Yıllar insanları nerelere getiriyor. Suyun havanın sert kayaları yüzyıllar içinde şekillendirmesi gibi zaman çarkı insanın bedenini nasıl da halden hale sokuyor. Belki ruhlar da yaşlanıyor. Düşünceler bir o yana bir bu yana hep savruluyor. Robert De Niro’nun gençliğini görmek istiyorsanız ve vay be! Gençlik diyecekseniz. Cybill Shepherd’in gençliği… Çocukluğumuzun dizisiMavi Ay’daki performansıyla Cybill Shepherd bir nesli adeta büyülemişti. Bugün artık Mavi Ay’dan çok daha iyi film ve diziler var ama o yıllar için Mavi Ay muhteşemdi.
Taksi Şoförü filmi de o zaman için harika bir film denilebilir. Bugün izlediğimiz filmlerin anası gibi bir şey. Sinema tekniklerinin ve oyunculukların zaman içindeki gelişim ve değişimlerini işte bu eski filmlere bakarak daha iyi anlayabiliyoruz. Hele insanların fiziksel değişimini görmek isteyenler için eşsiz filmler. İnsan işte hep kendi soyunun her durumunu merak eder. Onun için sosyal medyada sanatçıların değişimleri kısa ve hızlı videolar şeklinde önümüze her zaman çıkar. Öyle ki pek çok insan onca videonun içinde bu videolara takılır kalır.
Filmde o bir Vietnam Gazisinin psikolojisi üzerinden Amerikan toplumunu sorunları ele alınmakta. Birey ve Toplum ilişkisinin incelendiği güzel bir film. Filmde kamera objelere odaklanmakta. Kamera teknik olarak objelere yakınlaşıp uzaklaşmakla o gün için bir teknik iken bugün için bize harika bir nostalji sunuyor. Taksideki taksimetre ne kadar güzel. Dijital dünyadan bakınca sayacın akması… O yıllardaki giyimler arabalar eşyalar insanların saç stilleri vs. Her şey insana zamanda yolculuk yaptırıyor.
Robert De Niro filmde yalnız yaşayan ve büyük ihtimal savaştan kalma bozuk bir psikolojiye sahip geceleri hiç uyuyamayan depresif asosyal bir kişilik olarak karşımıza çıkıyor. Aslında zıtlıklar örülmüş bir karakter Travis Bikle. Evde yalnız ve her şeyi günlüğüne yazıyor. Günlüğü ne kadar normal ise bu kişi o kadar da anormal. Hiç uyuyamıyor. Taksi Şoförlüğü yaparak bu sıkıntısını gidermek istiyor. İşe alınıyor fakat bu kişi içi çok insancıl olmakla beraber dışa karşı agresif. Pek çok kişinin gitmekten korktuğu mahallelere dalıyor. Orada gördüğü çirkinlere kafayı takıyor. Bir an mutlu akıllı uyanık ve güler yüzlü görünürken bir anda içine şeytan girmiş gizemli, uyumsuz sinirli bir kişi oluveriyor. Hiçbir şeyi umursamayan gözüküp her şeyi takıntılı bir şekilde umursayan kişi oluveriyor. Hem içe dönük hem de uyanık bir fırlamaya dönüyor. Âşık olmaktan uzak bir insan tipi çizerken bir anda Cybill Shepherd’e (filmdeki adıyla Betsy ) açıkça aşk-ı ilan eder. Kızla tanışır tanışmaz kızın psikolojik tahlilini yapar ve kız bundan etkilenir. Standart insanların içinde Travis kıza çok farklı görünür. Fakat Besty ile tanışan Travis kızı gayet doğalmış gibi ilk gün porno filme götürür. Kız hemen Travis’i terk eder. Travis buna bir anlam da veremez. Geceleri taksicilik yaparken Travis küçük bir kızın ( Jodie Foster ) fuhuş çetesi tarafından zorbalığa uğradığını görür ve İris’i onların elinden kurtarmak için mücadeleye girer. Bugünkü psikoloji filmleri kadar elbette başarı beklenilmemeli filmden. Film genel hatlarıyla basit bir kurgu olsa da filmin oyuncaları için ve o günkü insanları şehri objeleri seyretmek için film izlenebilir.
Bir çok yazımda İslam’ı öğrenmek için zamanımızın parlak bilim insanlarına bakmamız gerektiğini söylüyorum.
İslamı iyi anlamanın birinci şartı özgür ve bilimsel düşünebilmekten geçer. Özgür ve bilimsel düşünmeye ulaşabilmek okumak eylemiyle gerçekleştirilebilir. Okumak idrakimizi derinleştireceğinden önemli bir eylemdir.
Okuma alışkanlığını kazandıktan sonra okumalarımızı öncelikle Kuran üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Önce Kuran. Arada hiçbir aracı olmadan. Kavrama anlama seviyemiz kadar Kuranı özümseyip anladığımızı başkalarına anlatmaktan sorumluyuz hepimiz.
Hiçbir aracı olmadan dedim bu önemli.Araya şeyh, parti, mezhep, lider, önder, ermiş, alim vs. koymadan Kuranı her gün okumalı(zikretmeli) üzerinde düşünmeli ve hayata uygulamalıyız. Şayet anlayamadığımız ayetler olursa ki muhakkak olacaktır önce günümüz alimlerinin değerlendirmelerine başvurmalı onlarda bir çözüm bulamazsak önceki yüzyıllardaki alimlerin eserlerine başvurmalıyız.
Zamanımız alimleri gerçekten Kuranı derinlemesine bakabiliyorlar. Çok farklı açılardan bakabiliyorlar. Eskiler söyleneceklerin hepsini söylemiştir artık yeni söylenenler batıldır demek doğru olmaz.
Günümüz gerçekten hız çağı. Her şey hızlı uçaklar hızlı bilgilerin yayılması hızlı haberlerin duyulması hızlı insanların hareketleri hızlı, düşünceleri hızlı. Tüm bu hız içerisinde Kurana 1000 yıl önceki insanın bakışıyla çözümlemeye kalkmak safdillik olur. Müthiş bilginler içimizdeyken Kuranı anlamak için neden Hasan El Bennaya müracaat ederiz bilmem. Bu insanlar çağların yanlış bir biçimde bize kadar getirdiği yanlış İslam telakkisini parçalıyor çatlatıyor. Bizim için ne büyük nimet. İctihat kapısı kapanmış sözü ne kadar yanlış havada kalmış bir sözmüş.
Artık cemaatler, tarikatler, üzerlerindeki tılsımlı dalgınlıktan kurtulmalı ve Türkiye insanın ufkunu açmalıdır. İnsanları mana alemlerinin esrarında dolaştırmaktansa Kuran sayfalarında dolaştırmalılar. Çünkü insanlar Allah’ın özel görevlendirdiği varlıklardır ve insanlar veli olmaya adaydırlar. İşte şefkatli bir tokat bizi uyandırmalı ve bizim Allahın dostu olduğumuzu hatırlatmalıdır. Allah aşkına sinemacı gazeteci oyuncu doktor prof pazarlamacı ceo çöpcü esnaf vs. hepimizin Allahın özel elçileri dostları olduğumuzun farkına varabilmeliyiz.
İslama koşmalıyız çünkü İslam insana gerçek onurunu teslim eder. İslam zihni faaliyetlerimizi düzenler. İslam yüceltir. İslam sevindirir İslam dinlendirir, İslam moral verir, İslam çıkmaz sokakları açar karmaşık duyguları ayarlar çetrefilli problemleri çözer, korkulardan uzaklaştırır, mavi bulutlarda uçurur, kartal gibi göklerin hakimi yapar, özgürlüğü doyasıya tattırır. İslam hüzünlendirir, İslam sevinçten çıldırtır. Toplumun içinde boğulmaktan kurtarır yalnızlığın pençesinden söker alır. İslam insanı değiştirir. İkinci bir insan ortaya çıkarır. İslam yeniden doğuşu gerçekleştirir. İslam kulun kulu olmaktan kullara paraya eşyaya tapmaktan kurtarır. İslam kadını kadın erkeği tam bir erkek yapar. Aldatmak yok aldatılmak yok güvensizlik yoktur İslamı seçende. İslam İslam İslam yaşamayan bilmez yaşamayan toplum inanamaz İslamın mucizelerine.
Hani İslam bizim için çok önemli çünkü insan çok karmaşık bir yapıda. Bazen kendisi bile kendini bir türlü çözümleyemiyor. Bakın toplumumuzda yaşananlarla ilgi birkaç örnek vereyim: “Sevgilimin annesinden nefret ediyorum. Oğlunun göbeği almış başını gidiyor. Bir rejim yapması için ısrar ederken annesi en yağlı yemekleri yapıp ona zorla yediriyor. Erkek arkadaşımla evlenmeyi düşünüyoruz. Doğru mu yapıyorum hala bilmiyorum. Sanırım ilk çıktığım çocuğu unutamadım. Netten tanıştığım biri var. Uzun zamandır konuşuyoruz. Resmini gönderdi. Çok yakışıklı sanırım çok zengin. Aldatıp aldatmamak arasındaki o ince çizgideyim. Evleneceğim erkeğin maddi durumu iyi sayılır. Ancak onunla evlenirsem sanki çok daha zengin birilerini kaçıracağım gibi geliyor. Evet kocam mutlaka zengin olmalı bunu inkar etmiyorum. Erkek arkadaşımı çok seviyorum ama neden onu aldatmak istediğimi ben de tam bilmiyorum. Galiba nankörüm ben. Bu şekilde bir itiraf yaptığım için pişman oldum.
“Dışarıdan bakınca herkesin imrendiği bir yaşantım var. Kocamın durumu çok iyi çocuklarım büyüdü. Kocam bana tüm maddi imkanları sağladı ama beni hep hor gördü beni aldattı. Şimdi ben de ondan intikam alıyorum. Onu aldatıyorum. Üstelik genç kızlık aşkımla. Sevgilim dul. Bir arkadaşımla aynı apartmanda oturuyor. Evinde buluşup sevişiyoruz. Şuana dek kimse şüphelenmedi. Genç kızlık aşkım kocamı aldattığım ilk erkek değil. Onu ilk kez kendi erkek kardeşiyle de aldattım. Kocam kendini kurnaz ve akıllı zanneder bunları yaparak aslında ne kadar geri zekalı aşağılık olduğunu kanıtlıyorum…”
Bu örneklerden bile daha vahimleri var. Çocuklarını öldürenler köyleri basıp yok edenler iki kuruş para için cinayet işleyenler vs. o kadar çok olay var ki! Böyle bir toplumu ne temizleyebilir. Ancak bilinçli insanlar. İslam temizleyebilir.
İnsanın vahşet boyutunu Bosna-Hersek sırp savaşında dehşetle izlemiştik. Tarihte Moğol istilasının şehirleri ne hallere soktuğunu milyonlarca insanı nasıl öldürdüklerini çok iyi biliyoruz. Moğol istilası tarihte eşine az rastlanır bir vahşilikti. Ama bu vahşilik sırf Müslümanlara yapılmıştı. Vahşi Moğolları sadece İslam dize getirebilmişti o vahşi ırk İslamın koruyucusu olmuş ilim adamları dindar insanlar çıkarmıştı içinden. İşte İslam bozulmuş toplumların yegane ilacıdır. Ve hala bu ilaç bizim avucumuzdadır. Bu ilacı neden içmiyoruz da avucumuzda taşıyoruz. Galiba ilaçları içme vakti çoktaaan geldi.
Güzel insanlar güzel atlara binip gittiler demiştim ya önceki yazılarımda şimdi galiba o güzel insanlar güzel atlarına binip İstanbula geldiler. Oradan tüm dünyaya yayılacaklar! Kim bilir.
Paul Laferque Tembellik Hakkı adlı kitabında “hala anlayamıyorlar makinenin insanlığın kurtarıcısı olduğunu; insanı aşağılık ücretli işlerden kurtaracak olan, azat eden boş zaman ve özgürlük veren tanrı olduğunu.” der.
Makileşme işgücünde insana ihtiyacı azalttığında işsizlik de buna bağlı olarak körüklenmiş oluyor. P.Laferque insanın tam da bu sebepten özgürlüğe kavuştunu vurgularken artık mutluluğun da yolunun makine ile yani işsisizlik ile açıldığını söyler. Necmettin Erbakan: “insan çalışmak istemez çünkü insan cennette yaşayacak şekilde kodlanmıştır” derdi. Yani işsizlik –tembellik-çalışmamak tüm inanışlarımızın tersine Paul’e göre güzel bir durumdur.
İşsizliğin insanı girdaba sürüklediğini yaşantıları ile pek çok insan deneyimlemiştir. Bilim insanları makalelerinde çalışamamanın işsizliğin bireysel sosyal zararlarını detaylarına kadar yazmışlardır. Gençlerin internet teki forumlarda yaşantılarından aktardıkları olumsuzlar da işsizliğin insanları ne hallere getirdiği açık biçimde görülür; ancak ben işsizliği Paul’un açısından bakacağım.
Karınca gibi çalışan insanlar. Durmadan biteviye…dev fabrikalarda sanayilerde ofislerde geçim derdi içinde saatlerce oturarak veya ayakta çalışan insanlar..hele büyük şehirlerin curcunası…sabah sokaklarda işlerine yetişmek için koşuşturan, sabah işe gitmek için akşam eve dönmek için otobüslerde balık gibi üst üste yolculuk yapan , yorgun, yarı kapalı gözler. Düşünceli yüzler, bitap düşmüş vücutlar…kahretsin bu çalışma temposuyla insan nasıl ve ne zamana kadar yaşar. Günde 12-13 saat çalışan insanları görünce üzülmekten kendinizi alamazsınız. Halbuki çalışmak çalışmak ve çalışmak için dünyaya teşrif etmedik biz. Asıl hedef sırf Allahın yüceliğini temaşa etmek ve kulluk bilincine ermek için dünyaya gelmedik mi biz!
İslam 13-14 saat çalışın yorulup eve gidin yatın dinlenin sabah olunca tekrar 14 saat çalışın mı diyor ki! Çalışmak eyleminin bendesi olun Allahı tefekkür edemeyecek hale gelinceye kadar çalışın diye bir öneri mi getiriyor İslam. Tam tersine öğleyin dinlenin ikindi vakti dinlenin akşam güneş batınca çalışmayın diyor olabilir mi?
Yüksek tempoda uzun süre çalışanların ben mutlu olabileceklerine inanmıyorum.
O halde biz çalışmanın zararları diye maddeler sıralayabiliriz:
Allahtan koparır
Sanattan ayırır
Aile düzenini bozar
Vücut sağlığını bozar
Akıl sağlığını bozar
Birey toplum dengesini bozar
Kalbi çürütür
Beyin kapasitesini düşürür
Ahlaki bayalığa sürükler
Çocuk anne ilişkisini bozar
Asabi çekilmez insanlar topluluğu ortaya çıkarır
Süründürür
Şimdi ey işsizler! Mutluluk sizin hayat sizindir! Tiyatro sinemaya gidin, ayaklarınızı uzatıp güzel bir kitap okuyun. Niçin dert edesiniz ki işsizim diye ne olsa mecbur çalışacaksız vakti geldiğinde.
İster Allah’a inanın isterseniz inanmayın beyninizde pek çok soru sizi oyalar. Her gün bir çıkmazı açmak için uğraşırsınız. Zaten bizden istenen de bu. “ Ne kadar az düşünüyorsunuz!”
İnsanlık dünyada var olduğundan beri varlık yokluk Allah insan dünya ilişkileri sorgulanır. Çözümler aranır. İslam mutasavvıfları Hıristiyan veya diğer inançlardan insanlar Allah ve insan ve dünya üzerinde çok sözler söylemişler ciltler dolusu kitaplar yazmışlardır. Bu meleklerin yaptığı bir hareket değildir. Aramak araştırmak düşünmek ve yazmak. Müthiş bir şey. Allah aranıyor. İnsanlar düşünüyor. Allah nerede? Allah nasıl bir şey? Biz kimiz? Hemen eller kalemlere sarılıyor. Gözler yumuluyor beyin faaliyette! Yazılıyor okunuyor. Harıl harıl milyarlarca yıl bu eylemler devam ediyor. Allah bize sevgiyle bakıyor bizim onu araştırmamızı seyrediyor yazsınlar okusunlar diye araçları gereçleri de bize temin ediyor bizi de yazacak düşünecek ve okuyacak şekilde dizayn ediyor ve onu anlama noktası olan “kalbi” de içimize yerleştirmiş ki aklınız yetmeyecek beni ararken siz kalbinizi dinleyin demeye getiriyor. Veeee, bütün insanlara : “ Oku! Seni ortaya koyanı düşünerek. O seni bir alaktan ortaya çıkardı. Haydi oku! O kullan diye her şeyi sana verdi cömertçe. Kalem verdi yaz diye. Bilmediklerini de öğretti….” “ …konuşmayı öğretti…”
Muhyiddini Arabi diğer boyuttan bilgiler sızdırmıştır insanlara. İnsanlar madde gerçeğini tam kavrayamadıklarından onu hor görmüşler ona eziyet etmişlerdir. Hatta mezarı bile silinip gitmiştir. Kaybolan mezarını Zembilli Ali Efendi yardımıyla Yavuz Selim Sultan bulmuş ve oraya bir türbe diktirmiştir. İstanbul ele geçirildiğinde de Akşemseddin yardımıyla Fatih Sultan Mehmet peygamberimizin arkadaşı Ebu Eyyub Ensari’nin mezarını bulmuştur. Osmanlılar sadece yer işgal edip insan öldürüp yaşamamışlardır tam tersine cami hamam dershane yapmışlar gittiklere yerlere ilim, iyilik, güzellik taşımışlardır. Yoksa kuru kuraya savaşma güdüsünü tatmin için bir çok zorlukla uğraşmamışlardır. Allah düşüncesinin derinliğine vakıftılar. “madde” sırrını keşfetmişlerdi. İnanmıyor musunuz o halde:
İmtisali cahidu fillah olubtur niyyetum
Dini mübini İslamın mücerret gayretudur gayretum
Osmanlılarla ilgili yazılmış tarihi yazılara objektif bir gözle bakmanızı tavsiye ederim özellikle de seyyahların yazılarını.
Muhyiddin Arabi ve diğerleri “madde”nin sırrını çoktan çözmüşlerdi. Ancak bunu ifade etmekte zorlandılar.belki onlar iyi anlattılar da biz onları anlamakta zorlandık. Bunun farklı nedenleri olabilir. Onları anlayacak bilgi birikimine haiz olamayışımız, onların kullandıkları dili anlayamayışımız, onlardan yapılan çevirilerin kötü olması vs. tabi onları tam kavrayamamak bizde bir mantık kirlenmesi, anlamsız bilgi parçacıklarının birikmesine sebep oluyor. Yapılan tercümelerde sözcüklerin bazılarını çevirmek zor oluyor. Arapça sözcüklerden kurtulup parçayı anlayamıyoruz. Mesela, Mevlanayı, Arabiyi anlayabilmek için şu sözcükleri bilmek gerekiyor: seyri süluk, ahadiyyet, hikmet, ayn, ayna, ilahi isimler, ayn-ı sabite, ayn-ı sabite, halkiyyet, hakkıyet, taayyun-i evvel, alem- lahut, ceberut, akl-i külli, nefs-i külli, cüz, süfliye, vücut, mertebe-i ervah, alem-i misal, mübdi, tenezzül, insan-ı kamil, müdi marifeti, şecere vs. bu sözcüklerle örülmüş cümleleri anlamak başlı başına bir ilim istiyor. Kaldı ki ben birçok sözcüğü buraya almadım. Allah’ın zati subuti sıfatları üzerinden yola çıkarsanız önünüze daha yığınla sözcük dökülür. Bu sözcüklerin her biri için sayfalarca yazılar yazılmıştır.
Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi bizim görevimiz ruhlar aleminin sırlarına ulaşmak değil. Zaten o boyuta istesek de istemesek de gideceğiz. Ancak o boyuttaki konumumuzu bu dünyada belirlediğimizden dünyadaki hareketlerimiz önem arz ediyor. Ama Allah’ın bizden istediği “madde” aleminin ötesine inanmamız ve bu inançla yaşamamız. Yukarıda saydığım din bilginleri de ellerinden geldiğince diğer boyuta inanmamız için birçok bilgi vermeye çalışmışlardır. Aslında Kurana bakan bir insan atacağı adımların yol haritasını rahatlıkla görebilir ancak “şeytan” a çalım atmak gerekiyor. Hem de güzel bir çalım. İşte bu çalımlardan en kalitelisi “inanç” tır. İnanmak, inanmak, inanmak.
Dünyaya hırsla bağlanmamamız isteniyor, inanmamız isteniyor, iyi işler yapmamız isteniyor ve dünyanın ağırlığına katlanmamız isteniyor. Alay etmekten, kibirlenmekten, nefret etmekten, kıskanmaktan, yalan söylemekten, öldürmekten vs. uzak durmamız gerekiyor.
Daha inançlı olabilmek için Muhyiddini Arabiden,Abdülkadir Geylani, Gazali ve Mevlanadan yararlanmaya çalışırsanız onları anlamak çok zor. Hatta bizim gibi sırf “akıl” la yatıp kalkanlar için inanmak değil inançsızlığa gitme tehlikesi bile ortaya çıkabilir. Belki bir Arap Gazaliyi bizden daha iyi anlayabilir. Çünkü Gazali Arapça yazdı.
Said Nursi için de Elmalılı Hamdi Yazır için de Ömer Nasuhi Bilmen için de hatta Atatürk, hatta Oktay Sinanoğlu için de bu böyle maalesef. Kimse Muhammed İkbali, Seyit Kutup’u, Hasan Elbennayı, bildiği kadar Said Nursiyi bilmez. Humeyni’yi bildiği kadar Atatürk’ü kimse bilmez.
Gzaliyi, Arabiyi orijinalinden okuyabilme şansımız olsaydı ya da onlar ne anlatmak istediklerini Türkçe yazmış olsaydı biz çok farklı bir toplum olabilirdik. Mesela aşağıdaki yazı Türkçe ve çok da ilginç.
“Gördümüz tüm varlıklar dağlar ovalar çiçekler insanlar renk kokular kısacası her şey Allahın Kuranda var olduğunu, yoktan var ettiğini belirttiği her varlık yaratılmıştır ve vardır.” Ancak insanlar bu varlıkların asıllarını duyu organları yoluyla göremez, hissedemez ve duyamaz.gördüğümüz duyduğumuz her şey bu eşyaların beynimizdeki algılarıdır….maddenin beynimizde oluşan bir hayal olması onu yok yapmaz. Ancak bize insanın muhatap olduğu maddenin içeriği hakkında bilgi verir ki bu da maddenin aslı ile hiç kimsenin muhatap olmadığı gerçeğidir.” Müthiş değil mi? Varlar ama yoklar.
Mesela elinizde orijinal bir evrak var onun fotokopisini çekiyorsunuz ama fotokopi tıpkısı olmakla beraber evrakın orijinali değil. Şimdi şuan yazılarımı okuyorsunuz ama siz yazının orijinalini değil beyninizdeki algı halindeki yazıyı okuyorsunuz. Yazının aslını ise sadece Allah biliyor.
Şuan eşiniz yanınızda duruyor onu görüyorsunuz ona dokunabiliyorsunuz. Ama gerçeğinde siz onun beyninizdeki algısıyla muhatap oluyorsunuz gerçeği ile değil. Eşinizin aslı Allah tarafından biliniyor.
Yolda giderken karşınıza çıkan harika manzara aslında beyninizdeki bir algıdır. Yani o manzara dışarıda değil beyninizdedir. Yoksa o manzaranın gerçeğini siz bilmiyorsunuz onu sadece Allah biliyor. Siz bu manzaraya barkken yanınızda bir ama olsaydı o sizin gördüklerinizi göremeyecekti. Ama aslını da görme şanslı olmadkığından bu manzaradan mahrum kalacaktı. Neden onun beyninde manzara yok çünkü onun eletrik sinyal sistemi çalışmıyor da ondan. Ama kişi manzarayı göremese de etraftaki kokuları alabiliyor. Neden çünkü koku alma sistemi çalışıyor da ondan.
Biz gördüğümüz dokunduğumuz duyduğumuz her şeyi beynimizin içinde yaşarız. Gerçekte bir evin yok, araban yok, tarlan yok, paran yok. Bunların hepsi beyindeki görüntüler. Ey insan! Beynindeki görüntüye sahip olabilmek için ne kadar çok yırtınıyorsun. Hayır hayır yırtınacaksın didineceksin ama tek farkla Allahı unutmadan. Yoksa Allah beynindeki görüntü için uğraşma demiyor ama aşırıya gitme çünkü aşırıya gittiklerin sadece beynindeki görüntülerin diye uyarıyor. Hani ne demiştik yazının başında “Oku! Seni ortaya koyanı düşünerek”. Çalış onu düşünerek, kazan onu düşünerek, ye onu düşünerek, düşün onu düşünerek.
Sonuç çarpıcıdır: “Biz hayatımız boyunca dünyayı dışımızda zannederiz. Oysa dünya her şeyiyle bizim içimizdedir.”
İşte okuduğunuz bu yazıları anlayabildiniz öyle değil mi? Artık varlık alem Allah konularını daha berrak anlayabileceksiniz. İleriki yazılarda bu konuyu farklı açılardan bakmaya devam edeceğim.
Pek çoğumuz dünyada yaşarken game ower denildiğinde ne olacağımızın endişesini merakını yaşarız. Kaygılanan da olur hiç tasa duymayan da. Ancak pek çok insan dünyadaki yaşamdan sonraki sahnelerin neler olacağını hocalara sormaktan yorulmazlar.
“Farkındalığa” ulaşabilsek… Kuran önümüzde dururken , Kuran tüm insanlığın kurtuluşunu vaat ederken ve dünyadan sonra neler olacağını apaçık anlatıyorken “bu gaflet niye” demekten insan kendini alamıyor.
Allah bazı ayetleri diyalogları detaylı anlatmazken öldükten sonra dirilmeyi o zaman diliminde geçen diyalogları enfes bir şekilde sunuyor. Kabirden sonraki aşamalar ilginçtir Tevrat ve İncil’de zikredilmez. Kur’an bu yönüyle iki kitaptan net ayrışır.Keşke dünya insanlarına duyurabilseydik.Fakat…
Biz Kurandaki insanlığın diriliş hadisesini bir film gibi seyredelim.
Öncelikle bir şekilde her şey yıkılıp dökülecek yok olacak insanlar hayvanlar ölecek. Sadece Allahın yok etmedikleri istisna. Yani kıyamet dediğimiz hadise vuku bulacak. “Sûr’a üfürülünce, Allah’ın dilediğinden başka, göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi çarpılıp cansız yere düş(er)”ecek. (ez-Zümer, 39/68).
Batılılar Amerikalılar zaten bu konuda oldukça iyi filmler yaptıkları için günümüz insanının hayal etmek için fazla sıkıntı çekeceğini zannetmiyorum. İlginç olan Batılıların “zombileri” nereden kopyaladıkları. Her ne kadar Kurandaki “kabirden kalkışlar” zombilerle alakasız olsa da zombilerin kabirlerden çıkması insanın ilk dirilişle ilgili hayal gücünü geniş tutmasına olanak veriyor.
Aman Allah’ım ne muazzam bir sahne. Çocuğunla eşinle milyar yıl önceki dedelerinle belki milyarlarca yıl sonraki torunlarınla ananla babanla dünyada belki göremediğin minik kardeşinle ve her şeyden önemlisi bu zamanlar için seni uyarmaya çalışan PEYGAMBERLERİNLE yaratıcının huzurunda çırılçıplağız. Allahtan gelmiştik tekrar ona döndük. Kabirlerden kalktık teker teker…işte o kalkış anı buyurun Kuran: “…o gün yerden (kabirlerden) çıkarak hızla koşmaya başlarlar… sanki onlar dikili bir şeye yönelmiş gibidirler .Başları boyunları üstüne kaskatı dikilmiş, göz kapakları kıpırdamaksızın korkudan dolayı zihinleri bomboş bir halde koşuşurlar….O gün, en ufak bir sapma göstermeden çağırıcıya uyarlar. Sesler Rahman’ın huzurunda kısılmıştır; fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.” İlk kalkışta ağzımızdan dökülen söz şu olur: “elhamdülillah!” saf, şaşkın, korku dolu bir halde iken kendi aramızda fısıldaşarak şöyle konuşuruz : “ on gün kadar bile kalmadık (dünyada)…yalnızca bir gün kaldık…” Allah bunun üzerine şöyle der: “… bir saat kadar kalmış gibidirler….halbuki Sadece az bir süre kaldınız; keşke siz (bunu) bilmiş olsaydınız!”
O gün belli bir yöne doğru gayri ihtiyari hızla koşarken insan halleri farklı olacak. Dünyada iken Allah’a inananlar, mütevazı hayat yaşayanlar, Allaha teslim olanlar, erdemli yaşayanlar, yalansız dolansız yaşayanlar, kabirlerinden çıkıp hızla koşarken nasıl olacaklar? İşte Kuran: “O gün, mü’min erkekler ile mü’min kadınları, ışıltıları önlerinde ve sağlarında koşarken görürsün. “Bugün sizin müjdeniz, içinde ebedi kalıcılar (olduğunuz), altından ırmaklar akan cennetlerdir.” İşte ‘büyük kurtuluş ve mutluluk budur.( (Hadid Suresi, 12)… Onların yüzlerinde ne bir karartı ne de sararma, ne de bir zillet (görülmeyecek), işte onlar cennetin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.( Yunus Suresi, 26-27)… … O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar-parıldar. Derler ki: “Rabbimiz nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin.” (Tahrim Suresi, 8)
Peki hızla koşarken Allaha inanmayan ve berbat bir hayat yaşayanlar,zalimler, haksız yere öldürenler, fitne fesat çıkaranlar vs.onlar nasıl olacaklar? İşte Kuran:” … O gün, münafık erkekler ile münafık kadınlar, iman edenlere derler ki: ” (Ne olur) Bize bir bakın, sizin ışıltınızdan birazcık alıp-yararlanalım.” Onlara: “Arkanıza (dünyaya) dönün de bir ışık arayıp-bulmaya çalışın” denilir. Derken aralarında kapısı olan bir sur çekilmiştir; onun iç yanında rahmet, dış yanında o yönden azab vardır. (Hadid Suresi, 13)… Gözleri ‘zillet ve dehşetten düşmüş olarak’, sanki ‘yayılan’ çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. (Kamer Suresi, 7)… Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kafirler derler ki: “Bu, zorlu bir gün.” (Kamer Suresi, 8)… Başlarını dikerek koşarlar, gözleri kendilerine dönüp-çevrilmez. Kalbleri (sanki) bomboştur. (İbrahim Suresi, 43)
Tabi herkes kendi derdine düştüğünden eşim, çocuklarım, annem, babam kardeşlerim vs. düşünecek hal yok. Dümdüz her şey…tek tek ,fert fert…bağlar yok.. kendim ve Allah!! Ancak akrabam tanıdığım eşim babam çocuğum değil ; inananlar ve inanmayanlar var! İki taraf o hengamede o telaşta birbirini görüyor! Biri gayet emin, güvenli, mütebessim, diğeri sararmış, korkulu, tedirgin. ben hangi tarafta isem… işte Kuran : “…kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar, Annesinden ve babasından, eşinden ve çocuklarından, O gün, onlardan her birisinin kendine yetecek bir işi vardır. (Abese Suresi, 33-37)
Diriliş gününde zelil duruma düşmüş olanlarla kurtuluşa ermiş olanların kendi aralarında yapacakları konuşmalar da Kuranda anlatılır. Ancak Kuran o diriliş gününün geleceğini dünyada iken inançsızlara haber verir. Ve bu anlatış muazzam bir şekilde SAFFAT suresinde resmedilir. Öylesine ihtişamlı bir giriş yapılır ki Kuranda; bu harikuledelikleri anlatanın anca “deli” olabileceği dillendirilir. Peygamber saçmalıyor artık iyice deli divane olmuştur kafirlerin gözünde. Nasıl olurdu?Bu garip sözler ondan nasıl sadır olurdu? Halbuki o Muhammet ,bildikleri Muhammet! şehirdeki en “güvenilir” insan değil miydi?
Allah mezardan çıkınca bana geleceksiniz o zamanların geleceğine inanın diyor Saffat’ta. Çünkü sen basit bir insan olduğunun farkına var. Bileşenlerinde balçık olan basit bir maddeden yaratıldın. Bil ki senden başka uçsuz bucaksız kainatlar, sıra sıra dizilmiş görevli melekler, ateşlerden yapılmış şeytanlar, o hırsız şeytanları delip geçen ışınlar var. Ateş topu yıldızlar, insanları tehlikelerden koruyan sema var. Uzaylarda dönen gezegenler, farklı boyutlarda insanların asla bilmediği nice durumlar var! Bunları yaratmak mı zordur yoksa küçücük insanı yaratmak mı? Sen küçücük bir dünyada küçücük bir insan olduğunu bil! Haddini bilerek yaşa ki tekrar dirilince hakir duruma düşme! Ne var ki tüm bunları öğrenen Hz.Muhammet hayranlık içinde şaşırmışken onlar : “bunlar sihirbaz sözleri” diyerek alay ettiler ve “ne yani öldükten sonra tekrar mı dirilecekmişiz (!) “ dediler. Halbuki inansalardı ne kaybederlerdi ?…
İşte o an gelip çattı insanlar tek bir çığlık ile mezarlardan çıktılar ve bakındılar!
Ve sonra İnançsızlar yan yana geldiler ve başladılar fısıltı ile konuşmaya : “ eyvah! Bugün yargı günü..” bir taraf (iyi gibi görünüp) bizi siz ayarttınız dedi; suçlanan taraf ise hayır biz sizi zorlamadık zaten siz azgındınız(bizim dediğimizi yapmaya meyilliydiniz)dediler ancak; suçlanan taraf ikna olmayınca, “doğru! biz sizi yoldan çıkardık ; çünkü biz gerçekten çok sapkındık” dediler. Sonra kendi aralarında Allah’ın vaadi yerine geldi hep beraber boyun büküp “azabı tadacağız çare yok” dediler.
Ve sonra kendini Allaha adamış olan inançlılar yan yana geldiler ve başladılar fısıltı ile konuşmaya : biri diğerine; “dünyadayken benim bir arkadaşım vardı bana sen de mi öldükten sonra dirileceğine inanıyorsun…ölüp toprak olduktan sonra bir de dirilip hesap mı vereceğiz derdi” dedi ve yanındakilere; işte ben o kişinin cehennemdeki son halini gördüm. dünyadayken az kalsın beni de kendine çekecekti ben şimdi onun gibi cehennemin ortasında kalacaktım. Allah korudu da ben ona uymadım.” Dedi. Sonra kendi aralarında birbirilerine “biz bir daha ölmeyecek miyiz” diye (belki şaşkınlık ve sevinçle )sordular. (belki içlerinden biri) “hayır bir daha ölmeyeceğiz (kardeşlerim)” dedi. Hep beraber “işte en büyük saadet,kurtuluş” bu dediler.
Bu diyaloglar bu şekilde oluyorken Allah dünyada biz yaşayan insanlara bu örnekler üzerinden şöyle diyor: “(artık dünyada yaşayanlar) Böyle ebedî bir saadet için çalışsınlar..”
Sorgulamalar bittikten sonra inançsızlar Cehenneme inançlılar ise ebedi kalacakları Cennete gönderilirler.