayip kaçış planları ile fazlaca oyalandık diye düşünüyorum. Elbette bu filmin başarısına gölge etmez. Bu filmi eleştirmek için kendi İslam konulu filmlerimizin olması gerek ama  bizde nerde böyle muhteşem İslam filmleri. Bizdekiler Hz. Ömer gibi  Rabia gibi  garabet filmler var (90 lı yıllarda okul müdürümüz bizi Hz. Ömer filmini seyretmemiz için sinemaya götürmüştü o yaşta Hz. Ömer karakterini görünce bu ne böyle ! dediğimi hatırlıyorum. )

    Bu tarz film sevenler için seyredilmeye değer.

  • İhsan AKTAŞ’ın bakış açısından “Adem”

    Araf 189. ayet, Zümer 6. ayet, Fatır 11. cümlelerde Tanrı insanın yaratılışını açıklarken Havva’nın Adem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı gibi bir sonuç çıkmıyor ya da ilk insan Adem, Havva ile birleşip çoğladı oradan da kardeşler birbiriyle çapraz evlendi gibi sonuçlar da çıkmıyor. Lakin yüzlerce yıldır bilginin aktarılmasındaki nakıslık maalesef müslüman toplumlarının sorunu olduğu gibi insanlığın da sorunu olmuştur (burada mealler kadar sorunlu ve belki de çok daha sıkıntıya yol açan Hadis-Fıkıh sorunlarını da kapsamlı olarak çalışmak gerekiyor. İnsanlığın kurtuluşu UYDURMALARDAN kurtulmakla olacak).

    (daha…)